- Kategori
- Blog yazarları tartışıyor!
Yanlış oyun

Siyasi partiler ve politikacılar neleri kullanmalı ki seçmen (halk) kitlesi ile iletişim doğru olsun ve iktidara ulaşabilsinler? Kullanabilecekleri dil (vaat) sayısının çok fazla olmadığını elbet en iyi onlar biliyor… Binlerce yol var ancak onlar kendi farklarını bildirmek zorunda.
Ekonomi desen sistem belli; Üretim şekli ve mülkiyet üzerinde konuşamazlar. Tüketimi artırıp (aynı zamanda refahı artırmak) ekonomiyi canlandıracağız deseler; Ülke ekonomisi ithalata dayalı bir yapıya sahip olduğunu, böyle bir yolla çok kısa zamanda döviz darboğazına girip duvara toslanacağını da iyi kötü biliyorlar. Faizler, yatırım vs ile de oynadığında dengelerin oturması hep halkın zararına oluyor… Yani sermaye/der ile uğraşılmayacağını deneyimle çok iyi anladılar.
Üretimi artırıp yani pastayı büyütüp refahı artırmak gerekir demek ise; Çalışın kardeşlerim anlamına geldiği için biraz zor iş. Bu birazda tembel milletiz demek oluyor. Ayrıca üretimi artırmak öyle kısa vadede olabilecek iş değil…
Bireysel özgürlük, örgütlenme, ötekileştirme sorunları filanda çok ilgisini çekmiyor seçmen kitlesinin. İşte bu sebeplerden ülkemizde siyasi hayatını hep iki ana konu belirler. Önce kısaca şundan bahsedeyim; Hep bir ön yargı vardır ya, bu işi politikacılar bu hale getirdi diye; Bence hatalı bu tespit. Halkımızın algıları belirliyor politikayı. Evrensel değerlerde politika yapmaya çalışan çok sayıda parti ve siyaside geldi geçti ve hala yapmaya devam edenlerde var… Bunların kabul görmediği de açıkça ortada... Bunların ortak tesellisi ‘’halkımızı eğitmektir.’’
Neyse uzatmanın bir anlamı yok. Politikacı ve halk iki noktada birbirini derinden etkiler karşılıklı olarak ülkemizde:
-Ekonomik paylaşım; Buna paylaşım demek çok doğru değil aslında. Daha çok dağıtmak, üleştirmek demek lazım aslında... Burada politikacı; ‘’iktidara gelirsek biz çok iyi insan olduğumuzdan, adil olduğumuzdan, özellikle sizleri çok sevdiğimizden, sizlerden biri olduğumuzdan daha iyi üleştireceğiz ülke kaynaklarını’’ diyebilmektedir. Onun destekçisi olanlarda ‘’ülke kaynaklarını en çok bize aktar’’ talebini gönül rahatlığı ile söyleyebilmektedir. Bu olayın yaşamdaki anlamı; Biz iktidar olursak ülke ekonomisini yandaşlarımızla paylaşacağız demektir.
-Dini, milli, ailevi, gelenek-göreneklerimiz (Töre) üzerinden çok iyi iletişim kurulur halkımız ile politikacılar arasında; Tarihten gelen parçalanma korkusu (travma), Batı karşısında üretim olarak geride kalma ve bunun getirdiği başarısızlıklar. Batıdaki bireysel özgürlüklerin gelişmesinin, kadınların daha bağımsız hale getirmesine karşı duruş… Kısaca yeni çağdaş yaşama ayak uyduramamak, o yaşamdan korkmak eski değerlere daha sıkı sarılmayı getiriyor görünüşte…
Burada bir iki yüzlülük var; Yeni yaşam tarzına ulaşamayanların korkusunun, ve ulaşanlardan nefret etmesinin maddi bir dayanağı var… Ancak yeni yaşam tarzına ulaşanların, yaşayanların söylemlerinin değişmemesi olayı bu hale getiriyor. Oysa insanların yaşadıklarının söylemlerine taban tabana zıt olmaması gerekiyor… Yaşadıklarını savunması gerekir insanların… En azından kendi yaşadıklarına ters düşen söylemlerden uzak durmaları gerekir…
Düşünün, Alman yeşiller partisi yöneticilerinin topluca ağaç kesmelerinden, suları kirletmelerinden ne farkı var bu olayın? Bence yok… Fakat aynı yeşilcilerden birileri çapkınlık yapsa, ortada zarar gören yoksa haber bile olmaz… Asıl olay düşünce ile yaşamın taban taban zıt olmaması… Birbirini inkar etmemesi. Politikaların odak noktasına neyi koyarsan elbet rakiplerin oradan vuracaklar seni… Bunu baştan bilmek ve kabul etmek gerekir. İşçi haklarına ve ayrımcılığa aykırı hareket eden CHP’liler haber değil midir ülkemizde? Çok eşli olanlar yasalar karşısında rahat olmasalar da, halkın içinde gayet rahat ve legaller… Ancak içki içen, dinin gereklerine aykırı ibadet edenler, hatta etmeyenler için rakiplerin ellerinde (Rakip kavramını karşı siyasi parti olarak düşünmeyin lütfen, size karşı olan ulusal ve uluslar arası her tür grup olarak düşünün.) kasetlerin olmadığı ne malum?
Halkla kurulacak iletişimde ‘’kutsalların’’ değişmesi gerekiyor bence. Daha doğrusu kutsalların kullanılmaması gerekiyor… Rakip olanlar sizi kendi kutsallarınız ile vurmanın yolunu arıyor ve mutlaka buluyorlar… Üstelikte sizin kullandığınız o kutsallar zarar görüyor. Çünkü yaşadığınızı savunmaya kalksanız, mutlaka kutsal saydığınızı evirip çevireceksiniz, açığını aramaya çalışacaksınız… Bu dinde böyle, ulusal değerlerde de böyle, ailede de, törelerde de böyle… En iyisi politikanızın temeline koymayın bunları…
Son kaset olayları ilk değil ki ülkemizde… Değişen tek şey teknolojinin sınırsız ve özgürce kullanılabilmesidir. Eskiden bunlar bir şekilde engellenebiliyordu. Çok fazla seçenek ve ‘’delil’’de yoktu zaten… En etkili ve yaygın olanı ‘’fısıltı gazetesiydi’’. Şimdi delil elde etmenin, dağıtımın kolaylaşması işi bu hale getirdi… Yoksa yapılan işin şekli ve amacı hep aynı… Vurgu yapılan şeyler hep aynı… Biz hiç bir şey duymazdık eskiden diyen var mı aranızda?
Tek fark çıktı ortaya beni çok mutlu eden; Halkımız beklenen, hesaplanan tepkiyi vermedi. Ters tepti hatta… Bu da halkımızın kendisiyle, artık bu demode yolların dışında iletişim kurulmasını beklediğidir. Yani halkımız yeni, çağındaki yaşam biçimlerini kabul etmese de saygı duymayı öğrenmiş…