- Kategori
- Gündelik Yaşam
Yaşlı kadın ve eşyaların ruhu

Ne kadar zamandır bu derin yalnızlığın pençesinde çaresizlik içinde kıvrandığını hatırlamakta bile güçlük çekiyordu yaşlı kadın. Onun için değer taşıyan insanlar ve onun değer verdikleri hayatından yelken açıp gideli uzun zaman olmuştu. Hayatına anlam katan eşi geri gelmemecesine dünyadan göçmüş, çocukları ise uzak bir ülkenin yaşlı kadının adını söylemeyi bile beceremediği bir kentinde kendilerine yeni bir hayat kurmuşlardı.
Hayatla ve ona yaşadığını hissettiren anılarıyla arasındaki tek bağı eşyalarıydı artık. O eşyalar ki; yaşlı kadının mazi olmuş hayatının tüm evrelerine tanıklık etmişler ve uzak geçmişin tüm yaşanmışlıklarını gizli bir köşelerine hapsetmişlerdi. Yaşlı kadın da elbet biliyordu eşyaların tüm hayatına tanıklık ettiklerini, o yüzden eskiseler ve kullanılamaz hale gelseler bile atamıyordu hiçbirini. Kırış buruş olmuş ve kahverengi beneklerle dolmuş ellerini kucağında huzur bulduğu koltuğun mobilyasında gezdiriyor ve özlenen bir sevgilinin saçlarını okşar gibi okşuyordu onu. Hayatla başka ne bağı kalmıştı ki eşyalardan başka? Evet onlar bir insanın vereceği sıcaklığa sahip değillerdi ama hayatının hala yanında olan tek tanıkları ve kadim dostları değil miydiler sanki? Nasıl bacakları kırıldı diye atabilirdi ki yanında kalan sadık dostlarını sokağa yaşlı kadın? Nasıl verebilirdi onları beş kuruş değer biçecek bir eskicinin ellerine?
Yaşlı kadın, hayatının son durağına yaklaşmakta olduğunu iyiden iyiye hissetmeye başladığında altmış yıl önce eşiyle evlendikleri gün aldıkları yatağının üzerine uzandı ve kendisine büyük bir huzur duygusu veren lavanta kokulu bembeyaz yastığa sarıldı sıkıca. Belki şu dakikada yanında olup ellerini tutan hiçbir insan yoktu yanında ama yine de yalnız hissetmiyordu kendini. Yaşamının ayrılmaz bir parçası olan anıları, onların her saniyesini yaşlı kadınla birlikte paylaşmış olan eşyaları ve silik gölgeler halinde etrafında raks edip duran tekmil yaşanmışlıkları yanındaydı. Eşyaları sadece cansız bir mobilya olarak görüp onları salt maddi değerleriyle ölçen bir insan değil di o. Böyle olmaması gerektiğinin uzun zamandır farkındaydı. Başka insanların bu şekilde düşündüğü için ona deli ya da bunamış bir ihtiyar gözüyle bakmakta olduklarına aldırmadan son bir kez şefkatle okşadı yatağını. Onun mutlulularına, göz yaşlarına, kahkahalarına, doğumlarına ve her türlü duygusuna tanıklık etmiş olan yatağına helal etti hakkını.
Yaşlı kadın dünyaya son bir kez bakarken yalnız başına hissetmiyordu kendini. Mutluydu; yatağının güven dolu sıcaklığında kendisini bir dostun kollarında hayal ederek uçup gitti ahşap pencerenin aralığından yorgun ruhu.