Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Zeynel Abidin KAPLAN

http://blog.milliyet.com.tr/zak

05 Mayıs '09

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

Yetkili, güdümlü, etkisiz

Yetkili, güdümlü, etkisiz
 

Bu aralar kamu işyerleri yangın yeri. Bir karışıklık, telaş, dedikodu, heyecan ne ararsanız var. Hemde macera filmlerini aratmayacak dozda. Neden mi; Kamu sendikalarının yetki dönemi de ondan.

Hertürlü oyun, alavere, dalavereyi barındırıyor içinde bu dönem. “Yetkili olmaya bir iki üyemiz kaldı. Allahını seversen hiç olmazsa bir aylığına üye ol. “diyeni mi ararsın. “Bizim sendikaya üye olursan rahat edersin.” Deyipte hükümete yakınlığını hatırlatanı mı.

Hal böyle olunca çalışanlarda aynı heyecan içinde bir o sendikaya bir bu sendikaya üye olup duruyor. Hatta aynı gün iki sendikaya üye olan bile var. Sabah birine, öğleden sonra birine. Hangi sendikaya üye olduğu sorulduğunda en son hangisine üye olduğunu hatırlamayan bile…

Yaşananlar komiklik ile trajikomiklik arasında gidip gelirken yeni yeni notlar düşüyor çalışanların manevra konusundaki ustalığına ve sendika olgusunun nasıl tüketildiğine.

“Yetkili olunca ne oluyor ki…”

Kamu sendikaları arasında hangi işkolunda yetki kimdedir mayıs ayında belli oluyor.

İşveren ve sendika temsilcileri oturuyorlar ve hangi sendikanın yetkili olduğuna sayısal açıdan karar veriyorlar.

Sonra o yetkili sendikalarla hükümet oturup toplu görüşme yapıyor ve daha önceden IMF ile yaptığı anlaşmalar gereği açıkladığı zam oranlarını bu yetkili sendikalara kabul ettirmeye çalışıyor.

KESK gibi kabul etmeyenleri “Zaten onların niyeti başka.” Diyerek ötekileştirdikten sonra geriye kalıyor sendika aidatının beş liradan on liraya çıkması ki o kadar da olur diyor ve mutabakata varıyorlar.

Yani sendikaların yetkili olması, sendikalara üye olarak yetkili olmalarını sağlayanlara bir şey getirmiyor ama yalvar yakar üye yapanlarda bir takım makam mevki zıplatması gibi değişiklikler ortaya çıkarıyor haliyle.

Hoş sendikalara, bizim işyerinden “Ahmetin sendikası” yetkili olsun, müdür falan olursa işimizi görür diye yaklaşan kamu çalışanlarının sendikal alandan beklentileri düşünüldüğünde bu sonuç şaşırtıcı olmasa gerek.

Etkisizlik…

Yukarda yazdığım şekli ile yetki döneminden hangi sendikanın daha çok üye kaydettiğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Bu durumda “yetkili” ve “güdümlü” sendikalar onlara verilen rolü oynuyor ve başarılılar. Buraya kadar sorun yok.

Gelelim KESK’e…

Sendikal alanda başarılı olmak zorunda olan, çalışanlara umudu, ciddiyeti, sendika olgusunun bu olmadığını kısacası KESK’i anlatmak zorunda olan KESK’e…

Şimdi, “Ne yapalım güdümlü sendikalar işin suyunu çıkarıyor, yapacak bir şey yok, üye sayımızı koruyalım, demokratik alana ilişkin çalışmalar yaparak devam edelim yolumuza.” diyerek bu yazıyı bitireceğimi düşünebilirsiniz… hayır öyle demeyeceğim.

Çalışma yaşamında bunca olumsuzluk varken, her gün eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik haklarımızdan kaybederken, ücretlerimiz düşüp, çalışma saatlerimiz artarken, yoğun çalışma ile bir birimizle konuşamaz hale gelmişken dönüp arkamızı “ne yapalım biz elimizden geleni yapıyoruz ama olmuyor” diyemeyiz.

Sendika olma iddiasındaysak, bu iddiamızı kitleselleştirmek zorundayız. Her şeye rağmen…

Var olan potansiyelimizi doğru kullanıyor muyuz?

Üye sayımız hiç de azımsanmayacak sayıda ama biz üyelerimizin önemli kısmını gitmesek de, görmesek de, konuşmasak da, derdi nedir diye sormasak da o üye bizim üyemizdir diye düşünüyoruz.

İşyerleri sendikal politikaların belirlendiği yerler olmaktan uzaklaşıyor. Sığındığımız gerekçeler sığ. “Toplantıya çağırıyoruz gelmiyor.” kolaycılığı ile durumu idare ediyoruz.

Oysa toplantıya çağırdığımız kişinin “o saatte ne işi var, çocuğunu kreşten mi alacak, evde yemek yapması gerekiyor mu, aile içi bir sorunu var mı?” ilgilenmiyoruz.

Bir kısa mesajla çağırıyoruz: “… gün ve saatte sendikada toplantı vardır. Katılım önemlidir.” Bitti. Sonra gelmediler diye kızıyor ve küsüyoruz.

Kaç sendikada çocuk oyun odası var?

Mesai saatleri içinde toplantı yapmak daha mantıklı geliyor ama o toplantılarda da üyeleri dinlemiyor, sadece biz konuşuyoruz. Sitem ediyoruz, ilgisizsiniz diyoruz, küsüyoruz.

Senin bir sorunun var mı? Demiyoruz. Küsüyoruz, küstürüyoruz.

Sendika içi demokrasi mekanizmaları doğru işliyor mu?

Hayır doğru işlemiyor. Katılımcılık esastır diyoruz ama katılmak isteyeni de sorguluyoruz, yetersiz buluyoruz, “bizden” değilse dikkate almıyoruz. Her hangi bir yönetim mekanizmasına gelecek olan başarılı olsun ya da olmasın “bizden olsun” istiyoruz.

Yönetim kademelerine aday gösterilecek kişilerin yeterliliğinden önce aidiyetini sorguluyoruz ve “bizden olsun” gerisi hallolur, yetişir, diyerek kendimizi kandırıyoruz. Bunun sonucunda refleks gösteremeyen, inisiyatif koyamayan, üretemeyen yöneticilerle aşılması güç yollarda kalıyoruz, kalıyoruz, kalıyoruz.

Sendikal grupların ihtiyaçları zaman zaman sendikanın önüne çıkıyor mu?

Evet çıkıyor. Üye sayısı demokratik talepleri dillendirebileceğimiz sayıda olduğu sürece kaygılanmıyoruz. Oysa işkolunda etkili olmanın en önemli koşulu kitlesel olmaktır. Unutuyoruz.

Kimi konularda üyelerimizi aşan, üst perdeden açıklamalar yapıyoruz. Kitleye dayanmayan, grupsal ihtiyaçlardan kaynaklanan bu açıklamalar işyerlerine ulaşmıyor, ulaştığında da sıkıntı yaratıyor.

ÇÖZÜM ELLERİMİZDE, ÇÖZÜM SENDİKAL DEMOKRASİDE…

Herseye rağmen, tüm olumsuzluklara karşın varolan potansiyelimiz, güçlü yanlarımız ve umut vaat eden bir yapımız var. İşyerlerinde hala “iki milyon kamu emekçisinin sesiyiz, umuduyuz.”

Kamu sendikacılığı denince akla biz geliyoruz. O halde bu poatnsiyeli iyi kullanmalı ve umudu dik tutmalıyız.

Nasıl?

-Yüzümüz işyerlerine dönük olmalı.

-Konuşmadan önce dinlemeliyiz, basit-insani sorunları ciddiye almalı ve çözüm aramalıyız.

-Kendimize ve üyelerimize güvenmeli, sendikal demokrasiyi iyi işletmeliyiz.

Sağlıcakla…

 
Toplam blog
: 32
: 1377
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Halen Manisa'da yaşıyorum. 1974 Erzincan doğumluyum. Sağlık Teknisyeni (Laborant) olarak çalıyorum. ..