Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yamalı şalvar

Yamalı şalvar
 

Arabanın sesini duyup çıktı kapıya. Meraklı bir bakışla uzun uzun süzdü bizi. "Hoşgelmişsiniz" dedi elindeki kovayı torununa verirken. Şalvarının yanlarına sildi ellerini. "Amcam ben senin o topraklı ellerini de öperim silme elini silme..." diyesim geldi demedim. Kaç yama var şalvarında sayamadım. Yüzündeki gülümseyişten gözlerimi alamadım ki şalvarın yamalarını sayayım.

Toprak damlı bir ev. Aşağıda bir ahır. Evin önünden akan bir incecik su. Karşısı orman, onun aşağısı köy. "Kar yağdı önceki gece." dedi. "Ondan çamurdur yollar. Zorlandınız mı gelirken?" "Yok" dedim gülümseyerek "yok hiç zorlanmadık." Güldü. "Eyi eyi aman zorlanman da. Siz alışık deelsiniz bu yollara. Bizim gibi köy adamı deelsiniz. Sizin yolunuz çamurlanmaz." Tek bir sitem yoktu bu sözlerde biliyordum ama içime bir garip hüzün çöktü, o köyün çamurlu yolları gibi kaldı orada. Uzağa baktım ormana, köye, bacalardan çıkan dumana...

Omuzuma vurdu hafifçe "Nasıl köy güzel, deel mi?"

"Güzel ya amcam, güzel olmaz mı? Ormanın içinde saklı bir kuş yuvası gibi. Hiç güzel olmaz mı?"

"Ne içireyim size?" dedi "Çay mı, ayran mı? Söyle hemen yaptırayım."

"Yok amcam hiç yorulmayın. Bir kaç fotoğraf çekmeye geldik, hemen gideceğiz."

"Olur mu a kızım? Bişey içmeden olur mu heç?"

"Yorulma be amca. Zaten işiniz başınızdan aşmış bir de çaymış, ayranmış uğraşmayın. Senin güleryüzün yeter."

Nuh dedi peygamber demedi. Misafir her birşeyden önce gelirmiş. Kapıya geleni öyle boş göndermek olmazmış. Biz zahmet vermeyelim derken baktık kalbini kıracağız "en kolay hangisiyse o olsun" dedik. "Size bir ayran içireyim de hiç unutmayın bu amcanızı" dedi gülerek. "Fatmaaaa fatmaaa..." diye bağırmaya koyuldu sonra da. Evin kapısından çivit mavisi yelekli, sıska, uzun boylu yaşlı bir kadın çıktı. "Hoşgelmişsiniz" dedi utangaçca. Yaşlı adama döndü sonra. Yaşlı adam "Bir ayran katıver misafilerimize" der demez kadın gözden kayboldu.

Arkadaşım köyün fotoğraflarını çekerken biz de toprak damın üzerindeki iki tahta sandalyeye amcayla birlikte oturduk. Tepelerdeki kara inat parıldayan güneşe verdik alnımızı. Kıpırtısız köy sabahında bir süre sessizce bakıp kaldık karşı yamaçlara. Benim aklım onun hayatında, onun merakı bizim çektiğimiz fotoğraflarda.

Gözlerim şalvarın yamalarına takıldı sonra. Siyah şalvarın üzerinde renk renk yamalar. O yamaların üzerinde toprak, saman. Huzursuzca kıpırdattı bacaklarını. Yüzüne baktım gülümsüyordu. "Bunu iş yaparken giyiyorum" dedi utangaçca. Gülümsedim. Bakışlarımın neye yordu kimbilir? Oysa aklına gelen değildi bakışlarımın sebebi. Ben o yamaların hangi elbiselere ait olduğunu düşünüyordum. Gülümseyerek "benim babaannemin de böyle bir şalvarı vardı." dedim. "Onu hep saklardı. Köyde yaşarken giyermiş. Ama atmamıştı şalvarı. Köyümün kokusu var onda derdi." Yüzündeki utangaçlık silinip gitti. "He ya kızım" dedi "Köyünü özlermiş demek ki garibim." "Özlerdi." dedim. "Hep de özledi."

Sustuk bir süre. Amca ne düşüyordu bilmem ama ben babaannemin şalvarına takılıp kalmıştım. O şalvardaki yamaları elleriyle tek tek okşar sayardı her birinin geldiği yeri: "Şu kahverengi olan dedenin ceketiydi. Şu kırmızı çiçekli halanın eski elbisesinden. Bu yeşil olan amcanın pantolon eskisiydi." "Albüm mü bu babanne?" derdim gülerek "Albüm yaa albüm" derdi hüzünle "Köydeki günlerimizin albümü bu."

Peki bu amcanın şalvarındaki yamalar hangi insanların hangi zamanların albümüydü? Bu şalvar da bir gün gelecek özlemle yad edilecek günlerin hatırası olarak saklanacak mıydı sandıklarda? Kimbilir?

Fotoğraf: Recep Güleç
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..