- Kategori
- Kültür - Sanat
Yazarlık üzerine

Milliyet'ten
Çok okunmak ilk derdim olmadı. Zaten o yüzden ortalamalardadır okunma sayılarım. Yazmak hoş bir uğraş benim için. Ancak bu hoşluğun iyi ve güzelin yükselmesine küçük de olsa bir katkı yapması dileğindeyim.
Kitap yazmak için çok kitap okumak ön şart değildir ama belli başlı kitapları okumuş olmak avantaj sağlayacaktır. Kitapların içinden çıkıp gelip kitap yazacak biri için o karanlık yolda okuduğu kitaplar ona yol gösterici olacaktır, ancak, farkında olmadan onu kendi yoluna çekeceklerdir.
Kitaplar size yürüyeceğiniz yolda ışık verecektir, ama vereceği ışık sizi benzer yollara da götürebilir. Yani ışık yine siz olacaksınız; yanan siz.
Siz yanacaksınız ve yürüdüğünüz yol, siz erirken aydınlanacak.
Eminim bir çoğunuz kitap yazmak için bir word sayfası açıp süslü cümlelerle bu işe girişip, daha birkaç paragraf gidemeden ürkerek kendini geri çekmiş olmalı. Gayet doğaldır. Ama şunu bilmenizi isterim, damla yettiğinde kendiliğinden damlayacaktır. Bu sizi ürkütüp kaçırtmasın.
Eline kalem alıp duygularını yazan herkes yazdıklarını çok beğenecektir. Bu da gayet doğaldır. Yazma eylemi insanın kendisiyle en içten baş başa kaldığı, içinden geçenleri anlattığı, konuştuğu; kısaca kendi olduğu andır. Hem ulaşılması kolay hem de masraf gerektirmeyen en yüce eylemdir yazmak.
Önemli olan ise herkesin dediklerini tekrar etmemektir. Bilinen doğruları bile sorgularken değişik açılardan bakabilmektir özgün yazabilmenin sırrı. Farklı bakabilmek için yaşamın farklı yüzlerini tanımak, iyi bir hayat savaşçısı olmak ve sıkı gözlem yeteneği gereklidir. Yaşamda karşısınıza çıkan pek çok şeyin aslında Yeşilçam filmlerini aratmayacak rastlantısallıkları, gariplikleri varken görmeyle vakit kaybetmeyiz. Örneğin mendilci bir çocuğun dramı ilgimiz pek çekmez; onun yalın ayak, kış günü incecik yırtık kirli kazağı da, hayatta kalış hikayesi de. Çünkü biliriz, böyle bir şeyin altını deşmek bizi sıkıcı, hoş olmayan ayrıntılara götürecektir. Halbuki yazarlık, gerekirse çocuğu takip ederek çocuğun yaşadığı yere kadar gidip görmek demektir. Klavyenin başında ilham perilerini bekleyen için sonuç hüsrandır.
Yazmak küçük bir kıvılcımla başlar. Birinin söylediği bir söz, aklınıza geliveren bir kelime, aniden başlayan yazma isteğidir. Kalem sizi seçmiştir. Klavyede kelimeler hızla akar. Hatta öyle ki, hızına dahi yetişemeyebilirsiniz. Günleriniz birbirine karışır. O kısa süre içinde dünya ile ilginiz akşam yemeklerinde olur. Günleriniz yazmakla geçer.
Diğer bir yöntemse, sindirerek yazmadır. Yazar yıllarca kelimelerin üzerinde çalışır. Amaç en iyi cümleyi yakalamak ve okuyucuya sunmaktır. Sayın Selçuk Altun’un okuduğum son kitabını (Annemin Öğretmediği Şarkılar) beş yılda yazdığını ve romanın 200 sayfadan az olduğunu söyleyebilirim. Eğer kelimelerin üzerinde uzun süre oynarsanız kendinize döner kelimeler. Yani sizi anlatmaya başlar ister istemez. Öyle değil midir; aşırı ilgi gösterdiğiniz her şey size karşılığını bir şekilde verir. Kelimelerde öyledir. Ama o kitabın çok güzel olmasını engellemez, ki, çok sevmiştim. Çünkü onu ayrı kılan, bir romandan çok başvuru kaynağı olmasıydı. Ama o bir istisnaydı.
Geçenlerde Cem Yılmaz’ın son gösterisinin dvd’sini izleme şansım oldu. Yıllar önce söylediklerine aynen devam ediyordu: "ben şu kadar vole vuruyorum, arabam şu, zenginim…" falan fıstık. Tam birbuçuk saat! Kendini yemeye başlamış dedim içimden. Bir insan kendisinden eğer bir buçuk saat bahsediyorsa, bunun espri boyutu gitmiş patolojik aşaması başlamıştır (tıpla ilgili terimleri seviyor). Kendini yenilemediğini, çok kazanınca asıl hedefe ulaştığını; kısaca, "idare edip gidiyoruzu" bana söyledi.
Yazmakla ilintisine gelirsem; her zaman söylerim, çok ilişki çok çocuk anlamına gelmez. Çok kelime bilmeniz, çok entelektüel olmanız sizi yaratıcı yapmaz. Hele ülkemizdeki gibi, belli grupların destekleriyle belli noktalara gelmiş yazarları düşününce, üretimlerinin ne kadar sığ olabileceğinin örnekleriyle karşılaşırsınız. Size içeriği boş, hiçbir şey vermeyen ama hoş vakitler geçirten bir kitap vermekten ileri gidemezler. Çünkü gerçek yoktur içinde; veya var olan yazara göre değişmiştir. Sayın Pamuk’un son romanında gördüğüm net şey; aşırı libidolu, cinsel performansı ve çekiciliği dayanılmaz olan roman kahramanına(kendi olma olasılığı yüksek) on sekiz yaşındaki kızın tapınmasını ve sadece kendisi olduğu için tapınmasını sağlamış. Kız fakir, adam fabrikatör. Yaşlar: on sekize otuz.
Bu tür yazarların ileriki günlerde çoğalacağına şüphem yok. Çünkü bu işin sonunda para kazanmak gibi bir hedef konacaktır.
Bakınız dostlarım; eğer iyi bir gözlemciyseniz, gerçeği değiştirmeden anlatabiliyorsanız, yeni ve etkileyici bir tarzınız olduğuna inanıyorsanız neden kitap yazmayasınız? Tabii ki yazdığınız kitaba güvenmek şartıyla.
Yoksa alınganlığınız artacaktır. Bu gayet doğal çünkü iyi dönüşümler gelmedikçe insanın en duygusal yönü, iç dünyası, kalesi yıkılacaktır.
Ve bu da hiçbir şeyin acısına benzemez.