Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yaşam nerede?

Yaşam nerede?
 

Dünyamız gitgide globalleşirken, maalesef bir ilginçliği kalmamaya başlıyor bu gezegenin.Her yerde dev binalar, her yerde türemeye başlayan kahve ve fastfoodlar zinciri, aynılaşan eğlence merkezleri ve müzikler.. Herşey hızla değişip, birbirine benziyor.Tek tiplilik hakim gibi görülse de, belki de tek tiplilik adına saklanıyor yaşanan çelişkiler, ikilemler, uçurumlar, eşitsizlikler… Özgünlüğünü yitirmeye başlıyor herşey. Yaşamlar garip bir kaos a sürükleniyor umarsızca..

Günden güne kalabalıklaşan şehir yalnızlaştırıyor bizi..Siyah ekranlardan izliyoruz artık yaşamları, insanları; harflerle konuşuyoruz ekranlardan… Dokunmayı, bakışların küçük anlamlı dünyasını unutuyoruz git gide.. Dokunmayı unuttukça, ilkel güdülerimiz baskınlaşıyor modern kıyafetlerimiz içinde..

Özgürleştiğini, özgürleştirdiğini sanırken dünya, bizler esiri oluyoruz çok katlı ofis odalarının, bizi birbirimize yaklaştıran(!) bilgisayar ekranların, garip koşturmacaların..Ekranlara kilitliyoruz akrabalık, dostluk ilişkilerini, dizilerden öğrendiğimiz aşkları…İşin tuhafı memnun gibi görünüyoruz ama çoğu problemimiz de ait olamama hissinden kaynaklanıyor, herşey o kadar çabuk değişiyor ki, kök salamıyoruz, yer tutamıyoruz hiçbir yerde…Herşey aniden ayaklarımızın altından kayabilecekmiş hissi ile ne zaman, ne olacağını hiç bilmeyerek yaşamak, yaşayabilmek de ayrı bir yetenek gerektiriyor olsa gerek..Olaya iyi tarafından bakacak olursak aslında fazla heyecanlı ve gizemli bir hayatımız var..Bir sabah uyandığımızda evimizin yanında başka bir evin yapıldığını, sürekli gittiğimiz çocuk parkının bir otoparka dönüştüğünü görmek pek de şaşırtıcı olmasa gerek günümüzde..Veya yolda yürürken bir kişinin aniden yere düşmesi ve yanından geçen insanların hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam etmeleri..Başımıza her an, herşeyin gelebilme ihtimali ile yaşamak(kapkaç,taciz,kaza vs..)… Elbette olumlu şeyler de gelebilir başımıza, örneğin bir sabah metro durağında beklerken görmeye alıştığımız, saatlerine bakarak yürüyen, kafaları karışık görünen, asık suratlı insanların yerine, oturduğunuz bankta yanınıza gelip, oturan orta yaşlı bir bayanın size gülümseyerek “günaydın” deyip, poğaçasından ikram etmesi gibi..Gerçi yaşadığınız şaşkınlıktan poğaçayı almayı düşünemiyorsunuz maalesef, sadece yarım bir teşekkürle karşılık verebiliyorsunuz. Bazılarımız bu sıcaklıktan ürkebilir bile, acaba bunun altından ne çıkacak diye düşünenlerin sayısı eminim ki az değildir. Açıkçası onlara da hak vermemek elde değil, yaşadığımız çağ, yaşadığımız şehir paranoyaklaştırıyor bizleri…Kalabalık bir caddede yürürken kim bilir kaç defa kontrol ediyoruzdur çantamızın açılıp açılmadığını.


Aniden elektrikler kesilse ve yanlışlıkla başımızı gökyüzüne doğru çevirsek, korkuyoruz parlayan yıldızlardan, felaket habercisi gibi geliyorlar bize sanki bir felaket olacakmışta o yüzden böyle parlıyorlarmış gibi.. O kadar çok bilmiyoruz ki gökyüzünü, yeryüzünün esiri olduğumuzdan.

Çağımızda insanlar en trajikomik hallerini de asansörlerde yaşıyorlar sanırım..Birbirine bakamayan,yabancı gözler, bir “merhaba”yı esirgeyen, bir yerlere yetişme telasındaki insanlar..Diyor ya şair; “yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek!”..Telaştan yaşayamıyoruz ki zaten..Iskalamak, ertelemekle geçiyor tüm vaktimiz..Yaşamları, yaşayanları, yaşananları izliyoruz kendimize bile çaktırmadan..

Unutalı ne kadar zaman olmuştur kim bilir, uyandığımızda karla kaplı çatıları görmenin şaşkınlığıyla ufak bir tebessüm etmeyi ,soğuk bir havada yorganla sarmaş dolaş kendini satırlara bırakmanın huzurunu, yağmurun saçlarda bıraktığı ıslaklığın muzip keyfini yaşamayı..ama Olmaz! Yapılacak işler, okunacak yazılar, yetişilmesi gereken toplantılar varken, olamaz…

En iyi ihtimalle ertelenir belki 50’li yaşların sonrası için..Bu telaşla gidersek 50’li yaşlarını görecek kaç kişi kalır acaba gezegende?

En kötüsüde çocukların başına gelen ve gelecek olan sanırım; gün geçtikçe artan ışık ve gürültü kirliliği sonucu görememeleri yıldızların parıltısını, duyamamaları ağustos böceklerinin sesini..Teknolojiyle patalojik bir bağ kurmaları..

Peki durum bu haldeyken yaşam nereye saklanacak, onu yeniden kimler bulacak?

 
Toplam blog
: 10
: 1786
Kayıt tarihi
: 28.10.06
 
 

notalar, kelimeler, renkler, kareler, insanlar ve kentler karışımı biriyim....