Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Dünden bugüne bir ses, bugünden yarına bir çığlıktır şiir

İki Dost: Dünya Şiir Günü ve Dünya Çocuk Şiirleri Günü 

Fuat OVAT “ 

Güzel içeceklerim yok ya/ Olsun içelim, sen de buyur/ Yok ya güzel yemeklerim, / Olsun, yiyelim, sen de buyur!/ Ben erdemde sana yetişemem ya/ Türkü söyleyelim yine de, halay çekelim…” 

Binlerce yıl önce yazıldığı sanılan bu Çin şiirinde sevgiden, paylaşmanın güzelliğinden söz ediliyor. Yine yıllarca önce yazılan bir başka şiirde de başka bir ozan, Aprinçur Tigin sevgisini söylüyor: 

“Nurlu tanrılar buyursun;/ Yumuşak huylum ile/ Bir arada oturup ayrılmayalım/ Güçlü melekler güç versin:/ Gözü karam ile/ Güle güle oturalım...” 

İnsanlar... Şiir... Tarih... Şiir kuşkusuz bir ürün. İnsanın, hayatın olduğu her yerde bulunan bir ürün; ekmek, hava, su gibi. Öteden beri bizimle, yanımızda, hep yakınımızda şiir. İlkel toplumlarda bile tartılı sözler, ritim, şiir vardı. Daha o çağlarda insanlar ateş çevresinde dans ederken, yürürken, uyaklı, uyumlu sözler söylüyordu. 

Dillerindeki şiir sayılmasa da giderek şiiri doğuracak kıvılcımlardı. Önce dilden dile dolaşarak yayılacaktı, neden sonra yazının bulunmasıyla şiir de kalıcılık kazanacaktır. 

“Yine yaz günleri geldi söyle bülbülcüğüm söyle/ Cümle çiçekler zeyn oldu söyle bülbülcüğüm söyle/ Kış çıkacak erdi bahar canını gafletten uyar/ Cennete döndü her diyar söyle bülbülcüğüm söyle” derken Yunus Emre, Anadolu Türkçesinin en güzel, yalın, arı örneklerini verecekti… 

Osmanlı dönemine gelindiğinde çoğunluk Türkçe yazmak yerine karışık bir dil olan Osmanlıcayı yeğlerken Türkçeyle iyi örnekler verenler de olacaktı elbet. Burada Fatih Sultan Mehmet’in yazdığı şiirler de anılmalı: 

“Sevdim ol dilberi söz eslemedin vay gönül/ Eyledin kendözünü âleme rüsvay gönül.” diyen bu padişahın yazdığı şiirler devrin pek çok şairine örnek olmuştur. 

Karacaoğlan’a geldiğimizdeyse sevidir söz konusu olan; güzellerdir, gurbettir. Anadolu’dur karış karış, toprağıyla, insanıyla... “Bir yiğit gurbete gitse gör başına neler gelir./ Merdin sılayı andıkça yaş gözüne dolar gelir/ Bağrıma basarım taşlar, akıttım gözümden yaşlar/ Yavrusun yitiren kuşlar, yuvasına döner gelir.” deyip, soylu bir özlemi anlatır. 

Kimi zamansa bir güzele seslenir: “Güzel ne güzel olmuşsun/ Görülmeyi görülmeyi/ Siyah zülfün halkalanmış/ Örülmeyi örülmeyi.” Sevdiğine sitem ettiği de olur: “Bana kara diyen dilber/ Gözlerin kara değil mi/ Yüzünü sevdiren gelin/ Kaşların kara değil mi?” İyi söyler Karacaoğlan, has söyler; “İncecikten bir kar yağar/ Tozar elif elif diye.” der, “Sabahtan uğradım ben bir güzele/ Ala gözlerine sürmeler çekmiş.” dizelerine soluk verir. 

Aradan bunca yıl geçtikten sonra bunların çoğu şarkı olur, türkü olur, dilden dile dolaşır… “Ayna güzel/ Yüz güzel, ayna güzel/ Oturmuş zülfün tarar/ Dizinde ayna güzel/ Civan yâri görenler dediler ay ne güzel.” Ay, ayna, sevgi, konu olur sık sık, manilere, şiirlere... Ay deyince Ahmet Haşim’i anmamak mümkün mü?... 

“Suyun kıyısına dizilmiş, durgunluk ile bekler/ Ayın büyüsüne dalan hayal dolu leylekler...” Hayal dolu olmakla kalmayıp, ayın büyüsüne dalar Ahmet Haşim’in şiirinde leylekler. Rüzgârsa, çok duyarlı bir genç kız gibi sessiz sessiz ağlar. “Dökerken ufka donuk, kanlı bir ışık Eylül, / Girerek darmadağın saçlara/ Gizli bir sesle ağlayan ey rüzgâr!” diye seslenir, konuşur sanki Haşim rüzgârla. 

Zaten çoğu şairlerimiz, şiirlerimiz için durum böyledir. Belki de bizi bu duygulara götürdükleri için seviyoruz onları... Yahya Kemal Beyatlı’nın Geçmiş Yaz’ını okuyup da duygulanmayan var mı acaba?... 

“Rüya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle/ Her anını, her rengini, her şiirini hazdan/ Hala doludur bahçeler en tatlı sesinle/ Bir gün bir uzak hatıra özlersen o yazdan/ Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:/ Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;/ Mehtap, iri güller ve senin en güzel aksin, / Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde.” 

Şiir ve romanları, düz yazılarıyla tanıdığımız Ahmet Hamdi Tanpınar da söz sevgiden, sevgiliden açılınca sıcaktır, duyarlıdır. Sevgilisine şöyle seslenir: “Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak, / Rüyalarım kadar sade, güzeldin./ Baş başa uzandık günlerce ıslak/ Çimenlerine yaz bahçelerinin/ Ömrün gecesinde sükûn, aydınlık/ Boşanan bir seldi avuçlarından. / Bir masal meyvesi gibi paylaştık/ Mehtabı kırılmış dal uçlarından…” 

Avuçlardan boşanan sel, paylaşılan masal meyvesi, dal uçları, kırılan mehtap... Tanpınar gizemli bir dünyaya götürür bizi. Ahmet Muhip Dranas da Fahriye Abla’yı anarken bir sevgiyi yeniden yaşar adeta. Bir prizmadan yansıyan anılarda düşle gerçek kucak kucağadır. 

“Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi, / Sarmaşıklarla balkonu örtülü bir evdi;/ Güneşin batmasına yakın saatlerde/ Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede;/ Yaz kış yeşil bir saksı pencerede;/ Bahçede akasyalar açardı baharla, / Ne şirin komşumuzdun sen Fahriye Abla!” Böyle işte; kimi bir komşumuzu anarız, bahçedeki akasyasıyla, penceresinin yeşil saksısıyla, ne şirin komşumuzdun sen diyerek; gün olur, şimdi ne yaptım, bugüne kadar nereye geldim, nelerle uğraştım deyip, kendimizle hesaplaşırız... 

Çoğumuzun “Otuz Beş Yaş” şiiriyle tanıdığı Cahit Sıtkı Tarancı da, Gençlik Böyledir İşte diyerek boşa geçen günlerinin üzüntüsünü yaşıyor olmalı: “Ah o kadrini bilmediğim günler, / Koklamadan attığım gül demeti, / Suyunu sebil ettiğim o çeşme, / Eserken yelken açmadığım rüzgâr!/ Hâlbuki sular batıya meyleder, / Ağaçta bülbülün sesi değişti, / Gölgeler yerleşiyor pencereme;/ Çağınız başlıyor ey hatıralar!” 

Anılarımız, özlemlerimiz sevgilerimiz... Kimi düşler kurarız, kimi geçmiş günleri anarız. Anılarımızda bir ırmağın, bir denizin, bir küçük evin öne geldiği çok olur... 

Bir şiirinde, denize duyduğu özlemi anlatır, Ömer Bedrettin Uşaklıgil: “Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor, / Çöllerde kalmış gibi yanıyor, yanıyorum;/ Allı pullu gemiler, damların üzerinden, / Ben zavallı, / Ben yıllardır denize hasret, / Bakar bakar ağlarım...” 

Orhan Veli, denize duyduğu özlemi, onunla özdeşleşmek istercesine anlatır, kimi zaman da, gözleri kapalı İstanbul’u dinler. Alır bizi de yanına, uzaklara götürür. Uzaklara ama bilinmezlere değil; denize, anılarımızın güzel İstanbul’una götürür... 

Bir başka ozanımız, Sabahattin Kudret Aksal ise gökyüzüyle yeryüzü arasında dolaştırır bizi. Onun Şiir Dünyası’nı okurken bütün bir doğayla kucaklaşırız sanki: “Bir türlü harcamakla bitmez/ Gökyüzü ağaç bulutlar/ Şehrin bitiminde bir orman/ Arılar karınca kuşlar/ Dağınık mı dağınık liman/ Ne ülkelere gider vapurlar/ Apartmanlar yarışır bir yandan/ Nasıl içten hazırlıktalar/ Her biri yer alabilmek için şiirde / İş bir rüzgâr essin rüzgâr…” Şiir Dünyası’yla doğaya götürdü bizi Aksal... 

Peki, yola çıkmışken, “Mesire Yerleri”ne uğramadan dönülür mü? Tam bu noktada Edip Cansever geliyor aklımıza: “Sonra yavaş yavaş siz de/ Kırlara gömüldünüz/ Yaşayan bir âleme doğru/ Açıldı hafifçe şemsiyeniz./ Nasıl da kaynaşıyordu meydan/ Değişmemişti kırların hali/ Otlar, fidanlar gibiydiniz/ Uzakta şimdi./ Sıcakla beraber upuzun/ Dereyle akıyordunuz/ Yahut sallanıyordu rüzgârda/ Başaklar gibi kollarınız./ Güneşle karışıvermiş/ Kırın içinde ne varsa/ Öyle gürültüsüz ferah/ Sıcak sıcağına dünya…” 

Edip Cansever’in şiiri böyle sürüp gidiyor... Daha nicelerinin pek çok şiiri böyle değil mi? Okuyoruz bir defa; seviyoruz. Bir daha, bir daha okuyoruz… 

Mehmet Kaplan’a göre, biz dünyanın en şair ruhlu milletlerinden biriyiz. Yeryüzünde, bizim gibi köylüsü, kentlisi, eşkıyası, padişahı, velisi, delisi, şiir yazan ve şiir söyleyen bir başka ulus gösterilemez... 

Suut Kemal Yetkin’e göre ise şiir hayatla baş başa gider: “... düz yazıdan çok ayrımlı olmakla birlikte aynı sözcükleri, aynı şekilleri, aynı ses perdelerini kullanmaktadır. (...) raks, yaşam için gerekli vücut hareketleriyle nasıl amacı kendinde olan bir hareketler sistemi yaratıyorsa, şiir de yaşamak gereksiniminden doğmuş olan, yaşamın ve düşüncenin emrinde bulunan sözcükleri nerdeyse köklerinden çıkararak onlarla kendi kendine yeten bambaşka bir dünya yaratıyor.” 

Bambaşka bir dünya şiir… Seviniriz; korkarız, üzülürüz; bir şarkıyı, bir türküyü mırıldanırız ya da bir şiir dökülüverir dudaklarımızdan. Bir başımıza kaldığımızda, fısıltıyla başlayıp sesimizi yükselterek okuduğumuz şiirler de az değildir hani. Dünyayı bir şiir gibi severiz mutlu olduğumuz anlarda. Mutsuz günlerimizdeyse şiirlere sığınırız, şiirle yeniden severiz dünyayı. Sevgiler, mutluluklar buluruz dizelerde: 

“İçimden hep iyilik geliyor/ Yaşadığımız dünyayı seviyorum/ Kin tutmak benim harcım değil/ Çektiğim bütün sıkıntıları unuttum/ Parasız pulsuzum ne çıkar/ Gelecek güzel günlere inanıyorum…” 

Şairimiz Necati Cumalı’nın söylediği gibi, elbet daha güzel günler var yarınlarda, gelecek, hem pek yakında gelecek. Şiir de tükenmeyecek biz insanlar yaşadıkça. Dünden bugüne uzayan, hiç bitmeyecek, hep sürecek bir çizgi şiir. 

Günümüz şiirinde çarpıcı benzetme ve imgelerle yepyeni sentezlere ulaşan Sezai Karakoç, şiirin yanı sıra hikâyeleri, deneme ve incelemeleriyle edebiyat dünyasında kendine mahsus yeri olan biridir. 

“Açma pencereni perdeleri çek/ Mona Roza seni görmemeliyim/ Bir bakışın ölmem için yetecek/ Anla Mona Roza, ben bir deliyim/ Açma pencereni perdeleri çek...” dizelerini okuyup da hayal deryasına dalmayan var mı acaba?... Böyle bir şiiri okuyup geçmiş günleri anmamak mümkün mü?... 

“Bana çiçek gönderme/ Bir kuş ağacı gönder…” diyen Ülkü Tamer, çoğumuzun, dostun birinden bir demet çiçek alınca, sevinçten uçacak gibi olduğu günümüzde “bir kuş ağacı”nı yalnız kendisi için mi istiyor acaba?... Bence hayır. Bir yürek şairin de olsa, böyle bir mutluluğu, coşkuyu taşıyamaz birileriyle paylaşmadan. Mutlaka bölüşülmesi, çoğaltılması gerekir. Hangi şairin hangi şiirini alırsanız alın elinize, o yalnız bir kişi için değildir. Çünkü şiir bu. Anı, günlük olsa neyse... 

“Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;/ Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum./ Yolumun karanlığa saplanan noktasında, / Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum…” Necip Fazıl elbette ki pek çok insanın, hemen hepimizin duygularına tercüman oluyor bu şiirinde… 

Yazın sıcağında, kışın soğuğunda, sarı sarı yaprakların uçuştuğu sonbahar günlerinde, ağaçların peş peşe çiçeklendiği ilkbaharda, işçinin emeğinde, annenin sevgisinde, bir çocuğun ağlamasında, köyde-kentte, otobüste, trende, bizimle şiir öteden beri… 

Şöyle bir düşününce görüyoruz ki, her yerde, her dönemde, her mevsimde, gün boyu, her şeyde şiir, biz insanlar için... Dünden bugüne bir ses, bir şarkı; bazen de bugünden yarına, belleklerden kazınması mümkün olmayan bir çığlıktır şiir… 

21 Mart “Dünya Şiir Günü” olarak değerlendiriliyor. “Dünya Şiir Günü”nde, günün anlamını belirten konuşmalar yapılıyor. Şiirin gerekliliği, vazgeçilmezliği, yararları; Dünyaya barışı getirecek olanın şiir olduğu bir kere daha anlatılıyor. “Dünya Tiyatrolar Günü”nde olduğu gibi “Dünya Şiir Günü” bildirileri seslendiriliyor. Şiirler söyleniyor; Türkçeden Rusçaya, Arapçadan İspanyolcaya değişik dillerde şiirler okunuyor… 

Bir gün sonra, Mart ayının 22. günü ise “Dünya Çocuk Şiirleri Günü” olarak değerlendiriliyor. “Dünya Çocuk Şiirleri Günü” evrensel bir gündür. Birleşmiş Milletlere üye bütün ülkelerde bu gün kutlanır. Dinleri, dilleri, renkleri, ülkeleri başka olan bütün dünya çocukları bugün aynı duygularla, aynı düşüncelerle şiir okur, şiirle dolu bir gün yaşarlar... 

Siz de hayatla, şiirle haşır neşir birisiniz... Kendinizi ve dostlarınızı şiir dünyasının o büyülü ikliminden mahrum bırakacağınıza inanmıyorum... Söz aramızda, en son ne zaman bir şiir okudunuz?... 

 
Toplam blog
: 54
: 877
Kayıt tarihi
: 30.06.10
 
 

Kamu yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. İletişim, medya sektöründe çalışıyorum... Yazmayı se..