Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

11 Nisan '07

 
Kategori
Yolculuk
 

Yolculuk! Ama nereye?

I / Önce

İlkyazdı yolları katetmeye karar verdiğimizde.
Ne kadar da uzun sürmüştü hazırlıklar. Günlerce haritaların üzerinden gitmiştik. Elimizde renkli kalemler, savaş taktikleri veren komutanlar edasıyla tanımadığımız şehirlerin üzerine çarpılar koymuştuk. Rotamız kıvrılarak yol alan mavi bir çizgiydi. Yolculuk listemizi hazırlamış, sevgi dolu sarılmalar ve zararsız atışmalarla hayali seyahat çantalarımızı doldurmuştuk.

İkimiz de haritalarla yolların birbiriyle ilgisi olmadığını biliyorduk. Günler, santimlerdi haritanın üzerinde. Bir karış yol iki haftaya karşlık geliyordu, birbirine değen iki kalp bir ömürdü. O günlerde sanki, öyle gibiydi.

Müziklerimizi hazırladık, yol CD'leri doldurduk. Bol virajlı dağ yollarını Marvin Gay ile, ormanları Cohen'in yürek söken parçalarına kulak vererek, ovaları Bob Marley'in ritimleri üstünde, düz yolları B.B King'in kadife gitarıyla, sol yanımızı deniz kapladığında bir Le Grand Bleu CD si ile, mola verdiğimiz benzinciyi de geçtiğimiz şehrin yerel radyosunda bilmediğimiz bir dilin haberleriyle kutsayacaktık.

İkimizin de kirli dikiz aynasında soluk aşkları vardı. Kimilerini sevmiş, kimileri bizi sevmiş; kimilerini de sever gibi yapmıştık. Bazen direksiyona kendimiz oturmuş, bazen de yanımızdakinin şoför fantezisine ve yola ait tüm tasarımlarına göz yummuştuk.

Sert frenlerle cama yakınlaşmış, ani hızlanmalarla da koltuğumuza yapışmıştık. Yolda olmak her şeyden daha önemliydi bizim için, başımıza geleceklere razıydık. Yolun bizden esirgemediği hiçbir şeyi, biz de ondan esirgemeyecektik. Gittik...

Tek başına yolculuklardan ikimiz de sıkılmıştık. Hayatımızda bir co-pilot olsun istiyorduk artık. Haritayı okuyabilsin. Yolu hissetsin. Sıcak bir kahve ile yeniden dünyaya getirsin yanındaki insanı. Virajları önceden söylesin. Yolda zaman kaybetmeyelim; gerekli yerlerde hız yapalım, yolun durumuna göre de yavaşlayalım. Fonda Astor Piazzolla'nın nefes kesen bir Buenos Aires şarkısı; yolla tango yapmayı ikimiz de seviyorduk.

Yıllar boyunca başkalarının arabalarında yalnızca üzerimize gelen yolları seyretmiştik. Gün olmuş yollar bitmek bilmemiş, kimi günlerde de yolun bitmesini hiç istememiştik. Yolu hissetmek belki de yalnızca direksiyonda olmakla mümkündü. Bir türlü karar verememiştik. Biz mi gidecektik, uzaklardan birileri mi bize gelecekti... Sileceklerin sesi en güzel ninniydi; gitmek için yağmurun yağdığı tatil günlerini bekliyorduk.

II / Yolda

Yolculuklarda yıpranmış, sonra da yanlış katlanmış haritalar gibiydik. Çizgiler, çarpılar, kırıklar; bir daha nasıl kullanılacaktık. Her yolculuk için uygun insan, yeni harita ve yeni bir kaset listesi gerekliydi. Bu yolculuğa belki de yeterince hazırlanmadan çıkmıştık. Acıktığımızda sandviçler tükenir, sıkıştığımız anda tuvaletler hep bizden uzak olurdu.

İkimiz de biliyorduk; otobanda duramazdık, geri de dönemezdik, dörtlüleri yakıp çalılıklara yanaşmayı da kendimize yediremezdik. Sonra uzun bir suskunluk olurdu. Yolların şeritleri, bize sırat köprüsü gibi gelirdi.

Düşüncelerimizin bizi sürüklediği yerlerden yeni günahlarla dönerdik. Birinin eli, saatler sonra diğerinin elini ürkekçe bulduğunda, fil hafızamız yanlış bedene dadanan ruh gibi evi terkederdi. Kenara çekerdik; bir baş diğerinin omzuna düşerdi. Yollar bizi severdi.

Çıkmayacağımız ve dönmeyeceğimiz yolculuklar olacaktı ama bunlar gitmek için engel değildi; yolda birbirimizle didişmek için de... Bu yolculuğa birlikte karar vermiştik. Yarı yolda inmek yoktu. Biri bağırırsa diğeri susacaktı; kim delirirse, karşısındaki aklını başına toplayacaktı. Her şey başı sonu belli bir komedi gibiydi. Görünmez izleyicilerimiz bu oyundan mutlu ayrılacaktı.

Önemli olan gittiğimiz yerden çok, alacağımız yoldu. Bir rüyadaymışçasına garip duygular içindeydik, kendimizi açık camdan yüzümüzü okşayan rüzgarın kollarına bıraktık. Islık çalan cam, tatlı kokan zakkum, yerinde duramayan rüzgar, ardımızda kalan şehirler, yarım kalmış aşklar; arka koltukta sessizce oturuyorlardı. İtiraf etmeye korkuyorduk; galiba mutluyduk.

Bir sürü sevimli çocuk, lodosta çıldıran martılar gibi arabanın camlarını sildi aceleyle. Kalan bütün bozuk paraları verdik. Geldikleri gibi kayboldular. Her şey, toz toprak içinde geçen bir İtalyan filmi gibiydi. Eriyen asfaltlarda bıraktık kötü anıları, uzun sıcak yaza aldırmadan gidebildiğimiz kadar uzaklara gittik.

Fotoğraflar çok sıradandı, resmimizi çizdirmeye de vakit yoktu. Birlikte “10 dakikalıkâ€? bir karikatüre poz verdik. Yanımızda bir kamyon gidiyordu. Bir kadın ayaklarını dışarıya çıkarmıştı. Güneş, parmakları üzerinde oyunlar oynuyordu. Arkada oturan çocuk bisküvi yiyordu. Sanki biz durmuştuk da dünya, tüm araçları ve yollarıyla yanımızdan geçiyordu. Birbirimize ne çok benziyorduk. Mola zamanıydı. Anılar da soğumuştu artık, ama bir türlü yolu bitirmiyorduk. Ve gece ansızın, siyah atlastan yelkenini açtı önümüze. Neredeyse gelmiştik.

III / Yola devam...

Sonra neler oldu, bilmiyorum; ama her şey birden bire oldu. Renkler delirdi, adlarını unutturdu. Aynı günde birkaç mevsim yaşandı. Dağlar tepelerin içlerine geçti, bütün şehirler birbirine benzedi. Gitmek ile gitmemek arasında fark kalmadı. Nedense, sıcak havaların ardından, korku içinde hep soğukları beklemiştik. Sevdiklerimizi yitirmiştik, dostlarımızı yeniden tanımıştık; kış uykularına yatmış ve baharlarda yeniden uyanmıştık. Ne çok üşüdüğümüzü hiç unutmamıştık. Yaşamın da mevsimleri vardı, aşkın da, ölümün de... Madem ki bu dünyada yaşıyorduk, bedelini ödeyecektik.

Direksiyonun başında, motoru çalıştırmadan uzun uzun oturdum. İtiraf ediyorum; son kez yaşadıklarımı düşündüm. Kendimi yollara vurup, senden uzaklaşmayı deneyecektim. Kilometre saatine bakmayacak, aklımla gaz pedalı arasında bir ninni tutturacak ve öyle gidecektim.

Son yolculuğuma bir başıma çıktım. Yanımdaki koltuk boştu. Kimsenin hayalini almadım yedeğime. Haritayı açmadım, rehber kitaplara bakmadım, yol tabelalarına aldırmadım. Hava serindi. Otomobilin üzerini kapatmadım. Yüzüme vuran rüzgar, içimdeki ateşi alıyordu. Tuhaf bir gülümseme beni ele geçirmiş, kederim yok olup gitmişti.

Dağlara açılmış geçitleri hayalinle taktis ettim. Oysa seninle konuşacak ne çok şeyim vardı. Daha çocukluğumu anlatacaktım; yollara, bilinmeyene olan merakımı, düşşehirlerimi... Yalnızca bu yolculuğa özel itiraflarım olacaktı, belki seni ne çok sevdiğimi de söyleyecektim. Kısa bir sürede, kül tablalarında unutulmuş kendiliğinden sönen sigaralara dönmüştük, bizden geriye uzun bir kül kalmıştı. Fonda bir müzik; adını dahi bilmiyordum. Oysa biraz sabretseydin içimdeki çocuk arka koltukta uyuyunca, sesizce anlatacaktım sana her şeyi. Yolları beklemiştim, yolların bir anahtar gibi açmasını kalbimizin kapılarını. Olmadı.

Bugün pazar. Ben yolu yarıladığımda, sen ancak uyanacaksın.
Bir Sabah Erkenden...
Gidiyoruz; yoksa biz duruyoruz da yollar mı geçiyor yanımızdan. Bir trenin içindeyiz de, diğer tren mi aksi yöne gidiyor. Yollar çağırıyor; yollar çekip alıyor içine bizi...

Sabah
Anılarımızda bir plazanın gölgesi düşüyor üstümüze. Camlarından yansıyan ışığın açtığı yolda bir kalp, diğer bir kalp ile buluşuyor. Gölgeler güçleniyor; ters ışık alıyor gözümüzü. Gün yükseliyor; yolun güneşli tarafında her şey yolunda gözüküyor.

Açılmayan camlardan daralan yüreğimiz, bedenimizin terkisinde, sınırsız bir özgürlük duygusuyla şehri terketmeye hazırlanıyor. Anlamsız projeler, bitmek bilmeyen toplantılar, Amerika'dan ithal verim artırma programları; 3-4 günlüğüne de olsa şimdi çok uzakta. Yıllardan beri ilk kez dışarıdan bakıyorum, her sabah günün ilk ışıklarıyla bir vampir gibi sessizce süzüldüğüm, şehre bir çivi gibi çakılmış tabutuma. Yine de özleyeceğimi biliyorum, ansızın giden bir sevgili gibi.

Kuruyan boğazımızı ıslatan içecekler, mide kazıntımızı alacak bisküviler ve şaha kalkmış ruhumuzu dizginleyecek bir harita. Annesini dinleyen uslu bir çocuk gibi, ciddiye aldığımız kırmızı ve yeşil ışıkların kollarına bırakıp kendimizi, yola çıkıyoruz.

Bir kediye ömrünü bağışlıyoruz, uzun bir fren iziyle yola attığımız imzada. Hayvan, bakışlarıyla korku dolu bir teşekkürü, hedefini bulamamış bir kırbaç gibi savuruyor yüzümüze.

Öğle
İyice acıkmışız; bütün yemeklerini tatmak istiyoruz kıyısında konakladığımız küçük lokantanın. Yol üzerindeki tezgahlarda, lüks restoranlarda pas geçtiğimiz yiyecekleri görüyoruz. Dönüş programımıza onları da alıyoruz. Bir benzincinin keskin kokusunu içimize çekip yola devam ediyoruz. Camlarımız kısa bir süre için de olsa temiz. Burada ne aradığımızı soran gözleriyle bize bakan köylü kadınlarının birkaç kare fotoğrafını çekiyoruz.

Sürücü dışında herkes uyukluyor. O da uyumamak için çocukluğunun bahçesindeki dut ağacını düşünüyor. Kapalı camlardan yüzümüze güneşin sıcaklığı vuruyor. Rüzgar ise haşarı bir çocuk gibi arabanın çevresinde içilecek bir sigara ya da atılacak bir çikleti kolluyor, içeri girmek için. Dağlarda sıkılan canını, yolda birileriyle avutmak istiyor.

Bir kış öğleden sonrasını tam ortadan bölen cep telefonu sesiyle tüm araba hayallerinden sıyrılıyor ve uykusundan uyanıyor. Mırıltı halinde bir konuşmadan sonra, sıkı bir rock baladıyla yola devam ediyoruz. Kışın bu son günlerinde, erken açmış bahar dalları gibi bunca sineğin camla yaptığı randevunun nedenini bilmek istiyoruz. Büyüyor yollar, uzuyor yollar; geliyoruz.

Akşam
Mavi saat, bir filmin açılış sahnesi gibi iniyor tarihi şehrin üstüne. Eski çarşının avlusunda dilenciler, boyacılar, kağıt mendil satan çocuklar dolaşıyor. Rüzgarın her esişinde dut yaprakları hışırdıyor ve sanki ipekten bir fular dolanıyor boynumuza. Yolda rastladığımız bir pastanenin vitrinindeki pastaları ömrümüzün sonuna kadar utamayacağımızı biliyoruz. Sanki yaşam sonsuz bir okyanus da, uzun bir sefer öncesi biz ufka bakarak onun kıyısında dolaşıyoruz ve tabladaki tüm balıklar kardeşimiz gibi geliyor bizlere.

Aramızdaki gizli anlaşma ile hiç konuşmadan onu dinliyoruz. İnce zarif kolları ve mikrofonu kavrayan uzun parmakları ilk bakışta dikkatimizi çekiyor. Güzel bir sesi var. Dışarıda rüzgarla dans eden ağaçlar, aynı anda hatırlanan iki ayrı anı gibi uzun siyah saçlarıyla buluşuyor yansıdığı camın üzerinde. Söylediği şarkı, yangına giden itfaiyelerin geceyi yaran telaşlı siren sesleriyle birleşiyor. Kadehlerimizi yolculuk ve onun aramızda oluşturduğu gizli anlaşma için kaldırıyoruz. Biliyoruz ki gidilen yerler bahaneydi, gideceğimiz yollar için.

Dar sokaktan geçip otele geliyorum. Duşta, burgaçlar yapan suya uzun uzun bakıyorum. Ayak havlusunun üzerindeki ayak izleriyle ayaklarımı, iki uzak kalp gibi denk getirmeye çalşıyorum. Bu kez de, buzdolabının üzerinde duran modası geçmiş küçük televizyonu açıp kanallar arasında yolculuğa çıkıyorum. Bir fransız filminde kalıyorum. Uyku uzaktaki sevgili gibi beni yanına çağrıyor. İyi ki varız, iyi ki yollar var diyorum; kendi kendime...

 
Toplam blog
: 15
: 1747
Kayıt tarihi
: 11.04.07
 
 

1971 Ankara doğumluyum. Marmara Üni. İletişim Fakültesi Radyo,Tv ve Sinema mezunuyum.Televizyon p..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara