Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Şubat '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Yangın var...

Yangın var...
 

İtfaiyeyi aradım, küre yangını söndürecek donanımları yokmuş, bu yangını ancak biz söndürebilirmişiz. Hadi doldurun suyla kovalarınızı, kaplarınızı, hortumları da takın. Su... yok mu? Bitti...

-Doktor amca, dünyamıza ne olmuş?

- Hastalanmış.

- Nesi var, nesi?

- Ateşi çıkmış.

- Ateşi mi? Buz kuvetine koyalım, ateş düşürücü verelim.

- Bak yavrucum; buz kalmadı, erittik bitti. Bilim adamları dünyamız için ateş düşürücü ilacı daha bulmadılar, bu formülün bütün insanlarda olduğunu söylüyorlar. Herkes bir araya gelip bir şeyler yaparsa bu ateş düşer. . .

_ Hı? ? ?

Bizler ne kadar şanslıyız, kar yaşığını, şehri örten o beyaz örtüyü görebildik, doya doya kar topu attık birbirimize, kardan adam yapıp burnuna havuç taktık. Tabi kar seviyorsanız, ama o pamuk görüntünün manzarasını kim sevilmez ki? Ya da iç çamaşırınıza kadar ıslanarak yağmur altında yürümek. Denize düşen damlaları seyretmek. O mis toprak kokusu? Bunları artık yaşayamayacağımızın farkında mısınız? Artık torunlarımıza sadece anılarımızda kalan fotografları gösteririz. . .

1997 yılında küresel ısınmanın bu zamanlarda ciddi sorunlar yaratacanı, başımıza neler geleceğini, nelerden yoksun kalacağımızı anlatmaya başlamışlardı. Internet gazeteciliği daha yayılmamış, ben bugünkü gibi PC başında değildim. Gazeteden o yazıyı kesip mutfağa asmıştım. Ozonun deliğinden ilk kez bahsedildiğinde kimse çok umursamadı, fakat baktılar ki güneş fazla yakıyor, ciltlerde birçok sorunlar oluşuyor, tedbirler alınmaya başladı. Fakat alınan tedbirler gene sanayi devrimine yarıyordu. Sanayinin gelişimi değil mi zaten küremizi ısıtan? Tüketim toplumculuğu yayıldıkça küremizin ateşi yükseldikçe yükseldi. Ama ne zaman farkına vardık? Ocak ayı bitmesine rağmen halen yeteri kadar yağmur ve kar yağmadığında. Şimdi telaşa kapıldık, ölüm korkusu sardı herkesi. Susuzluktan, sıcaktan, açlıktan ölmek. Su ve yiyecek savaşında yitmek. . .

Gelin basamak basamak en basit açı ile bakalım.

Gelişen dünyada, hızla ilerleyen kapitalizmle istekler arttı, hep farklı ve başka nesneler istenmeye başlandı. Bu istekler hep karşılandı, yenileri eklendi. Bu arzular tatmin edildikçe hep doğadan, doğal hayattan gitti. Ozonu delerek başlattık her şeyi. Sanayi tesisleri yaratabilmek için acaba ne kadar arazi heder oldu? Sadece sanayi için mi? Daha iyisi, daha güzeli derken evler ya da başka amaçlar için kullanılacak yerler kapital arttırmak amaçlı satıldı. Şehirleşmeyi geliştirip, köyleri boşaltıp tarımı, hayvancılığı yok ettik. Tek yada en fazla 2 katlı evleri yıkıp, koca koca apartmanlar yaparak 5-6 kişilik hanelerin yerine en az 3 kişden oluşan, en küçüğü 10 daire olan binaya 30 kişi sığdırdık. Aile planlaması diye bas bas bağrınıldı, lakin herkes o zevkin tadını korunmadan aldı. Hızla artan bu nüfusun aldığı nefes yetti evrenin ısınmasına. İnsanların sayıları çoğaldıkça, istekler de çeşitlendi, çeşitler atıkları arttırdı. Ama bu atıkların yaratacağı zaraları kimse düşünmedi. Her şeyin yenisi, güzeli için ağaçlar kesildi, maden kaynakları tüketildi. Ve bunları yaparken savaşlar çıktı bir de sahneye, insan gücünü bırakıp kimyasalları cenk ettirmeye başladılar. Tüm ekolojik denge bir anda alt üst oldu.

Bu tatminsizliğimiz, dur diyemedimiz egolarımız neticesinde gökyüzü sevinç göz yaşlarını akıtamaz hale geldi. Susuzluk neticesinde toprağın verimsizliği ekinlerimizi etkiledi, hayvanların aç kalmasına sebep oldu, onların açlığı insanların açlığına. Artık toprak ele geçirmek için değil, tok kalma savaşları verilecek. Ben bu savaşları görmeden göçüp gitmek istiyorum. Savaştan korkumdan değil, kendi tükettiklerimiz, elimizde varolanı kullanmayı beceremedeğimiz için. . .

Ama benim içim çok olmasa da rahat. Bireysel olarak herhalde sigara içmek haricine, dünyama elimden geldiğince iyi davranıyorum. Küçüklüğümden beri su ve elektrik konusunda tutumlu olmuşumdur. Bizim çocukluğumuzda sadece tüketimi tetikleyeci reklamlar değil, eğitim - öğretim amaçlı kısa filmler vardı. Su ve elektriğin nasıl idareli kullanılacağı ile ilgili bilgiler verirdi. Geri dönüşümü hep çok sevdim ve bu tür ürünleri kullanmaya özen gösteririm. Ama bizim ülkemizde bu bilinç yeterince yayılamadı halen. İngiltere yağan yağmur sularını arıtıp kullanırken ve bir teneke su ile 4 kez yıkanırken, biz ne yapıyoruz? Evrenin bize sunduklarını, alt yapı yetersizliği ile birleştirip, ilk sanak yağmurda insanların sersefil vaziyette evlerinden olmalarına sebebiyet veriyoruz. Atık kültürümüzü hiç geliştiremedik, her şeyi çöp yapıp zararlı gazlar ürettik. Geçenlerde gelen mailden, bir parça paylaşmak istiyorum:

“On dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi.
Sabahleyin, traş olmak için lavaboya gittiğimde,
aynanın yanında ilginç bir not gördüm.
Lütfen diyordu, trastan sonra jiletinizi çöpe atmayın. Yanda bir kutu var,
oraya bırakın. Bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı
olun.
Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya
denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde "İsveç çeliğinden yapılmıştır" diye yazardı.
İste o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor,
ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.
İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda, radyolar, televizyonlar,
bir haberi duyurur.
Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın.

Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, bir ilaç prospektüsü dahi
olsa, kapının önüne koyun.
İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.

(Aman canım üzülmeyin, biz Türk milleti olarak İsviçre hükümetinin kalkınmasına katkıda bulunuyoruz, paralarımızı gönderek)

Devam ediyor;

Beş yaşında idim. Babaannem rahmetli, pirinç ayıklıyordu.
Bir tane yere düştü. Babaannem eğildi, aramaya başladı.
Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyor.
Çocukluk iste, "aman babaanne dedim. Bir pirinç tanesi için
bu kadar caba harcamaya, yorulmaya değer mi? "
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.
"Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun, "dedi.
"Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar.
Bir pirinç tanesinde kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?"

Hangi emek, hangi saygı? Bolluk içinde, dedikleri iki edilmeyen bir nesil yetiştirirken, “emek” kelimesini nerede ise lugattan kaldıracak hale geldik. Çalışmaya başladığım ilk yıllardan beri, kullanılmış kağıtları çöpe atmak yerine Lokman Hekim Vakfını arayarak kağıt attığı sepeti koydurdum, halen olduğu gibi. Ve elimi sildiğim kağıt mendili dahi oraya atıyorum. Çalışma masamın altınada küçük bir kutu var, atılması gereken kağıtları oraya, gün sonunda da büyük sepete boşaltıyorum. Evdeki kağıt ve plastik atıkları dahi ofise götürüyorum, çünkü bu sepetler şirkette var. Artık marketten yumurta almıyorum, en son aldığım yumurtanın karton kabı ile, köşedeki mahalle bakkalına gidiyorum yumurtaları seçip o kaba yerleştirip tutuyorum evin yolunu. Ayda 4 karton yumurta saklayıcı, yılda 208 adete tekabül ediyor. Bu sayıyı üretecek kadar ağacı kesmemiş ve dünyaya atık bırakmamış oluyorum. Sonra marketten teneke kutu içecek almıyorum, cam şişe almaya özen gösteriyorum. Çünkü çevremde teneke kutu atık konteynerı yok ama cam şişe için var. Evdeki şişeler biriktikçe gidip oraya atıyorum. Hele yeni boşaltılmışsa koca konteyner çok zevkli oluyor şişeleri şangır şungur içine bırakmak. Atıklar doğru adrese gidince, çıkardığım çöp de azalıyor. Evedeki çöp kutusunu 3 günde bir boşaltıyorum. Yemek ya da kızartma yağlarını ne yapıyoruz? Ben atık yağ konteynerı bilmiyorum, var mı? Olmadığı için direk yer altı kaynaklarına karıştırıp heba ediyoruz. Masada bardakta kalmış, termoforun içinde soğumuş, ya da her ne şekilde kullanılmayacak olan suyu, çiçek sulama ibriğime koyup, evdeki bitkilerimi suluyorum. Yedek paketli ürünleri kullanıyorum. Eğer satın aldığım şey çantama veya elimdeki diğer poşetlere sığacaksa başka bir tane istemiyorum. Bunun gibi ufak tefek şeyler. . .

Şimdi bir telaş sorun giderilmeye çalışılıyor. Geçti Bor'un pazarı. . . Hırsını alamayan Amerika sera gazlazı üretimini durdurmayacağını, bu sorunu, yarattığı pisliği gerekirse uzaya aynalar yerleştirerek gidereciğini söylüyor. Buyrun buradan yakın! Gıdaların kapsül olarak alındığı, temizlenmek için mineral yağlı mendillerin kullanıldığı, nefes almak için ciğerleme bağlanan aygıtların olduğu bir dünyada yaşamak istemiyorum. Alıştığım yeşillikleri, denizleri, gölleri, ormanları olan, güneşin yakmayıp sadece ısıttığı, iliklerime kadar ıslandığım yağmurun altında, sararmış sonbahar yapraklarının üstünde yürüdüğüm dünyamı seviyorum ben.

Küresel ısınmayı durdurmak, kapitalizmin ölümü demekmiş.

Öl hain kapitalizm aramızda yerin yok. . . Bize yaşanır dünyamızı geri ver. . .

Yerküremiz için biraz daha zamanımız varken, elimizden geleni yapalım, aski halde çok geç kalmış ve pişman olacağız...

 
Toplam blog
: 17
: 531
Kayıt tarihi
: 20.10.06
 
 

Yazı yazmayı yaptığım işten çok daha fazla seviyorum. Lakin; bana para kazandıran işe, yazmaktan faz..