- Kategori
- Öykü
Yaşanmışın en güzeli

Atatürk'ü Anma, Anlama yıldönümü Kasım 2010, Ankara,Anıtkabir, Latife, Gökşin
Futbol sahası tıklım tıklımdı. Tribünlerde boş yer kalmamıştı. Çocuklar anneleriyle, babalarıyla gelip bayram sevincini birlikte tadıyorlardı.
Alanın çimenlerinde, toprak yollarında öğretmenler, öğrenciler yan yana, sıra sıra. Öğrenciler okullarının adı yazılı pankartı büyük bir onurla taşıyorlardı. Tribünde oturanlar kolaylıkla okuyabiliyorlardı yazıyı.
Açık tribünde torunuyla birlikte oturan ak sakallı Abdullah dedenin yüreğinde duyduklarına burada olanların hiçbiri ulaşamazdı. Padişahlık denen yönetim biçimini görmüş, yaşamıştı. Kendi toprağında yabancı, toplumsal olaylara seyirci kalınan o yıllar uzaktı şimdi. Böylesine mutluluğu tattığı bugün de bile geçmişini anımsamadan edemiyordu.“O günleri yaşamayanlar insan olma, ulus olma kavgasını kavrayamazlardı. Cumhuriyete ulaşmanın onurunu bilemezlerdi.” diye usundan geçirdi Abdullah dede .
Öğrencilerin kümelenip sıralandığı yeşili bol alan kahverengi toprak yollarla dört bir yandan sarılmıştı. Şeref tribününe yakın duran yerde ay yıldızlı bayraklar dalgalanıyordu. İlin yetkilileri karşılarında yer alan cıvıl cıvıl öğrencileri, Cumhuriyet’in savunucusu öğretmenleri izliyorlardı.
Açık tribünde oturanların hiçbiri ondan, torunundan haberli değildi. Yanında oturanlar da ayrımsamamışlardı. Gün görmüş yüreği acılarla, zorluklarla yoğrulmuştu. Kim nereden bilecekti Cumhuriyet’e ulaşmak için baş koyduğunu Abdullah dedenin.
Gözlüğünü eliyle düzeltip al bayrakların her dalgalanışında açılıp kapanan ay yıldızına göğüs geçirerek baktı. İyi görebilmek için uzanıp uzanıp durdu. Torunu dedesinin düşündüklerinden uzakta kırmızı mavi balonun ipine sıkı sıkı sarılmıştı. Korkusu kırmızı mavi balonun uçup gitmesiydi.
Okullar geçit töreninde uygun adımlarla şeref tribününü selamlıyorlardı. Beyaz yakalı minikler öğretilenleri tam tamına yerine getirmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Öğretmenlerinin güleç yüzlerini gördüklerinde uygun adımları daha bir güzelleşiyor, minik yürekleri sevinçten uçuyordu.
Gördükleri karşısında ak sakalına düşen mutluluk gözyaşını kırışık kuru parmaklarıyla sildi. Sakalını sıvazlayıp titreyen dudağıyla iç geçirdi. Yine o geçmişteydi. Sonra gördüğü, yaşadığı Çanakkale Savaşı iki yüz elli bin yiğidin düştüğü “Çanakkale geçilmez!” dedirttiği o korkunç boğuşma... Çanakkale Boğazı’nın derin sularına gömülen gemilerden arda kalanlar bir bir gözlerinin önündeydi.
Ya Sevr! Abdullah dedenin yüreğinde duran derin bir yaraydı.
“Nazlı yurdumun geniş ovaları
yüksek yaylaları
haymana pasinler harran
akarkan türküler söyleyen
akarsularım
neden suskunsunuz
etilerden kalan
yontu taşlarım
atalarım
karadenizin yamaçları
sarp dik dağları
ağrı nemrut tendürük
egemin üzümü
toroslar
akdenizim
sevdalım
güzel yurdum”
Dede olmadan önce dudağından düşürmediği türküyü tutturdu; kimseler duymuyordu. İzleyiciler top sahasında duyulan tok sese kulak vermişlerdi. Yüreği hoparlördeki sesi duymazlıktan gelmedi. Düşündüklerinden, türkülerinden, ezgilerden sıyrılmadan derinden derine dinledi tok sesi.“Cumhuriyet halk yönetimidir! Halkın söz ve karar sahibi olduğu, ulus olma yolunda yükseldiği temelin adıdır! Yaşasın Cumhuriyet!” diye gürleyen sesle Abdullah dedenin sıkılan yüreği genişleyip büyüdü.
Ah yitip giden unutamadığım çocukluğum. Karayağız atın terkinde köyden kaçışımız, amcama ulaşamayan kollarımla sıkı sıkı sarılışım. Anamın kulağıma: “Sakın kuşağını açtırma!” diye öğütleri nasıl da yakın duruyor bana. Dörtnala giden atımızın Sakarya’nın sazlığında batması, amcamla yere yıkılışımız.
Dünden kalan silinmeyen anılardı usundakiler. Duramadı hoparlördeki tok sese karşılık verdi yüreğinden geçirdikleriyle birlikte:
“uzun yanık türkülerim
söylen
söyleyemediğim yaşanmışları
dilden dile
sınırdan sınıra ulaştır
özlemlerimle”
Yüreği yerinde durmadan coşuyordu. Kucağına alıp yanındakilere yer açtığı torunu şaşkınlıkla dedesinin göz pınarlarından akan yaşlara baktı. Bir şeyler çıkaramadı ak sakalında kaybolan gözyaşlarından. Tüm alandakiler günü yaşıyorlardı. Ama, ya Abdullah dede öyle mi! O durmadan dünüyle bugünü arasında gezinip duruyordu.
Karayağız atın Sakarya’nın sazlığında battığı o gün yirmi iki gün, yirmi iki gece düşmana dur diyen Sakarya’nın destanını yazıyordu. Abdullah dede nasıl unutabilirdi, Karadeniz uşaklarının yetiştikleri o kutsal savaşı! Cumhuriyete, ulusal bağımsızlığa götüren büyük komutanın düşmana dur dediği en büyük karşı koyuştu.
“özgür kuşların sıcacık yüreği
gönül buğdayımız
ekmeğimiz
cumhuriyet
yaşanmışın en güzeli”
Hoparlördeki sese vurulmuştu . “ Yaşanmışın en güzeli “ dediği cumhuriyet yıllar sonra yine öyle taze ve diri miydi?
Abdullah dedenin gönlü Anadolu gibi çok görmüş geçirmişti. İyiler, kötüler, güzellikler, acılar yan yanaydı. Öyle duruyorlardı.“Gönlümdeki dağlanmış yara ellesem kanıyor, ellemesem duramıyorum. Ah o Sarıkamış, yetmiş beş bin yiğidin soğuğa, kışa yenildiği savaş. Nasıl unuturum o kışı, tipiyi. Allahuekber dağlarında açlığa, fırtınaya yenik düşen yiğitler, aha buramdasınız; seksen yıldır atan yüreğimin kütürdeyen sesinde.” Dur durak bilmeyen usunu, yüreğini – bayram şenliklerini bırakmış da – almış dağlara, ovalara düşmüştü.
Uslanmayan gönlü yokluklara, acılara katlanarak bugünlere ulaşmıştı. Çanakkale Savaşı, Sarıkamış bozgunu, İzmir’in alevler içinde kalışı onunla birlikte bugün de yaşıyordu.
“halkın soylu ağacı
özgürlüğüm
güzel gün
cumhuriyet”
Hoparlördeki sesle yinelediği dizeler cumhuriyete ulaştığı o güneşli güne götürdü Abdullah dedeyi. Ankara bir güneşli gün. Top sesleri cumhuriyetin şenlik topları. Nerelerden geçip nere ulaşmıştı bu yaşlı yürek.
Ankara kalesinde dalgalanıp duran ay yıldız bayram şenliklerindeydi bugün de! Mavi gözleriyle Mustafa Kemal yine Sakarya’da, Çanakkale’de! “Komutanım vuruldu!” ünlemesi dağı, ovayı tuttuğunda Abdullah dedenin yüreği Conkbayır’daydı! Mustafa Kemal yetişip eliyle ağzını kapadı. Yığıldığı yerden büyük komutanın alınca sesini, görünce engin mavi gözlerini atılıp sarıldı boynuna. Sonra veryansın etti topu karşıda duran düşmana!
Abdullah dede, yanında oturanların tek tek yüzlerine, gözlerine baktı. Yüreğinde geçenlerin çiçeğe durduğunu anlayıp anlamadıklarını çıkarmaya çalıştı gözlerinden. Bir süre izledi yanında oturanları. Kimsenin aldırdığı yoktu. Onların gözü, gönlü uçuşan balonlardaydı.