- Kategori
- Öykü
Yeniden doğuş

Yıllar sonra ilk defa eşine yürekten sevgiyle sarıldı ve uzun yıllar sonra ilk defa oğlunu sevgiyle öptü.
Celil’in öfkesi iyice artmıştı:
- Ya hanım, bu kitaplığı kim dağıttı böyle, diye bağırınca eşi Nurten,
- Bilmiyorum bey, nerden bileyim, diye cevap verdi titrek bir sesle.
- Ne demek nerden bileyim, yahu sen bu evde yaşamıyor musun? Ya sen ya da Levent dağıtmıştır. Şimdi işin yoksa düzelt!
Evde sesler yükselmiş, yine kalpler kırılmış ve bir süre sonra evin odaları ve koridorları sessizliğe gömülmüştü. Bu, çoğu akşam yaşanan bir durumdu. Celil evin hemen karşı sokağındaki lisede edebiyat öğretmenliği yapan, çalışkan diye nitelendirilen, görevinde oldukça başarılı biriydi.
Ama evde işler böyle değildi. Eşi Nurten’le basit sebeplerden dolayı sürekli tartışıyor, incir çekirdeğini doldurmayacak konulardan kalpler kırılıyordu. Ortaokula giden Levent de babasından sürekli azar işitiyor, annesiyle babasının tartışmalarını kapı aralığından tedirgin bakışlarıyla izliyordu.
Günler böylece birbirini kovalıyor; tebessümün ve hoşgörünün uğramadığı yuva gittikçe kasvetin, tahammülsüzlüğün ve çekilmezliğin bataklığına saplanıyordu.
Celil o gün eve yine yorgun, bitkin gelmişti. İçeri girdi ve çoğu zaman olduğu gibi eşine dudak ucuyla selam vererek çantasını bir köşeye bıraktı. Elini yıkamak için lavaboya yönelmişti ki koridorda iki valiz gördü. Şaşırdı ve eşine,
- Hayırdır, misafir mi var, diyebildi.
Eşi başı önde ve ağlamaklı bir hâlde,
- Hayır, yolculuk var, deyince Celil söze atıldı:
- Ne yolculuğu?
Nurten konuşmak, bir açıklama yapmak bile istemiyordu. Sözler tükenmiş, sorulara verilecek cevaplar inandırıcılığını ve samimiyetini yitirmişti. Evliliklerinin üzerinde biriken tozları silmeye bile mecali kalmamıştı. Aslında o da bu kararı almadan önce uzun uzun düşünmüştü. Eşinin hatalarını gözünde büyütüyor muydu yoksa eşi gerçekten de kendisine, Levent’e ilgisiz miydi? Celil’in evde bir misafir gibi davranmasını hazmedemiyordu ama kapıyı çarpıp gitmek de ağır bir karar değil miydi?
- Annemlere gidiyorum, bir süre orada kalacağım, dedi isteksizce.
Celil,
- Ne annesi Nurten, saçmalama, deyince Nurten sözüne keserek,
- Zaten evliliğimiz bir saçmalığa dönüşmedi mi, dedi ve Levent’e söyledim, o da okul çıkışı anneannesine gelecek, diyerek ekledi.
Celil donakalmış, öylece Nurten’e bakıyordu. Nurten başına eşarbını aldı, mantosunu giydi ve Celil’in şaşkın bakışları arasında evden çıktı, gitti.
Celil, çarpan kapıya öylece bakakaldı bir süre. Sonra döndü, oturma odasına geçti. Sessizliğe gömülen evde öylece oturuyordu. Kalkıp mutfağa geçti. Çay koyup birkaç lokma atıştıracaktı. Vazgeçti. Ev ona hiç bu kadar sessiz, soğuk ve karanlık gelmemişti.
Celil evde öylece, anlamsızca bir süre oyalandı. Çalışma odasına geçti. İçinden bir şey yapmak gelmiyordu. Dışarı çıkıp biraz hava almak istiyordu. Nurten’in bu kararı ona ağır gelmişti. Hazırlanıp dışarı çıktı. Apartmanın önünde yönetici Suat’la karşılaştı. Kısa merhabalaşmadan sonra Suat,
- Celil kardeş, yarın müsaitseniz ailece bize yemeğe gelin. Biraz sohbet ederiz, dedi. Celil “ailece” sözünü duyunca bir şey diyecek oldu ama vazgeçti.
- Bakalım, hayırlısı diyebildi sadece.
Ardından sokağın başındaki büfeye uğradı, bir gazoz aldı ve ağır adımlarla yürümeye başladı. Yürürken bir yandan da yuvasını, ailesini düşündü. “İyi günde kötü günde” sözleşmesiyle başlayan yolculuğu, Nurten’e aldığı ilk hediyeyi, Levent’in dünyaya geldiği gün sevincinden mama almak için market yerine yanlışlıkla kuaföre gittiğini hatırladı. Eşi Nurten’in kendisinin her türlü yorgunluğunu, eve bazen geç gelmesini, selamsız eve girmesini ve sıklıkla bağırıp çağırmasını metanetle ve sabırla karşıladığını hatırladı. Nurten’in ufak tefek hatalarını gözünde büyütüp tartıştığı günleri düşündü.
Pişmanlık Celil’in ayaklarına kement vuruyordu. Meydandaki parka yaklaştığını fark etmemişti. Oturdu ve başını yukarıya kaldırıp derin bir nefes aldı. Eşine ve çocuklara davranış biçiminden dolayı pişmandı. Okulda arkadaşlarına gösterdiği ilgiden, güler yüzden ailesini mahrum ettiği için pişmandı. Bütün enerjisini, gücünü, ilgisini ve gayretini dışarda bırakıp eve geldiği için pişmandı. Oysa iş yerindekiler mesai arkadaşlarıydı, evdekiler ise ailesi… Ciğerparesi, oğlu Levent’i ve biricik eşini, Nurten’i düşündü.
Celil yaptığı hatanın farkındaydı. Yalnızlık onu fark etmedikleriyle buluşturmuştu, göremedikleriyle yüzleştirmişti. Yuvasına sahip çıkacaktı; eşinden sevgiyi, oğlundan şefkati esirgemeyecekti. Kararını verdi. Eli cebindeki telefona gitti birden. Nurten’i aradı, hıçkırıklarla pişmanlığın buluştuğu ses tonuyla defalarca özür diledi. Nurten de ağlıyor ve her zamanki gibi “Olur, sıkma canını” diyerek eşini suçlamamaya çalışıyordu. Telefon konuşması ağlamalarla, “affet” yalvarmalarıyla bir süre devam etti.
Kayınvalidesinin evinin önüne geldiğinde onu Nurten’in sevgi dolu bakışları karşıladı. Oğlu Levent’in “babacığım” sözüyle irkildi ve toparlandı. “Ayrılmayalım, biz bir aileyiz, bizi ihmal etme” diyen “babacığım” sözü Celil’in yüreğine bir ok gibi saplandı. Yıllar sonra ilk defa eşine yürekten sevgiyle sarıldı ve uzun yıllar sonra ilk defa oğlunu sevgiyle öptü.
Celil o gün yeniden evlenmişti, yeniden doğmuştu. Mutluluk dolu üç yürek evlerinin yolunu tuttu.