Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '21

 
Kategori
Edebiyat
 

Yazı - Bölüm 2

BÖLÜM 2

 

            Kapsülün içinde saydam bir halde idim. Lajen gibi. Saydam derken sizlere birazda İcnah’tan bahsetmeliyim. Ki anlatsam da gözünüzde nasıl bir şey oluşacağını bilemiyorum. Büyük ihtimal benim anlattığım ile anladığınız; siz geçiş yapana kadar aynı olmayacak. En azından şu an yaşadığınız dünya da görmeseniz de ötesinde göreceğinizin garantisini verebilirim.

 

            İcnah’ı şekil olarak anlatmak için şöyle yapalım; ilk bakışta güzel dediğiniz güzel bir gökyüzü düşünün. Sizin zamanınızdaki gibi; mavi renkli, hayallerinizde her türlü şekli alabilecek beyaz bulutların gezdiği. Altında yeşillere bürünmüş bir toprak ve şelaleler gözlerinizin alabildiğince büyük şelaleler. Ama korkunç olmayanlarından; içinize huzur dolduranlardan.

 

            Ve çevirin hepsini ters düz olsun dünya. Gökyüzü ayaklarınızın altında, şelaleler aşağıdan yukarıya doğru aksın. Zamanı unutun, zaman yalnızca düşünce olsun. Bir tutam mekan düşünün ve orada olun. Hepsi o kadar.

 

            Peki bu dünyanın saydamlığı nerede kaldı. Lokal olarak aynı yerdeyiz aslında. İcnah ve yaşayanların dünyası içiçe geçmiş durumda. Bu geçmişliği sadece seçilmişler ve diğerleri yaşıyor.

 

Diğerleri melekler ve şeytanlar.

 

Gözlerimi yeniden açtığımda Lajen çoktan hazırdı bile. Öyle ya bu gece nadiren yaptığımız (aslına hiç cesaret etmediğimiz) bir şeyi yapacaktık. Topraktan çıkıp anleke çıkacaktık. Anlek; meleklerin yaşadığı kentlerin adı bu arada.

 

Hani şelalelerin yukarıya doğru aktığı yerler vardı; işte onlar meleklere ait şehirlerden başka nerede olabilirdi ki. Lakin türlerin birbirlerinin alanlarına girebilmeleri kolay değildir. Kabul ister. Varlık neyden yapıldığı ise onun ait olduğu ve onu kabul eden o dur.

 

İnsan topraktan geldi ise toprak onu kabul eder. Meleği veya şeytanı almaz içine. Toprakta isen korunursun, saklanabilirsin. Ve topraktan geldi isen yine toprağa dönersin. Bedenin yine orada çürür, ona karışırsın, ona bölünürsün. Şeytanın ateşe, meleğin ruh tanelerine bölüneceği gibi.

 

Altında bulunduğumuz anlek; sizlerin Paris dediği şehre aitti. Biz artık Kerib diyoruz. Her şehrin bir anleki vardır mutlaka. Sizin yaşadığınızında. Senin yaşadığının da, elbette. Yalnızca göremiyorsunuzdur. Üstelik her biri şehrinin adı gibi, şehrinin karakteri ile anılır.

 

Siz Kerib’e aşk şehri mi diyordunuz. Güldüğümü samimiyetle söyleyebilirim. Burada aşkın adı geçmiyor artık. Son büyük savaştan sonra Tifah’ı denilen insan- iblisin dünyasında burada aşka gerçekten “başka” yaşanıyor. Burası artık bir çiftlik. İnsan için insan çiftliği üstelik. Nasıl olduğunu size yaşayanın ağzından anlatırım.

 

Bugünün konusuna dönmem gerekiyor aslında. Kerib’e geldik çünkü burası henüz sahibi değişmemişti. Ateşin sahipleri buraya yakın ama ele geçirmemişti. Bu yüzden merak ettik ve Lajen ile geldik. Topraktan bir cesaret edip dışarı çıkıp oraya gidecektik.

 

Merak. Tek nedeni bu idi basitçe. Uzun zamandır Lajen ile İcnah’ta geziyorduk. Tanıştığımız ilk gece de başlamıştık bu gezmelere. Bütünleşmemiz her iki dünyada da olmuştu o gece. Yalnız gezdiğimi sanırdım iki dünyada da. İcnah’ta onu ilk gördüğümde bulunduğum yerin İcnah değil rüya olduğu kanısına varmıştım. Geri döndüğümde ikimizde karşımızdakinin kim olduğunu anlamıştık.

 

Rastlantılara inanmam aslında. Rastlantıyı eskiden yalnızca matematiksel değişkenliklerin bir sonucu olarak görürdüm. Şimdi ise; inandığım kadim değerleri de ekleyerek “ruh ve fiziksel değişkenliklerin sonucu” olarak tanımlıyorum. Lajen ve ben her ikisinin de sonucu olarak bir aradaydık. Aslında daha geniş bakarsam; bizler devam eden bir başka sonucun ara işlemleriyiz sadece.

 

Etrafı dikkatlice inceledim. Bunu yapmaya ikimizde mecburduk. Çok olmayan yakın zamanda ateşten yaratılmış şeytanların, çevredeki diğer anleklere saldırdığını topraktan izlemiştik. Gökyüzünde meleklerin sonuçlarını bilmelerine rağmen; yalnızca inandıkları için savaşıp; kanatlarının yırtılıp; buharlaşırcasına yere düşüşlerini görmüştük. Sanki sis kaplıyordu toprağın üzerini. Çıkmaya korkuyorduk. Lajen ile gözgöze geldik bu tabloyu izlerken. Biz onlar kadar inançlı yaratıklar değildik. Esasına bakarsanız neye inandığımızı da bilmiyorduk o zamanlar. Sadece hayatımızın gözlem yaptığımız dönemleri idi.

 

Bugün bu korkuyu kırmaya hazırdık. Yavaşça düşünmeye çalıştık. Düşünmek için acele etmemem için Lajen durmaksınız beni uyarıyordu. Anlaşılan benden daha fazla korkuyordu; fakat birimizin daha cesur “göstermesi” ve rolünün bu olması gerektiğine karar vermişti. Cevap vermedim ama dediklerine tümüyle uydum. Yavaş düşünüyorduk böylece yavaş gidecektik anleke. Perdelerin önüne gelmiştik. Dokunacak kadar yakındık, elimi yavaşça uzattım. Hani bir miktar su (bulabilirseniz) yüzünüze değer ve serinlikle rahatlama hissedersiniz ya; elimde onu hissetmiştim. Nedensiz aşağıya doğru tekrar baktım. Lajen; buraya odaklamamı söyledi. Sıkılmadan tekrarladı.

 

“Yavaş”.

 

Elimi geri çeker gibi olmuştum Lajen seslendiğinde. Hemen yanımda etrafı gözlüyordu. Bunu yaparken ona bakmıyordum aslında. Sadece perdenin ardından yukarıya doğru akan şelalelere takılmıştım. Ne güzeller. Acaba eskiden de böyle miydi? Sizin zamanınızda yani. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğimi sanıyordum.

 

“ EĞİL”

 

Birden bire ne yapacağımı şaşırmıştım. Ses Lajen’den de gelmemişti. Tanımadığım bir enerjinin beni aşağıya doğru bastırdığını hissettim. Cehennem sıcaklığı üstümden geçti.  İtiraf etmeliyim; onca hazırlığa rağmen, oldu olacak bir şey derken gerçekten korkmuştum. Kafamı ateşin geldiği yere çevirdiğimde; ateşin sahibi şeytan parçalara bölünüyordu. Gözleri yoktu ama olsaydı; kırmızılar içinde kocaman açılmış olmalıydı diye düşündüm.

 

Sırtına asılmış bir kılıç elinde ise hiç görmediğim bir algen (silah) bulunuyordu. Adının Malek olduğunu sonra öğrenecektim.

 

Yüzlerce demek hafif olur kesinlikle, etrafımızı sanki milyonlarca şeytan sarmıştı.  İçgüdüsel olarak geldiğimiz yere dönmeyi düşünüyordum. Bu anda gülmek ne kadar saçma olur bilemiyordum ama; Lajen perdenin arkasına geçecek gibi duruyordu. Elini zaten hiç bırakmamıştım. Tekrar daha sıkı tuttum ama ne yapacağımız hakkında hiçbir fikrim yoktu.

 

Algenini savuran ihtiyarın bir yol açamayacağı kesin gibiydi. Bir an nasıl bir cesaret dedim. Hangi akılla gelmiştik ki buraya. Çıkamayacaktık kesinlikle. Ya da bilemiyordum o an bu ihtiyar bilmediğimiz bir şey mi biliyordu.

 

“Çabuk toprağa” dedi gür bir sesle. Nasıl olacaktı bu?

 

“Her yerdeler..” diye Lajen bana fırsat bırakmadan cevap verdi. Gökyüzünde olduğunuzu düşünün. Altınızda ve üstünüzde, her yerde şeytan kızıllıkları duruyordu.

 

“Toprak” dedi ihtiyar. “Yalnızca toprağı düşünün” dedi. O bunu demeden önce milyon kere düşünmüştüm zaten ama bir başka güç geçmemize izin vermiyordu.

 

Algen’ini sertçe gökyüzüne doğru kaldırdı. Bize son bir kez daha baktığını hatırlıyorum. O bakışı unutmayacağım hiçbir zaman;

 

 

“ GELDİĞİM, AİT OLDUĞUMDUR !!! ”

 

            Kendimizi gerçekten toprağın içinde bulmuştuk. Lajen ile birbirimize baktık. Sonra bize bakan ihtiyara. Yukarısını düşünmek istemiyordum. Kim bilir de değil aslında; düşündüğüm gibi orada olma olgusu; içimi ürpertiyordu. Ama yukarıya doğru baktım, içimeki korku zaten beni yukarıya bir daha çıkartamazdı. Toprağın üstünde kan gibi akıyorlardı. Her yer sarılmıştı.

 

 
Toplam blog
: 13
: 318
Kayıt tarihi
: 07.12.10
 
 

İlköğretimimi İstanbul'un üç farklı semtinde tamamladım. Ardından ticaret meslek lisesi, moda- ta..