Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mayıs '09

 
Kategori
Güncel
 

Yavaş akan nehirler

Yavaş akan nehirler
 


Neden böyle yavaş akarlar bilmiyorum. Şu nehirler canım. Sanki onları tutan var. Boşanıverseler ya dağlardan, derelerden aşağı çağıl çağıl. Ağustos güneşinin altında, kıraç düzlüklerde, uzaktan belli bellirsiz, bazen ip gibi incecik, sanki yokmuş gibi uyuz uyuz akıp duruyorlar ya sinir oluyorum. Denizlere ulaşacaklar akılları sıra. Kurur bunlar valla bir vadinin kavuran yaz sıcağında. Çıngıraklım da su bekler aşağılarda bir yerde.

Oldum olası güvenmem bu yavaş akan nehirlere.

Kimi insanlar da böyledir. Siz kendinizi parçalarsınız. Onun dünya umurunda değildir. Güya bu bir yaşam felsefesiymiş. Sakin yaşayacakmışsın hayatı. Mutluluk buradaymış. Huzur diyorlar adına. Ben huzurun mutluluk olduğuna inanmayanlardanım. Huzura erdiğiniz zaman her şeyin bittiği andır. Güneş artık doğmuş, yeryüzünün yeni aydınlanmaya başladığı umutları yeşerten, arzuları kamçılayan o müthiş başlangıcın heyecanı kaybolmuştur. Güneşin sıcağıyla yanan ensesini gözlerini kısarak kaşıyan tembel pısırık kendisini neyin mutlu ettiğini bana bir anlatsa. Güneşin tatlı yakıcılığı ise gir hamama. Yat sırtüstü hamam taşına. Yan terle buram buram. Değil tabi. Onunkisi tembelliğin verdiği rahatlık.

Yavaş akan nehirler nasıl denizlere, okyanuslara ulaşamayıp bir yerlerde kuruyup kalıyorlarsa pısırık, pasif, tembel ve boş vermiş insanlar da daha 40–50 yaşlarına gelmeden ya zararlı alışkanlıkların pençesine düşüyor ya da amaçsızlıktan, gayesizlikten tükenip gidiyorlar. Hiç şüpheniz olmasın ki şu genç yaşlarında mezarlıklarda yatan insanların çoğu hayatlarında da böyle sırtüstü yatıyorlardı.

Yaşam hareket üzerine kuruludur. İnsan dinamik bir canlıdır. Hayatı mutfak ile tuvalet arasında geçen biri kesinlikle yaşıyor denilemez.

Bir ülkenin ileri gitmesinde ya da geri kalmasında insan davranışları fazla önemli değil sanılır. Okyanuslar damlalardan oluşur. Refah çalışan ellerin üretiği kadardır.”İnsanlarımızın tembelliği” bir yazımızda da belirttiğimiz gibi ülkemizin geri kalmasının en önemli dört nedeninden birisidir. Ülkemiz insanlarının yarsı karınca, diğer yarısı ağustos böceğidir. Karıncaların ürettiği ile ağustos böcekleri de yaşamını sürdürüyorlar maalesef. Kerim Korkut doğruyu söylesin bu ülkenin insanları onu assınlar; hiç gam değil. Ülke zaten bu söylenmeyen doğrular yüzünden kan ağlıyor.

Başbakan istediği kadar “Kriz ülkemizi teğet geçti” desin. Böyle konuşmak zorunda zaten. Battık, bittik diyemez ki. Ancak sokak ortasında beni durdurup”Bir lira ekmek parası ver” diye dilenen genç adamın durumu başka şey anlatıyor.

Türkiye’nin yeniden yapılandırılmasına talip olanlar insanlarımızı da yeni düzene alıştırmak zorundadırlar. Urfalı Mecnun Dayı yeni düzende de bugünkü gibi güneş az yükselince hemen vurup kelleyi yatacaksa işimiz var bizim. İnsanlarımızın tembelliği çok önemli bir sorun. Yanlış zihniyetler de var tabi ki. İş olsa bile sadece babanın çalışıp diğer aile fertlerinin yiyip içmesi genellikle Anadolu insanında bulunan bir hastalık maalesef. Baba ailenin reisiymiş. Evin geçimini baba sağlarmış. Özellikle bilinçsiz cahil dindarlar arasında evin geçimini babanın sağlayacağı, kadının çocuklara bakacağı ve kocasına hizmet edeceği şeklinde bir anlayış var. Bu nedenle kadınlarını çalıştırmıyorlar.

Bir tanıdığım vardı. Kendisi çalışıyor fakat kazandığını içkiye veriyordu. Zavallı karısı okula giden çocuklarına elbise, defter, kalem almak için merdiven silmeye gitmiş. Bu nedenle karısını dövmüş.” Şerefli bir erkek karısını çalıştırmaz” diyormuş. Şerefli bir erkek öncelikle evine para getirir. Kerim Korkut 55 yaşında. Eşi ve çocukları kriz nedeniyle işsiz. Çaresiz bu yaşta hala çalışıyor.

Boşnak bir tanıdığım vardı. Onu ilk gördüğümde acınacak durumdaydı. Sonra aramızda kopma oldu. Uzun yıllar görmedim. Kiralık ev ararken tesadüf ona rastladım. Sorduğum ev onunmuş. İnanamadım. Konuştuk. 15 yıl çoluk çocuk bütün aile seferber olmuşlar. Her türlü işte çalışmışlar. 62 yaşındaki annesini bile işe vermiş. Sıfırdan borçsuz, harçsız bu evi yapmışlar.

Tembellik için ne söylenir ki. Yeni düzende insanlar yine bugün olduğu gibi tembel tembel yatarlar mı? Ne olur ki koca günde sadece 6 saatleri çalışarak geçse. Hem bütün yük onların sırtında olmayacak. Eşleri, 21 yaş üzerindeki tahsilde olmayan çocukları da çalışacak. İş nerde diye düşünmeyin. Şimdiki gibi üç fabrika, beş imalathane yok. O zaman ülkenin bütün varlıkları ekonominin emrine verilecek. Senin 2–3 milyon işçin Almanya’yı dünya lideri yaptı. Yeni düzende kadın erkek 21 yaşını dolduran herkes çalışacak. Herşeyi el üretir. Nasıl satarız diye düşünme. Dünyada yedi milyar insan yaşıyor. Sen yeterki üret. Satamazsak biz yeriz.

Şimdilerde koskoca bir ailenin yükünü baba omzuna almış. Taşı babam taşı. Bir kişi çalışıyor, dört kişi yiyor. Ülkemizdeki 15 milyon ailenin yarısı böyle. Tamam. Kriz var. İşsizlik var. Ama yine de bu bir hastalık, halkın yanlış zihniyeti. Bir kişi çalışıyor yıllarca. Günde bilmem kaç saat. Gece demeden gündüz demeden. Üstelik işe gidip gelme çalışmaktan da zor. Bir de akılsız bir kısım yöneticilerin ülkemizin insanlarının omzuna yüklediği angaryalar var. Ya ben elektrik faturamı yatırmak için neden saatlerce kuyrukta bekleyeyim? İnsan bıkıyor, usanıyor tabi. Onunki de can. İnsanlar paydos saatini dört gözle bekliyorlar. Çünkü çalışmak bugünkü haliyle çok sıkıcı. Hem süresi uzun. Hem sevdiğin işi yapmıyorsun. Yaptığın iş belli değil. Bir şey üretmiyorsun. Bu nedenle bir şeyler üretmenin, yapmanın zevkini mutluluğunu da tadamıyorsun. Sonra sen yapıyor üretiyorsun başarının kıvancını, ödülünü patronun, müdürün alıyor. Yani hizmetkâr ve köle zihniyetiyle çalışıyorsun. Üstelik genelde hak ettiğini de almıyorsun. Bu durumda çalışan nasıl mutlu olabilir? Elbette iş kaçağı olacak, tembellik yapacaktır.

Asalak yaşayanlar zaten bu ülkede tek tek saysak sayıları 10 milyonun üzerinde. Valla hiç kimse bana kızmasın. Gücü var. Çalışma imkânı var ama tembelliğinden, uyanıklığından, keyfine düşkünlükten beyefendiler, hanımefendiler çalışmıyorlar. Nasılsa devlet, kocaları, ağabeyleri, babaları, dayıları onlara bakıyor. Niye çalışsınlar ki? Çaresizlik ayrı bir olay. Ama bu şekilde olursam bana bir lokma ekmek vermeyin.

9 milyon yeşil kartlı. Tamam. Bedava muayene ederim. İlaç parası da almam. Belediyelerin temizlik işlerini onlara yaptırırım. Buradan sağlanan trilyonlarca lirayla fabrika kurar işsiz kalacak belediye işçilerini çalıştırırım. Ülkenin temizliğini yeşil kartlılar yapar. Annesi yapsın. Babası yapsın. Abisi, kardeşi hangisi yaparsa yapsın. O yerin yeşil kartlıları devletin kendilerine sağladığı bu hizmet karşılığında onlar da ülkemize hizmette bulunacaklar.

Yavaş akan nehirlerden “boş vermişler” gerçekten ülkemiz için çok büyük bir sorun. Bunlar da gurup gurup. İnançları gereği böyle olanlar var. ”İş olacağına varır” diyorlar. Yani ne yaparsan yap iş nasıl sonuçlanacaksa öyle biter. Sen işin nasıl sonuçlanacağını biliyor musun? Hayır, bilmiyor. İşin nasıl olacağını, nereye varacağını senin kararın ve çalışmaların belirler. Öyle olacaksa senin müdahalenle böyle olur. Şu kadar olacaksa bu kadar olur. Ne demekmiş iş olacağına varır. Nehirlerin akışını değiştiriyorsun. İşin yönünü de değiştir. Senin istediğin gibi olsun. Tembel adam tavırları bunlar.

Ümitsizler daha büyük bir trajedi.”Boş ver aldırma!” sözü yiğitlikten söyleniyor sanmayın. Bal gibi acizlik. Bunlar yenilgiyi kabul etmiş doğuştan mağlup insanlar. Ayıp be! Adam hiç değilse bir kere meydana çıkar. İki tek dal. Bir künde dene. Olmadı yat sırtüstü. Hakem yere vursun üç kez. Ve sonra tuş ol. Var mı öyle güreşmeden yenilmek, yaşamadan ölmek.

Bir de bu acizlerin filozof olanları var.”Rakı içen öldü de su içen ölmedi mi” diyorlar. İster rakı iç öl isterse su iç öl. Beni ilgilendirmiyor. Aslında devletin nüfus sayımında sizleri hesaba katmaması gerekir. Ya siz nesiniz Allah aşkına? Hangi isimle adlandıralım sizi. Şu söylediğiniz sözün dünyada yazılmış hangi kitapta yer aldığını söyler misiniz? Siz doğarken mezarınızı da hazır edelim en iyisi. Böyle bir yaşam anlayışı olur mu ya? Resmen hastalık!

Herşeyin yavaşında bir muzır vardır. Nehirlerin yavaş akanı temiz değildir. Her tarafı pislikle doludur. Görünüşü çirkindir. İnsanlar nehirleri andırırlar.

“Dakikalarımız sayılı. Bir dakika sonra bakmışsın ki ölmüşsün. Sabaha çıkacağımız meçhul” Nerde yazıyor bunlar? Adama bak ya! Allahın takdiri hakkında hüküm yürütüyor. Sen kimsin ya? Nerden alıyorsun bu bilgiyi? Saçma sapan konuşuyorsun. Senin yüzünden hayal bile kuramıyorum. Ya beni bir ölüm tribine soktun. Hayatım karardı. Ha şimdi öleceğim diye diye psikolojim bozuldu.

Unutmayın sizi hayata bağlayan şey yaşamayı istemenizdir. İnsanlarımızın çoğu mecbur oldukları için yaşadıklarını söylüyorlar. Bu ne katlanılmaz bir şeydir! Koskoca bir ömür mecburiyetlerle geçer mi? Yaşamak nasıl mecbur olur ya? Doğarken ağlıyoruz. Yaşarken acı çekiyoruz. Ölürken üzülmüyoruz. Çünkü hayat yaşamaya değmez. Ben “Ah niye ölüyorum? Keşke biraz daha yaşasaydım. Muradım yarım kaldı” diyen birine rastlamadım.

Sevgili halkım! Hayat bu olamaz. Bu aslında bizim kadereci zihniyetle kabul edip uyduğumuz bir yanlış yol. Hiç acı çekmek için doğulup, yaşanır, ölünür mü?

Enteller, zenginler, tuzu kurular… İşte bunlardan bazıları da yavaş akan nehirlere benzerler. Kendilerinin altında, daha kötü yaşam şekilleri ve bu hayatları yaşayan kimseler onları ilgilendirmez. Aslında bunlar medeni, modern ve kültürlü olmalarına rağmen ülkelerin ilerlemesinde çok ciddi engeldirler. Hiç bir devrim zenginler düşünülerek yapılmadığı için halk hareketlerine sempati ile bakmazlar. Çağdaş medyayı izleyip destekledikleri için “mutlu yaşayalım. Her şey aynı kalsın”anlayışı en demokratında bile vardır. Bunlar sıvacılara benzerler. Binanın yüzü eskidikçe rengârenk sıvalar yaparlar. Onlara göre medeniyet gelişme budur. Her zaman ilericiliği savunurlar fakat bir adım da ileri gitmezler. Kullandıkları yaşam argümanları çeşitli kaynaklardan onlara hazır olarak gelir. Giyimlerinde örneğin Paris modası hâkimdir. Kerim Korkut bu modaya beş çekecek bir tarz yaratsa bile hiç ilgilenmezler.

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..