- Kategori
- Felsefe
Yıldızın parladığı anlar
Yıldızın parladığında onu sakın kaçırma.
" İnsan hayatında olduğu gibi tarihte de, kaybedilmiş bir anın yanıp yakınma ile bir daha geri geldiği görülmemiştir. Bir tek saatin kaybettirdiği şeyi bin yıl bile geri getiremez." Böyle diyor ünlü Avusturyalı yazar, Stefan Zweig, "Yıldızın Parladığı Anlar" adlı eserinde. Birbirinden ilginç ve çarpıcı 12 tarihi olayın bilinmeyen yönleriyle, sırlarıyla anlatıldığı bu eserin ilk öyküsü, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethiyle başlıyor.
Tarihte eşi görülmemiş bir askeri deha örneği ile Haliç'e indirilen gemiler, direnişi hayli zayıflatsa da henüz teslim olmamıştır Bizans. O anda kimsenin beklemediği bir şey olur; surlarda yayalar için kullanılan "Kerkaporta" denilen kapının açık unutulduğunu fark eden Yeniçeriler sessizce suya girerler, yüzerek karaya çıkıp kapnın yanına gelirler, yine sessizce teker teker bu kapıdan içeri sızarak Bizans'ı gafil avlarlar, son umutları tükenen Bizans teslim olmaktan başka çare bulamaz. İşte Zweig' ın açık unutulduğnu yazdığı "Kerkaporta" kapısı, Fatih Sultan Mehmet'in yıldızının parladığı andır. Artık tarihte bir devir kapanmış ve yeni bir çağ başlamıştır.
Hepimizin yaşamında böyle anlar, yani yıldızımızın parladığı anlar vardır. O anın gelişini önceden hisseden ve farkedenler bu büyük fırsatı en iyi şekilde değerlendirirler. Bu cesareti gösterdiklerinde yaşamlarında başarıya, mutluluğa giden yolun anahtarını da ele geçirmiş olurlar. Bu anahtar artık sizindir ve yaşamınızdaki tüm kapıları ardına kadar açacaktır size. O anın gelişini hisseden, fark eden ve fakat gerekli cesareti gösteremeyerek kaçıranların ise yaşamlarının kabusa dönmesinden şikayete hakları yoktur. Yakınmalarınızı, çığlıklarınızı duyan olmayacaktır.
Peki, yıldızın parladığı anlar sadece bir defa mı çıkar karşımıza ? Hayatımızda böyle bir şansı ikinci, üçüncü kez yakalayamaz mıyız? Şans ve zaman faktörü bu kadar acımasız olabilir mi? Eğer yeni bir şansımız olursa, yani yıldızımız bir kez daha parlayacak olursa, onu önceden nasıl hissedebilir miyiz.? Ve onu bu kez kaçırmadan nasıl yakalayabiliriz.?
Bütün bu suallerin yanıtları da sizdedir. Yine de, benzer soruların yanıtlarını aradığım dönemlerde yaşadığım bir olayı paylaşmak isterim sizlerle.
Yıllar önce, Karşıyaka' da güneşli bir bahar günü biraz dinlenmek için bir parkta, banklardan birine oturup gazetemin sayfalarına göz atmaya koyulmuştum. Az sonra, temiz giyimli yaşlıca bir adam geldi ve selam verip yanıma oturmak için izin istedi. Buyurun dedim, oturdu. Kısa bir tanışma sonrası oradan buradan sohbete başladık. Konuştukça derin ve saygın bir kişiliği olduğunu fark ettim, içimde bir sıcaklık hissi ile, güven duydum bu yaşlı adama. Sohbet sırasında dönüp dolaşıp yaşamımda karşılaştığım şanssızlıklardan yakındım ve yıldızımın parladığı anı nasıl kaçırdığımı anlattım ona. İlgi ve dikkatle dinliyordu anlattıklarımı. Şans, dedim bir daha yüzüme güler mi acaba, yani tekrar yıldızım parlar mı hayatta? Tebessüm etti, derin bir soluk aldı yumuşak sakin bir tonda konuşmaya başladı; " Yıldızın parladığı anlar erken bahar rüzgarı gibidir. Yüzünüze değdiği anda onu hissedersiniz işte o anda yıldızınıza hiç düşünmeden dört elle sarılmanız gerekirdi. O an, yaşamınızın tılsımlı bir anıydı. Evet, yaşamda şans size bir kez daha gülebilir, yıldızınız tekrar parlayabilir, ama onun kuvveti asla birincisi kadar olmayacaktır. Yine de yaşamınıza güzel şeyler katabilir, hatta bir teselli de olabilir sizin için. Yıldızınız üçüncü kez parlar mı, işte bunun yanıtı zor. Belki parlar belki parlamaz. Eğer parlarsa hayatınızı küçük sevinçlerle yaşanabilir kılmak da yine sizin elinizde. Ve hayat çizginize asla küsmeyin, dedi. " Yaşlı adam bir süre sonra izin isteyip uzaklaşırken gazeteyi tutan ellerimin terlediğini ve fakat içimde pek de tarif edemediğim tatlı bir huzur, ferahlık olduğunu hissettim. O gün, küçük mutluluklarla yetineceğim son yıldızımın parlayacağı anı, yüzüme değecek erken bahar rüzgarını beklemeye ve onu asla kaçırmamaya karar verdim.
Siz de yıldızınızın parladığı anı sakın kaçırmayın.