- Kategori
- Anılar
Yolculuk Dergileri
Uzun yolculukları çok severim. Nedenini bilemiyorum, çocukluğunda şimdi olduğu gibi insanların kolaylıkla seyahat edebilme olanağı olmadığından belki, belki de olanaklar sınırlı olduğundan imkanlar elverdiğinde tadına varabildim belki de,
Birde seyahat nedenim zorunlu yolculuk değil keyfi seçilmiş ise, tadına doyum olmaz, yıllar önce otobüs yolculuklarımın unutamadığım en güzel yanıdır Yolculuk dergileri, hikayesinden makalesine, edebiyattan resime, fıkradan bilmeceye ne güzel bir şölen yaşatırdı insana, ne yazık ki kalmadı günümüzde bu şirketlerin maliyet düşürme telaşımı yok sa insanların kaale almayışı mıdır?(Okumuyor) bilemiyorum. Zira deniz otobüslerinde de vardı bir dönem her koltukta ne yazık ki orada da yok artık.
"Kamil Koç yolculuk dergisinde; Fakirlik; Her yerde olan fakirlik açlık ya da açıklık değildir. Fakirlik para ve altına sahip olamama da değildir. Fakirlik, sahafta satılmamış bir kitabın üzerindeki tozdur. Fakirlik, kağıt imha makinasında, gazete parçalayan bir bıçaktır. Fakirlik, arabanın camından dışarıya atılmış muz kabuğudur. Fakirlik yemeksiz geçirilen bir gece değildir, fakirlik “düşünmeden” geçirilen bir gecedir.
"Yıkılan insanı onarmak için değil, insanın yıkılmasını beklemeden, onu sağlam, dirençli, huzurlu, rahat, mutlu, dünyada olup bitenden haberli, Türkiye’deki olanaklar hakkında bilgili tutacak bir tutam güzelliği elinin uzanacağı yere koyarak yapıyor bunu. Günde ortalama 26 bin kişiye pırıl pırıl bir “Yolculuk” dergisi sunuyor. İnsanların uyuklayarak, esneyerek, dışarıyı seyrederek, bomboş geçirecekleri saatleri öğrenerek, dinlenerek, acımasız yaşam koşullarının yaraladığı yanlarını az da olsa iyileştirme fırsatı bulmalarına olanak vererek geçirmelerini sağlıyor. Üstelik bunu, yolcularının açlığını da bastırmaya çalışırken yapıyor. Ne iyi yapıyor!"
Babam mı derdi, “Aferin budalası olmayın!” Feyza hepçilingirler Kamil Koç Yolculuk dergisi tanıtımı
Yaşattığın güzellikler için, okuduğum her dergi için teşekkürler Kamil Koç ve İdo yerini aratmayacak güzelliklerin geri gelmesi dileğimle, biraz da gülelim,
BİR DE SENİN KULUNA BAK
Bektaşi Baba İstanbul'da gezinirken, padişahın sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir binanın yakınından geçmekte idi. Binanın önünde şatafatlı bir fayton durmakta idi. Binadan sırmalı elbiseleri olan adam çıkınca, muhafızlar selama durdu. Adam faytona binerken, Bektaşi meraklalandı ve muhafızlardan birinin yanına sokularak sordu.
-Faytona binen padişahmıdır?
-Hayır padişahın bir kuludur. Cevabını aldı.
Bektaşi, tepeden tırnağa önce faytondaki adama baktı. Sonrada kendi haline baktıktan sonra, ellerine açarak:
-Tanrım, bir padişahın kuluna bak! Sonra, bir de senin kuluna bak! Diye söylendi.
PEŞİN NAMAZ
Hoca ile Bektaşi birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca:
-Namaz saati! demiş, başlamış kılmaya.
Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam.
Bektaşi’nin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş:
-Yahu bu ne uzun namaz böyle?
-Kazaya kalmış namazlarım vardı, onlarıda kıldım! Demiş hoca.
Yola koyulmuşlar, bir müddet sonra mola verdiklerinde bu kez namaz kılmak için Bektaşi müsaade istemiş ve başlamış namaza.
Ama ne namaz, bitmiyor! Sonunda hoca dayanamamış :
-Erenler, senin namaz da uzun sürdü!
-Önümüzdeki haftanın namazını kıldım! Diye cevaplamış Bektaşi.
Hoca şaşırmış:
-Yahu olur mu böyle şey?
Bektaşi gülmüş:
-Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?