Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yazıyı lütfen; Bir Hristiyan-Müslüman; Kürt- Ermeni, Türk değil, insan olarak okuyunuz.

Yazıyı lütfen; Bir Hristiyan-Müslüman; Kürt- Ermeni, Türk değil, insan olarak okuyunuz.
 

"Biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz...."


Babamın zamanından tek bir kişi kalmış o sokakta. Birbirlerini görünce öyle bir sarıldılar ki, babamın bir Türk’e öyle sarılacağını hayal bile edemezdim. (1)

...

Diyarbakır’da 1966’da doğdum. Ben altı aylıkken ailece, annem, babam ve iki ablamla İstanbul’a göç etmişiz. Amcam da, karısı ve dört erkek çocuğunu alıp bizimle birlikte gelmiş. İstanbul’a gelmemizin tek nedeni, babamın bizi Ermeni okuluna göndermeyi çok istemesiydi.

Kendisi tek kelime Ermenice bilmezdi ve tek rüyası, üç çocuğunun Ermenice öğrenmesiydi. Babam Ermenice bilmese de Ermeniliğe büyük bir aşkla bağlıydı.

Diyarbakır’da büyümedim ama baba tarafımdan da, anne tarafımdan da, bütün Diyarbakır hikâyelerini dinledim. Kadıköy’de büyüdüm. İlk ve ortaokulu özel Ermeni okulunda bitirdim. Daha sonra Kadıköy Kız Meslek Lisesi’ne gittim. 27-28 senedir Los Angeles’ta yaşıyorum.

Buraya geldikten sonra 16 sene boyunca İstanbul’a gitmedim. Ablam evlenip Los Angeles’a yerleşmişti. Babam “Üniversite okumak istiyorsan seni ablanın yanına yollayayım” dedi. Üniversite okumak için Los Angeles’a geldim ve geri dönmedim.

Demirciye ihtiyaç olduğu için dedemi öldürmemişler

Babamın babası daha bebekken, annesi hariç, bütün ailesi Erzurum’ dan Diyarbakır’a geçmiş. Annesi Erzurum’da ölmüş. Diyarbakır’a göç etmelerinin nedeni Erzurum’da Türklerin onların köyüne saldırması. Onlar da kendilerini korumak için fedai olarak silaha sarılmışlar. Daha sonra da hükümetten kaçmak için köylerini terk edip Diyarbakır’a kadar gelmişler.

Büyükbabam Diyarbakır’da doğmamış, Erzurum’lu aslında ama Erzurum hakkında hiçbir şey hatırlamıyor. Katliam o altı yaşlarındayken olmuş. Babamın annesi ise gerçek Diyarbakırlıdır. Babası katliamdan önce vefat etmiş; annesi onunla birlikte ortada kalmış. Katliam sırasında babaannemin üç erkek kardeşi ölmüş. O da  küçük yaşta dedemle evlenmiş. Üç çocukları olmuş, biri de babam.

Annemin tarafına gelince; annemin annesi de, babası da Diyarbakır’ın bir köyünden. Anneannem çok zengin ve bilgili bir ailenin çocuğuymuş ama “Soykırım’dan” sonra iç çamaşırı ve bir gümüş kemerle kalakalmış. Yapayalnız. Gözlerinin önünde bütün ailesini öldürmüşler. Abileri birkaç yabancı dil bilirlermiş, kendisi de çok kültürlü bir insandı. Ailesinde rahipler vardı.

Annemin babası ise demirciydi. Fakir bir köylünün oğluydu. Bütün ailesi öldürüldüğü için tek başına kalmış. Onu öldürmemişlerdi, çünkü demircilere ihtiyaç vardı. Küçük yaşta evlenmiş anneannemle. Bir sürü çocukları olmuş, biri de annem.

İstanbul’da “Ben Diyarbakırlıyım” demeye utanırdım

İstanbul’dayken Diyarbakır hakkında hiçbir şey bilmezdik. ABD’ye geldikten sonra ailemizin hikayesiyle çok ilgilendim. ABD’ye gelip İngilizce öğrendikten sonra çok okumaya başladım. Sadece Soykırım hakkında okumadım, çünkü tarihimizi sadece Soykırım’la açıklamayı doğru bulmuyordum.

Zaten anne tarafım da, baba tarafım da neler olup bittiğini, nasıl katliamlar yapıldığını anlatırlardı; bunları öğrenmeye çok da ihtiyacım yoktu. Bizimkiler cesurdu, her şeyi anlatırlardı. İstanbullu Ermeni arkadaşlarımın çoğu bilmezdi bunları, çünkü aileleri korkardı onlara anlatmaya. Ermeni okullarında da geçmiş hakkında hiçbir şey öğretilmezdi. Diyarbakırlıların evlerinde ise “Soykırım’da” yaşananlar sık sık konuşulurdu. Biz öyle büyüdük, çünkü bizimkiler korkak değildi.

ABD’de İngilizce öğrendikten sonra Ermenilerin bütün hikâyesini öğrendim. Biz kimiz, nereden geldik, neredeyiz? Bütün bunların cevaplarını burada [ABD] okuyarak öğrendim.

İstanbul’da “Ben Diyarbakırlıyım” demeye utanırdım. Kürtler gibi bizi de hor görürlerdi. Altı aylık bebekken İstanbul’a geldiğimi, öncesini bilmediğimi söylerdim. Ama Los Angeles’ta öyle Diyarbakırlılarla tanıştım ki. İstanbullulardan çok daha bilgililerdi. Onları tanıdıkça Diyarbakır Ermenilerinin ve diğer Ermenilerin hikâyelerini öğrenmek için kolları sıvadım.

Burada sadece tarihi değil, dinimi de iyice öğrendim. Üç yıl din dersi aldım. İstanbul’da haç çıkarmaktan, dua etmekten başka bir şey bilmezdik.

Sınıfta Türk arkadaşlarıma “soykırım’ı” anlatıyordum

Ben kişisel olarak, İstanbul’da da hiçbir şekilde sorur, yaşamadım. Bu konuda çok şanslıydım. Ailemin en küçüğüydüm. Kapı komşumuz İstanbullu Ermeni’ydi; çok kültürlüydü, İngilizce bile biliyordu. Bana İncil’i öğretti. Daha okula gitmeden Ermenice konuşabiliyordum.

Hiç kimse benimle alay etmedi, çünkü Ermenice biliyordum. Bütün İstanbullu arkadaşlarımla birbirimize gidip gelirdik. İstanbullu dediysem. Kökenleri Sivaslı, Kayserili, Ordulu filandı. Yani İstanbul Ermenisi falan da yok. Gerçi muhakkak vardır, çünkü bin sene önce de İstanbul’da Ermeniler varmış. Sadece bir-iki arkadaşım köklerinin nereden geldiğini söyleyemediler. İşte onlar hakiki İstanbul Ermenisiydi.

Türk lisesinde Diyarbakırlı olduğum için hiçbir korkum olmadan okudum. Dönme Ermeniler vardı okulda. Ermeni olduklarını söylemezlerdi. Ancak üç sene sonra söylediler bana. Oysa ben sınıfta Türk arkadaşlarıma “Soykırım’ı” anlatıyordum. Bu benim dünya görüşümdü. Bazı zorluklarda yaşadım.

Bir din öğretmeni vardı, adam takmıştı bana. Gayrimüslimlerin din derslerine girme mecburiyeti yoktu. Ben kendi isteğimle girerdim din dersine. O din hocasına bir sürü soru sorardım. İslam hakkında çok şey bize öğretirdi. O bilgimle bir sürü j soru sorardım. İslam hakkında çok şey bilirdim, çünkü babam okumuştu; Hıristiyanlık’la İslam’ı karşılaştırır, bize öğretirdi.

O bilgimle bir sürü soru sorar, din hocasını çıldırtırdım. Adam sevmezdi beni. Beni hep sınıf başkanı seçerlerdi. Üç yıl içinde sırf bir kez okula gitmemezlik ettim ve o gün bu din hocası beni başkanlıktan attı. Böylece benden intikam almış oldu ama benim umurumda değildi.

Üniversite sınavını kazandım ama babam ‘’Burada üniversiteye gidemezsin” dedi. Babam üç kızın babasıydı. Türklerle evleniriz diye korkardı. Ben 45 yaşındayım, Amerikalıyla bile evlenmemişim. Ermeni bekliyorum.

Babamın tek istediği, üç kızının da Ermenilerle evlenip Türkiye’den gitmeleriydi. Bu da onun rüyasıydı, benim değil.

Amerika’ya geldiğimde ilk altı ay çok ağladım, alışamadım bir türlü. Annemden, babamdan hiç o kadar ayrı kalmamıştım, ama ablamın evindeydim, çok rahattım burada da. Okula başladım, ikinci hafta da çalışmaya başladım. Aslında kimse istememişti çalışmamı ama ben istedim. Tabii, burada İstanbul’un keyfi yok. İstanbul’u özlerdim, kiliseyi özlerdim ilk zamanlarda, ama burada çok şey öğreneceğimi biliyordum.

“Ermeniler Diyarbakır’da yaşarken…”

ABD’de bu kadar çok şey öğrendikten sonra, 34 yaşında İstanbul’a gelmeye karar verdiğimde babama beni Diyarbakır’a götürmesi için çok ısrar ettim. Babam ‘’Kesinlikle Diyarbakır’a götürmem seni. Benim Kürtlerin içinde işim yok. 40 sene oldu oradan çıkalı, bir daha da gitmem. Geliyorsan İstanbul’a gel” dedi.

Ben de “O zaman gelmiyorum” dedim. Bir hafta sonra telefon açtı, “Tamam, gel, götüreceğim” dedi. Böylece 16-17 yıl sonra İstanbul’a gittim. Oradan, önce Van’a gittik; orayı da görmeyi çok istiyordum. Sonra, ver elini Diyarbakır.

45 senelik hayatım boyunca yaptığım en akıllıca şeydi Diyarbakır’a gitmek.

Babam ve annemle birlikte atalarımın topraklarına gittim. Benim için çok ilgi çekiciydi, çünkü yıllarca hikâyeler dinlemiştim büyükbabalarımdan, büyükannelerimden, babamdan, amcamdan, sonra ABD’de tanıştığım Diyarbakırlılardan. Ve sonunda oradaydım.

İlk olarak beni doğduğum evin oraya götürdüler. Evler değişmiş, sıra sıra müstakil evlerin hepsi apartman olmuş. Bizim evimiz de apartman olmuş. O evde havuzumuz varmış, yüzermişiz. Babam bana evlerin eski halini anlatmaya çalışıyordu.

Annem neredeyse ağlayacaktı, temiz olacak diye yarışırlarmış birbirleriyle. Bizim kapımızın önü hep çok temiz olurmuş. Annem Diyarbakır’ın o pis halini görünce neredeyse delirecekti. Sadece sokaklar değil, evlerin önü de pislik içindeydi.

Bütün kaldırım taşları bozuktu. Babam dedi ki

“Ermeniler burada yaşarken o kaldırım taşlarından biri bozulsa hemen bizim Ermeniler düzeltirlerdi.”

Oysa orada gördüğümüz kaldırımlar o kadar bozuktu ki. Yolda yürünemiyordu. Bunlar, annemin, babamın şikâyetleriydi. Bana göre ise Diyarbakır buydu. Annemle babam bana eskiden Diyarbakır’ın böyle olmadığını anlatmak için ne diller döktüler… Beni en çok Surp Giragos Kilisesi’nin bahçesinin yüksek bir duvarla örtülü olması rahatsız etti. Ben sanıyordum ki her şey İstanbul’daki gibi açık… Kiliseye gidince kapısını görürsün sanırdım, öyle değilmiş.

Vaftiz olduğum yer toz toprak içindeydi

Babam demirci olduğu için demirciler sokağına gittik. Babam sokağın harap halini görünce çok üzüldü, öfkelendi. Babamın zamanından tek bir kişi kalmış o sokakta. Birbirlerini görünce öyle bir sarıldılar ki, babamın bir Türk’e öyle sarılacağını hayal bile edemezdim.

Bir yerden geçerken, birden babam dondu kaldı.

“Ölülerimizin tabutlarını alır, omzumuzda mezarlığa götürürdük. Bir cenaze sırasında tam buradan geçerken bize taş atmaya başladılar. Taş kafama geldi, kanlar içinde kaldım. Ölülerimizi bile rahatça götüremezdik omuzlarımızda. Kafamıza taş yiyerek giderdik” dedi. Babamın sözlerini 30 yaşlarında genç bir adam duydu. “Siz Ermeni misiniz?” diye sordu.

Sonra “Hoş geldiniz” deyip babamın elini sıktı. Adam oraya gelmemizden memnundu.

Ben de Surp Giragos Kilisesi’ne girince çok üzüldüm, çünkü o zamanlar harabe halindeydi kilise. Babam kilise yönetim kurulunun üyesi olmuştu; nasıl olmuştu bilmiyorum, tek kelime Ermenice bilmeden.

Kapıyı açmakta çok zorlandık, önü toprak birikintisiyle dolmuştu. Zar zor içeri girdik. İçerisi de berbat durumdaydı. Beni, vaftiz olduğum küçük odaya götürdüler. İşte orada da ben ağlamaya başladım. Vaftiz odası berbat durumdaydı. Ne haç kalmıştı, ne bir şey. Toz toprak içindeydi benim vaftiz olduğum yer. Buna da ben dayanamadım.

Annem ve babamla yanımızda hep tütsü ve kömür taşırdık, çünkü bir kiliseye girince tütsü yakardık. Bizim kilisede de yaktık. Bildiğim bütün duaları ettim orada.

Babamın yüzünde öyle bir korku hiç görmemiştim

Babam Diyarbakır’a gelmişken mezarlığa gitmek istedi. Büyükbabam orada gömülmüştü. Mezarlığın bekçisi Kürt’tü. Ermeni olduğumuzu anlayınca bizi içeri aldı. Babam yarısı içinden yol geçirildiği için yok edilmiş mezarlığın içinde büyükbabamın mezarını bulamadı, mezar taşlarını tek tek okuya okuya ben buldum. Tanrı’ya şükrettim, çünkü büyükbabamın mezarına gidip dua etmeyi çok istiyordum. Orada tütsü yakıp dua ettik. Tütsüyü bütün mezarlıkta dolaştırdım, çünkü o mezarlıkta yatanlar bir dua bile duymamışlardır senelerce.

Bu sırada mezarlığın karşısındaki okulda teneffüs zili çaldı. Öğrenciler bahçeye çıkınca bizi gördüler. “Gâvurlar, gâvurlar!” diye bağırmaya başladılar. Babamın yüzünde öyle bir korku hiç görmemiştim daha önce. O sırada bekçi geldi, silahı da vardı; onu görünce çocuklar sustu. Düşünün, mezar ziyaretimizde bunlar yaşandı.

Babam altı yıl önce bu ülkede [ABD] öldü. Hep derdi ki “Ben öldüğüm zaman Hıristiyan toprağında gömüleceğim.” Öyle de oldu.

Amerika’ya geldi, iki-üç yıl yaşadı, sonra da öldü. Buraya ilk geldiğinde takılırdım, “Baba, burası da pek Hıristiyan toprağı değil. Yanlış yere geldin. Burası ateistlerin ülkesidir” diye. Babam burada çok mutluydu, çünkü burada Öleceğini biliyordu. İyi bir insandı. Tanrı da ona istediğini verdi.

Diyarbakır Kilisesi’ne daha sonra tekrar gittim. Üç yıl önceydi, tadilat henüz bitmemişti. Türkiye’de yaşayan Ermeni bir dostumuzla Van’a, Hakkâri’ye ve daha birçok yere gittik. Turumuzu Diyarbakır’da bitirdik. Bu sefer gezmek benim için daha kolaydı; turistik bir geziydi, annem ve babam yanımda değildi. Bu ikinci gidişimde Diyarbakır’ı daha iyi anladım, o güzel mimariyi daha iyi görebildim, çünkü sırt çantalarıyla sokak sokak dolaştık. Böylece sevdim Diyarbakır’ı; orası benim toprağımdı.

Ahtamar’da bizleri öldürenler için dua ettim

O gezide Van’da, Ahtamar Adası’nda dua ettim. İlk kez orada Kürtler için dua ettim. Bir Hıristiyan olarak, bizleri, atalarımızı öldürenler için dua ettim, çünkü bizim inandığımız Tanrı böyle ister.

Van’da Kürt bir adam geldi yanımıza, “Biz geldik, sizi öldürdük. Şimdi de bizi öldürüyorlar. Bu kadar. Ben bunu bilirim, bunu derim. Özür dilerim” dedi. Ben de adama sarıldım. Al işte, düzgün bir adam.

Benim gözümde o adam ne Kürt, ne Türk, ne de Ermeni. Ben nasıl ki Kürtlere, Türklere karşı kendi kızgınlığımı, kinimi dualarımla yenmeye çalışıyordum, o da benden özür dileyerek aslında aynı şeyi yapıyordu.

Diyarbakırlı Ermenilerin geleneği dediğimiz, bildiğimiz Ermeni geleneğidir. Aslında İstanbul Ermenileriyle aynıdır. Yalnızca yemeklerde farklılıklar vardır. İstanbullunun çöreği bizimki gibi değildir. Bizim de dolmamız vardı ama zeytinyağlı değildi; zeytinyağlı dolmayı İstanbul’da öğrendik. Bunun ötesinde. Ermeni geleneği dünyanın her yerinde aynıdır. Ama Diyarbakırlı Ermenilerdeki bir karakter özelliği İstanbulluda yok.

Biz Diyarbakırlılar daha açık sözlü, candan, daha iş bilen İnsanlarız, çünkü bu hayata iki tokat yemiş olarak geldik. İstanbullular bizi anlayana kadar epey dışladılar, çünkü onlar için köylüydük.

Ermeniliklerine dönmek istiyorlarsa Hıristiyan olmalılar

Hıristiyanlık ve Ermenilik birbirinden ayrılamaz. Eğer Hıristiyanlık olmasaydı bugün Ermeni olmayacaktı. Burada [ABD] bazıları “Hıristiyan olarak Ermeniler çok şey kaybetti” diyor. Bunlar kendi tarihlerini bilmiyorlar. Eğer Hıristiyan olmasaydık Ermeni olmazdık. Hıristiyanlık bizi korudu, bize sahip çıktı. “Ben Ermeni’yim” demek, “Hıristiyan’ım” demek benim için. Ermeni Kilisesi’ne bağlı bir Hıristiyan’ım.

İlk önce Ermenilik diyemem ama politik olarak sert bir Ermeni’yim. Solcuyum diyebilirim, neden demeyeyim ki? Diyarbakırlılar her zaman solcu olmuştur zaten.

Müslümanlaşmış Ermenilere gelince; Ermeniliklerine geri dönmek istiyorlarsa Hıristiyan olmaları gerekir.

Bazıları korktukları için “Ermeni’yim ama Müslüman olarak yaşayacağım” diyorlarsa, ne yapayım, saygı duyarım. Ama bunu inanarak söylüyorlarsa, o zaman hiç kafalarını yormasınlar. Onlar Türk olmuştur. Gidip Türklerle evlensinler, Türk gibi yaşasınlar.

Türkiye’de çok olumlu gelişmeler var. AKP Türkiye’yi değiştirmek için çok çaba sarfediyor. İstanbul’u temiz görüyorum. Durmadan çalışıyorlar. Ekonomi güçleniyor. Gençler artık daha fazla bilgi sahibi. Tek tek öğrenecekler yaşananları, tarihi, “Soykırım’ı…” Bir arkadaşımın çocuğu evde ders çalışıyor, Ermeniler nasıl öldürülmüş diye” dedi.

Bunu 20 yıl önce yapabilirler miydi? Duyuyoruz ki. “Soykırım” için bir anma olmuş Türkiye’de. Bunu 30 yıl önce yapabilir miydik? Bunlar AKP iktidarında oldu. Bir ilerleme var. 20 yıl sonra belki geriye döner ama gerçekleri değiştiremezler. Ne kadar siyah dersen de, yoğurt beyazdır. (2)

...

Bu alıntıyı neden aktardık?

-İnsanlar duygusal varlıktır.

-Elbette, meselelerini, meselesini kendi penceresinden aktaracaktır. Aktarmaktadır.

Tarihçi ve (İleri derecede) bir araştırmacı değiliz. Çocukluğum İç Anadolu’nun bir şehrinde geçti. Şehrin en merkezinde yerindeki kiliseyi, doğduğum şehri en son ziyaretimde gördüm.

Demek ki olumsız bir olay yaşanmamış ki, aklımda kilise ile ilgili bir anı kalmamış. Şehrimizin uzak bir kesiminde antik bir Rum beldesi vardı. Bu belde ve yaşayanları hakkında yaşanan bir olumsuzluk hatırlamıyorum.

Konu ile okuduğum çok sayıdaki kitapda, bu olayların arkasında, "Rus, Fransız ve İngilizlerin (Kısmen ABD) olduğunu, Ermeni vatandaşlarımızın olayların başlangıcında herhangi bir çatışmaya karışmadıklarını, profesyonel katillerin, Kışkırtmak için Ermeni cemaatinin ileri gelenlerini öldürerek bahsekonu olayların başladığı ve başta kiliselerin silahlandırıldığı" anlatılmaktadır.

Elbette doğru hükmü tarih verecektir.

Bunlarla beraber, halk olarak tarafların, tarifi mümkün olmayan, yürekler dağlayan çok acı olaylar yaşadığını açık yüreklilikle ifade edebiliriz.

Sağlıklı bir ruh yapısına sahip olanların, yaşananları, her ne adına olursa olsun kabul etmeleri mümkün değildir.

...

Ve Sözü Hrant Dink’e bırakıyoruz;

-“Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi…

İşte size bedel… İşte size bedel…

İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..?

Bilir misiniz..?

Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?

Kolay bir süreç değil yaşadıklarım…

Ve ailece yaşadıklarımız.

Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.

(…)

İyi de, gidersek nereye gidecektik?

Ermenistan’a mı?

Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı?

Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?

Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.

Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?

Rahat bana batardı!

“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi.

Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.

(…)

Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.

Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim,

Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.

Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”

Ve Hrant Dink’in yüreğinden dökülen sözler;

“ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.”

www.canmehmet.com

Resim;suziko2.blogcu.com dan alınmıştır.

 (1-2) “DİYARBAKIRLI ERMENİLER KONUŞUYOR, SESSİZLİĞİN SESİ-II; DERLEYEN: FERDA BALANCAR

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..