Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '09

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Yeni moda: Tarım!

Yeni moda: Tarım!
 

Tarımsal üretim ile kontrolsüz bir teknoloji ve yapaylık içerisinde garip, hatta ucube bir geleceğe


Belgesel programlarından birinde kamera karşısında günlerce el değmeden duran bir portakalın küflenişini izlemiştim. Günler süren çekimler sonucu elde edilen görüntü hızlandırılarak bir dakika içerisinde seyrettirilmişti. Taptaze iri bir portakalın üzerinde önce gri-yeşil noktalar oluşmaya başlıyor. Sonra bu noktalar o kadar çoğalıyor, çoğalıyor ki portakalın turuncu rengi görünmez hale geliyor. Artık yeşil bir top olarak birkaç saniye daha görüyoruz. Ve son aşamada küf, kendi yaşam kaynağını oluşturan besini öldürdüğü için kendisi de ölmeye başlıyor. Yüzeyde kahverengi lekeler oluşuyor. Biraz sonra portakal içe çöküyor, ve suyunu iyice kaybettiğinde kuruyor. Son aşamada artık hem portakal hem de üzerindeki küf ölüyor. İşte doğa kanunlarının standart süreci böyle işliyor. Programda sadece bir portakalda oluşan küflenmenin nasıl oluştuğu ve portakalın üzerini ne kadar hızlı kapladığı gösterilmişti.

Dünya da insanlar tarafından aynı portakalı saran ve yok eden küfte olduğu gibi hızlı bir çoğalma içerisinde.

İnsan nüfusu son ikiyüz yılda bilinçsizce artış gösterdi. Bu artış, portakal küfünde olduğu gibi görünür seviyede olmamakla birlikte şu an için dahi, kendi varlığını tehdit ediyor. Yani insan kendi kalabalıklaşma süreci ile kendi varlığı için bir tehdit olmuş durumda.

Ölümcül hata endüstri devrimi ile başladı.

Şu an için insan, uzaydan çekilen fotoğraflarda görülebilen yoğunlukta aktiviteye sahip değil. Ama gittikçe hızlanan ve durdurulamaz hırsı ile büyüyen işgali sona erdiğinde kendi sonu da portakalın üzerindeki küf gibi olacak.

Tahminler 2050 yılına gelindiğinde, dünya nüfusunun 9 milyarı aşacağını öngörüyor. Bu artış, beraberinde gıda maddelerine olan ihtiyaçta yaşanacak artışı da getirecek. Bunu söylemek için gelecek bilimci olmaya da gerek yok.

Daha şimdiden gıda ihtiyacını ‘stratejik’ yönetmeye çalışan ülkeler; doğal afetler, küresel ısınma, kuraklık gibi nedenlerin etkisini göz önüne alarak ihtiyat amacı ile ihtiyaçlarının çok, çok üzerinde tarım ürünü alımı yapmaya başladılar.

Zaten 21. yüzyıl ile birlikte tarım sektöründe çok önemli gelişmeler oluyor. Bitkisel katkılar, hormonlar ve GDO’lar (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) tarım sektörünü yüksek teknolojinin ilgi alanına iyice soktu. Nano-teknolojiden bio-teknolojiye tarım içinde bulunduğumuz yüzyılın bir numaralı sektörü haline geldi. Ama hala tren kaçırılmış değil. Türkiye olarak, bu trene binme konusunda hala kararsızız. Hep yaptığımız gibi; tren kalktıktan çok sonra niyetlenip, tarımsal yolculuğumuzu daha baştan kabusa çevirme ihtimali gün geçtikçe güçleniyor.

Dünya tarımsal ürün piyasasında en etken faktörlerden biri iklimdir. Doğal gerekler yerine gelmediği zaman, üretim yeterli seviyelerde olmaz. (Bazen hiç olmaz.)

Dünya gıda liginde, mahsul konusunda karşılaşılan en büyük sorunlardan biri de enerji üretimidir. Mısır ve buğday üretiminin en önemli tüketim kalemlerinden biri olarak, son 25 yılda iyice genişleyen bir pazar payı ile bio-yakıt üreticileri görülmektedir. (Türkiye'nin 50-70 yıllık geriden takip etme özelliği bazen işe de yarıyor.)

Ekonomik krizler ve büyük kulelerinde klimalı ofislerinde finansal sorunlar ile uğraşan obezite özürlüsü yöneticiler kara-kara düşünürken esas bomba hiç kimsenin ummadığı bir yerde patladı:

Yatırımcıların elinde son iki yıldır bereketsiz bir şekilde duran çok büyük ve kontrolsüz para kendine akacak iyi bir mecra buldu. Yatırımcıları yönlendiren büyük şirketler ve uluslararası finansmanın büyük bölümünü kontrol eden fonlar, hedeflerine tarımsal üretimi koydular.

Tarımsal üretim konusunda bilgi-birikimi yüksek olan ülkeler, dünya tarımsal üretim pazarı yeniden şekillenirken; kontrolsüz ve bağımsızlıklarını umursamayan (aciz) ülkeleri gözüne kestirmeye başladı.

Üretim modelleri olan bu gelişmiş ülkeler, üretimlerini başka ülke topraklarında, kendi adlarına, kendi çıkarlarına yapmaya başladılar.

Bu tür "Outsource" operasyonlarını, Türkiye son 50 yılda Tekstil ve Deri gibi sektörlerde yaşadı. Makine ve imalat sektöründe ise yeni-yeni yaşamakta. Tabii, bunlar Türkiye’ye kadar ulaştığına göre demode olalı 20-30 yıl olmuş demektir. Ya moda ne?

Moda olan ise; üretimi talebi karşılamaya yetmeyen ülkelerin tarımsal üretimi kendi toprakları dışına taşıması. Bu HÜP (harici üretim projesi) kapsamına girmek de öyle kolay değil. Gel beni HÜP’let demek yetmiyor... Öncelikle topraklarınızın, ve çevre faktörlerinin yüksek vasıflı olması gerekiyor. Birçok ülke Afrika ve Avustralya’nın çöllerinde tarıma niyetlenirken Türkiye bu iş için biçilmiş kaftan!

Amma! Tabi ki öyle cuk diye olmaz. Bin dereden su getirtip, sanki lütuf bâbından verip bir de el etek öptürmezseniz bizim buranın siyasetçisi, politikacısı ve bürokratı darılır.

Öyleyse nasıl olacak?: Basit. Öncelikle bunu; açılım-saçılım türü bir politika programı haline getirmek lazım. Bir de kurdele bağlayacağız ya, onun için de kocaman bir kapı. (Eee, kurdelesiz olur mu?) Bir de kafası kurdeleye basmayanları tatmin etmek için danaların en heybetlisini kesmek gerek. (Yetmezse Yeşilköy’e bir telefon eder devenin çifte hörgüçlüsünden iki tane getirtiriz.)

Tamtam, tören-tabara kısmı bitince işimiz bitmiş olacak. Hakikatten işimizi bitirecekler. Tekstilin ve dericiliğin kirlettiği ovalar çayırlar, bayırlar birden Polyanna’nın çikolata tarlalarına dönecek. Çatılar çilekli pasta, duvarlar halis Afyon kaymağı. Kaymak gibi birşey olacak yani. Cennetin tanıtım filmi gibi bir şey yaşayacağız.

Toplantılar yapılıyor, bu cenneti ülkemizde de yaratmak için kazmalar elinde bekleyen binlerce mühendis, mimar, işçi ve spekülatör avuçlarını kaşıya-kaşıya bekliyor. Birinin bağırıp komut vermesini ve: “Haydi aslanlarım! İlk hedefiniz Türkiye!” Diye bağırmasını bekliyorlar, hep beraber bekliyoruz.

Şimdiye kadar ‘sömürgen’ diyerek eleştirip emperyal emelleri için kızdığımız o arsız, yüzsüz, doymaz ülkeler var ya... İşte o ülkeler gelip tarım ne demek olduğunu bize gösterecekler.

“Yaşasın hepimize uğraş, aş çıkar bu projeden!” Diyenlere denilecek tek bir laf var. “Hop, hemşerim. Gir bakiim sıraya!” Bunu; ben demiyecem haa! Sakın yanlış anlamayın. Bu rantı görüp de kırıntıları ile kuyruğu doğrulmayı kendilerine meslek edinmiş öyle çok kemirgen var ki.

“Peki biz ne yapacağız?” Diye soranlara da şunu söylemek istiyorum: Bu sayın girişimciler (*) gelirken bir tek gübre getirmeyecek. Neden acaba?!!

Hep sevgi ile kalın.

Murat SEVGİ

__(*) Orada aslında "sayın girişimciler" dememiştim. Ama Milliyet'in etik değerleri ile uyuşmadığı için değiştirdim.

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..