- Kategori
- Deneme
Yolculuk

Ne ruhumu lime lime parçalara ayıran sancılı kederleri, ne de benliğimden taşmaya hazır coşkunluğumu anlatabildim. Her ikisini bir arada yaşadığım zamanlarıysa, belki ben de anlamadım…
Mutluluk ve mutsuzluk hallerinden yana değil de tasam, bu tutukluk, bu anlayamama kimi zaman.Anlasam katılıp kalması içimin, anlatamama.Anlatılabilsem..kime ve ne maksatla?Ki çoğu vakit abesle iştigal!
Bu duvarlar… Bu çok karanlık ve çok aydınlık duvarlar, saydam, iletken tutsaklık…
Kronolojik olarak başlasam diyorum. Gerçi duygular, duyumsamalar hiç öyle tarih, saat, sıra, düzen umursamazlar. Uç noktalarda kaprisleriyle kendilerini umursatmayı ise her daim becerirler.
İlk önce ‘zor’ u kaldırdım lügatimden, dünyamdan. Analist düşünce, materyalist görüş, gözlem, engin olduğunu zannettiğim o sığ muhakeme yetim… Epey idare etti yaşantımı. Akıl, fikir, mantık hafife alınamayacak denli de mühimdir. Bir de IQ avantajı falan, haberim yok o vakitler, ‘al IQ’nu koy bu kefeye, al canım bu da hayat, hani özgül ağırlığına bakma sen, bunu da öbürüne koy istersen, nasılsa akıllı, mantıklısın, dengelersin sen!’ Bakılacak gibi de değil zaten, hepi topu 21 gram! Hafife aldım ruhu, yoktu…
Bir dönem sonra, yadsınamaz boşluklara isim olduğundan sırf, flört etmeye başladım, muhteşem mantığımın kıvrak danslarıyla tutunarak tüm ele avuca gelir koşullanmalarımla.
Sonrası, ihanet. Hem öyle bir vurgun ki, ‘davadan dönme’ler isim bile olamaz traji-komik meseleme. Mesele; hayat. Mesele; yaşamak. Mesele; insan olmak. Kadın değil, erkek değil, orada veya burada durmak değil, gülmek veya ağlamak, inanmak veya inanmamak, öyle ya da böyle de değil, mesele ‘olmak’. Ne veya nasıl da değil, yalnızca olmak…
Her mantıklı insan gibi elbette denedim; kaçtım! Ve itiraf etmeliyim ki, şu gün bile hala kaçan ben’i gördüğüm oluyor bazen. Yakalanma gibi bir durumum olmadı. Çünkü hiç unutmam, yorulduğum bir sıradaydı, dönüp ardıma baktığımda, peşim boştu!
İşte tam o an, bildim… Eğer kovalansaydım, eğer bilseydim, bilebilme ihtimalim bulunsaydı bir nebze olsun, savuşturacak mantıksal kabiliyette olduğuma and içerim!
Davet edildiğim boşluğa icabet ettim. Sonrası; ihanet!
Benim sevgili aklım, sevilesi mantığım, zihnim, beynim, ah benim o şuursuz şuurum! O ele avuca sığmaz haliyle, o isyankarlığını bileyen, daima ve bunu erdem gören ve bunu doğru, salt gerçek, olması gereken gören, bununla büyüyen yalnızlığım, sevdiğim… Bir Tanrı olsaydı, ben inanırdım zaten diyen, sonra gözü, gönlü, mantığı çelinen duymazlıktan geldiği adı kutsal atfedilen ne varsa, dört kitap, ilişkilendirilen her ne varsa gizli, alenen, ve ruhçuluk, ve hermetizm, ve ezoterizm, ve sırasını karıştırmalar, ve yönteme sığınmalar yeniden…Bütün yollarda elimde kalınca sazım…
Şimdi; ne çok isterdim muştulayabilmek, aynı sancıyı çekenlere yahut yalnızca bu yolculuğun sonunu merak edenlere…
Aslolan yolculuk ve sonsuz gibi… Konfor kuşakları, sancılı serüvenleri, nefesi kah rahatça, kah boğazına düğümleyerek, ama aldırarak, müsait yani, yaşanıyor…