- Kategori
- Ben Bildiriyorum
Yerli malımız ne kadar yerli ?

Herkes muhakkak hatırlayacaktır. Bir zamanlar, özellikle ilkokul yaşlarında “Yerli Malı Haftası” vardı. Sınıflarımızı bayraklarla, balonlarla, afişlerle, kağıttan süslerle donatırdık. Camlara, kendi hazırladığımız yazıları yapıştırırdık. Hani dışarıdan gözüksün diye... Önce, tüm okul öğrencileri alanda toplatılır, günün anlam ve önemini belirten şiirler okuru, konuşmalar yapılırdı. Yerli malı kullanmanın önemine ilişkin okumalar olurdu. Hatta dimağımıza o zamanlar yerleşen ”yerli malı, Türk’ün malı, her Türk onu kullanmalı” bir deyim bile vardı. Tabi o yaşta biz çocuklara verilen salıklardan, yerli malı denilince hemen yiyecek, içecekler aklımıza gelirdi ve sonra da o yerli mallarından getirilmiş örnekler sınıfta tanıtıldıktan sonra, hep birlikte yenirdi. Çok da zengin olmayan yerli ürünlerimiz vardı. Bunları da heyecanla ve iftiharla dizerdik. İncir, kuru üzüm, fındık, fıstık, bakliyat ve her türlü meyve.
Ülkemizde üretilen sanayi ürünlerimizi de sıralardı öğretmenlerimiz. Hatta ihracat kelimesini günlerde öğrenmiştik ve ürettiğimiz ürünlerden bazılarını dışarıya sattığımızı öğrendiğimizde çok duygulanmıştık. Şimdilerde, o günden bugüne çok yol alındı. Dışarıya gönderilen ürün çeşidinde ciddi bir fazlalık var. Mesela, benim çocukluğumda Türkiye’de Televizyon üretimi yok gibiydi. Ama şimdilerde bir yerli firmalarımız dünyanın birçok ülkesine televizyon, beyaz eşya ve hatta otomobil ihrac ediyorlar. Tekstilde ciddi bir pazarımız var. Bunları okuduğunuzda eminim ki, yüreğiniz kabarıyordur. Ama yine de, ülkemiz ciddi bir ithalat pazarı. Tam anlamı ile üretim ülkesi değiliz. Umuyorum ileriki yıllarda, iktisadi tabirle ithalat- ihracat arasındaki makas ihracat lehine kapanır.
Her ülke için yabancı yatırımlar çok önemlidir. Gerek istihdamın yaratılması, gerekse, ülkemize döviz girişi, gerek yabancı ekonomilerin ülkemizde yaptığı yatırımla, ülkemize dışarıdan gelecek ürünlerin, bu ülke sınırları içinden gelmesi ve değerlendirilmesi. Dolayısı ile döviz çıktısının minimuma düşmesi için gereklidir. Bunun ötesinde, globalleşmenin alıp başını gittiği, AB ile neredeyse müzakerelerde ciddi bir konuma geldiğimiz bu günlerde, ülkemize yabancı yatırımın gelmesi, diğer dünya ülkelerinin bize bakış açısını değiştirir. Sonra, bizim başkalarından öğreneceğimiz çok şey var. Biz her şeyi kendi başımıza yapamayız, öyle değil mi ?
Yabancı yatırım ile ilgili okuduğum bir yazıda şöyle yazıyordu “Sıradan Çin mallarının ülkemizi istila edip, yerli sanayicimizin belini büktüğü, cari açığın tehlikeli boyutlara ulaştığı, işsizliğin had safhaya ulaşıp kapkaç terörünün sıradan bir olay haline geldiği, üniversiteli gençlerimizin bile iş bulamadığı ve geleceğe endişe ile baktığı bu günlerde bu örnekler bize ışık tutar da yabancı marka hayranlığımız bir nebze azalır ve ekonomimiz için bir çıkış yolu olur belki.” Ne kadar doğru öyle değil mi?
Yabancı yatırım neden önemli ? Önemli çünkü, bizim sanayicimiz biraz kolay parayı sever. Ciddi yatırımlardan korkar, risk almayı pek sevmez. Yabancı yatırımcı da, yatırım yapması halinde, yerli yatırımcı da, görerek yatırım yapabilir. Sonra önemli bir husus daha var. O da ülkemiz ticari kanunları gereği, bir yabancı yatırımcı, doğrudan gelip ülkemizde fabrika kuramıyor, yatırım yapamıyor. Muhakkak ki bir yerli firma ile ortaklık kurmak zorunda. Bu da demektir ki, yerli firmalar da dolaylı veya doğrudan. Bu işin içine giriyorlar. Bu şekilde girmeyen firmalarda giren firmaları görüp, kendileri de değişik yatırımlara girebilirle. Zira yetmiş beş milyon olan ülkemiz, çok ciddi bir Pazar. Üstelik büyük bir çoğunluğu da genç nüfus. Ve bu şekilde üretilen tüm ürünlerde tam “yerli malı” olmasa da,”yerli üretim” oluyor ki, bu da kulağa hiç de garip gelmiyor. Yerli üretim, yani üretim merkezinin ülkemizin olduğu, ülkemiz insanlarının ürettiği mal. Bırakın sermayen in kaynağı farklı olsun, bayrağı başka olsun. Ama üreten biz olalım. Çin’de olduğu gibi. Çin bugün ürettiği mallarla tüm dünya yı tehdit ediyorsa, üretim politikasını bahsettiğim gibi yapmasındandır.
Şimdi kafamızı ellerimizin arasına alıp bir düşünelim. Ülkemiz ikinci bir Çin ( yalnızca üretim ve dış satım kabiliyeti açısından ) neden olmasın. Neden biz de kendi ürettiğimiz ürünlerle dünya ülkelerini ekonomik ve Pazar anlamında tehdit edemeyelim ? Bu çok zor değil. Yeterki kendimize güvenelim. Yeter ki birlik olalım. Yeterki, ürettiğimizi tüketelim. Önce kendi malımıza sahip çıkalım. Bizden çok daha ileri ekonomilere sahip ve aynı zamanda globalleşmenin öncülüğünü yapan batı dünyası ülkeleri, hatta bazı doğu bloku ülkeleri, yoğun bir şekilde ve yılın her günü yurttaşının beynini yıkarcasına ve bir yurttaşlık sorumluluğu içerisinde, aşkla-şevkle, “ buy Amerikan, buy UK, Buy France” gibi kampanyalarla, yurtaşlık bilincini aşılıyor ve kendi ülkesinde made in…. İle başlayan malları alması için bir bakıma psikolojik zorlama yapıyor. Bizde de butür kampanyaların yapılması lazım. Bilinçsiz tüken insanlarımızı bilinçlendirmemiz lazım. Büyük marketler zinciri olan büyük şirketlerin bu hoşuna gitmeyecektir. Çünkü hemen hemen hepsi yabancı ortaklı veya büyük yabancı şirketlerin, markaların temsilciliklerini almışlar. Burada iş sivil-toplum örgütlerine düşüyor. İnsanlarımızın bilinçlenmesi için 869 ile başlayan barkodlu ürünlerin alınması gerektiği uyarısını yapalım. Bunu bir kampanya halinde genelleştirmemiz gerekiyor.
Geçtiğimiz hafta “yerli malı haftası “ idi. Bu iş, öyle hem de sadece bir haftaya sıkıştırılmış sözüm ona basit kampanyalarla, kuru söz ve demeçlerle, fındık-fıstık, portakal yeme törenleri ile olmaz. Daha organize ve daha radikal kampanyalarla olur. Tamam o kutlamalar da olsun, ama her şeyden önemlisi, “ Made in Turkey“ etiketli ve “869 barkodu “ ile başlayan ürünlerin kullanımı artırmak için neler yapılmalı ? Buna kafa yoralım hep birlikte. Mesela buradan bir kampanya başlatalım hadi hep birlikte. Sloganımız bu olsun, bakalım nasıl tepki görecek. Aldığınız ürünün üzerinde 869 ile başlayan bir barkod varsa, bu ülkemizde üretilmiştir.
Hadi Lütfen 869 barkodlu ürünleri satın alalım.