Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '07

 
Kategori
Yolculuk
 

Yollara düştüm

Yollara düştüm
 

Tatilim gelmişti ya hani fena halde, alıp başımı gitmek isteği uzun zamandır yerleşivermişti beynime. Gidilecek, görülecek yerler, hayata dair söylenecek sözlerim vardı ya benim. İşte yollara düştüm bir gece vakti.

“Hey gidi Karadeniz Karadeniz suların ne karadır Karadeniz”. Sislerle kaplı dağları aşarak geliyoruz Düzce Güzeldere Şelalesine. İlk durağımız burası. Çadırlarımızı kuruyoruz hemen saat gece yarısı erken kalmak için erken yatmak gerek. Zaten yorgunluğumuzda cabası. Şöyle uyku tulumlarının içinde toprakla bütünleşerek uyumak ne kadar da güzeldir. Derin uykulara dalar insan tabiat ananın koynunda ve gecenin serinliğinde. Üstünüzde beyaz işli mavi bir atlas, altınızda yemyeşil çayırlar, ormanın derinliklerinden gelen sesler arasında. Kendinizi dinlersiniz, sessizlikte sadece iç sesinizi duyarsınız yavaştan. Doğa ile birlikte sizde dalarsınız derin bir uykuya. Sabah oluyor yavaş yavaş, geceden yağan çiğ kaplamış çadırları. Erken kalkmalı daha gidilecek bir sürü yer var. Güzeldere Şelalesi, buz gibi akan suları, kendi coğrafyasında barındırdığı 10 çeşit farklı bitki örtüsü, Mozart’ın senfonilerini aratmayan sesi ile ne kadar da heybetli duruyor. Hayaller kurduruyor insana sonsuzluğa dair. Yamacında oturuyoruz bir müddet tabiatın bize bahşettiği nefesi dolduruyoruz ciğerlerimize. Hafiften çiseleyen yağmur hızlanıyor birden bire, bir kaya altına sığınıp önümüzde akan şelaleye katıyoruz umutlarımızı ki onun gibi temiz olsun tez olsun diye.

Kampta yapılan dost sohbetleri, yakılan ateşlerin başında içilen şaraplar, söylenen şarkılar. Yağmurun nemlendirdiği toprak üstünde seyrettiğimiz kayan yıldızlar. Göz açıp kapatıncaya kadar geçen günlerin ardından Akçakoca’ya gitmek için yeniden düşüyoruz yollara. Yol boyunca selam veriyoruz atlara, ineklere, koyunlara, kuzulara. Dalından meyve koparıyoruz taptaze mis gibi kokan. Yaylalardan, derelerden, köylerden geçiyoruz. Derken lacivert bir deniz görünüyor dağların ardından. Hey gidi Karadeniz! İçimiz kıpır kıpır, derler ki insanları da iklimi gibidir Karadeniz’in. Hırçındır, hoyrattır ama merttir, açık sözlüdür, delikanlıdır.

Akçakoca’ya 3 km kala, fındık bahçelerinin arasından giriyoruz bir patika yola. Az sonra nasıl bir yerle karşılaşacağımızı bilmeden ilerliyoruz ağzımızda bir türkü “yine yeşillendi fındık dalları.” Derken Mesen Otel’e varıyoruz. İçeri girdiğimizde gördüğümüz manzara bir kere daha aşık ettiriyor bizi Karadeniz’e. Kayalıkların üzerindeyiz, aşağımızda dalgaların köpük köpük yaptığı uçsuz bucaksız bir deniz. Deniz keyfinin yanında bir de turkuvaz renkli suyuyla sizi cezbeden bir havuz. Bir an için cennet burası olmalı diyorum içimden evet cennet burası. Güllü, mineli, ballıbabalı bahçesi, leziz yemekleri ile burası gerçekten insanların huzur bulabileceği harika bir butik otel. Yoldan geldik sıcakladık, hemen Karadeniz’in engin sularında serinletiyoruz bedenleri, dalgalarla boğuşuyoruz bütün gün. Sonra Akçakoca’da ünlü Hülyam lokantasında tadıyoruz Karadeniz’e has enfes yemekleri. Konaklamak için döndüğümüzde otelimize hepimizin yüzünde tatlı bir tebessüm.

Karadeniz Ereğli’si bir diğer durağımız. Ereğli’ye tepeden bakan bir lokantada dindiriyoruz karnımızdaki zil seslerini. Sonra çocukluğumuza döndürüyor bizi sahilin hemen kenarına kurulmuş Lunapark. Hey işte pamuk şeker, atlı karınca, çarpışan arabalar...

Ereğli tarihi ve doğası ile gerçekten Karadeniz’in en nadide köşelerinden biri. Cehennem Kapısı Mağarası tarihi gezilerimizde önemli bir yere sahip. Mitolojiye göre bu Mağara’da Herkül cehennemin bekçisi olan üç başlı köpek ile savaş vermiş. Mağara yatay bir oluşum, tavanlarında daha oluşumunu tamamlamış sarkıtlar var, ortasında bir göl. Duvarlarında korunabildiği kadarıyla eski çağlara ait resimler. Söylentilere göre mağaranın bir ucu Amasra’ya kadar ulaşıyormuş. Aynı alanda iki tane daha mağara var. Bunlardan birisi Koca Yusuf diğeri ise Ayazma Mağaraları. Adından anlaşılacağı gibi Ayazma Mağarası’nın içinde buluna su kutsal olarak ilan edilmiş. Koca Yusuf ise düşmanlarından kaçarken adının verildiği mağaraya sığınmış. Herkül ile birlikte üç başlı köpeği yenip, Ayazma’nın sesini dinleyip, Koca Yusuf’u Allah’a emanet edip ayrılıyoruz Cehennem Kapısından.

Cennete doğru cennetin içinden yol alıyoruz. Dilimizde bir Karadeniz türküsü “al şalım yeşil şalımda Maçka’da buluşalım.” Vara vara Varagel’e varıyoruz. Varagel, kayalıkları, uçurumu, yeşilin ve mavinin her tonu ile saklı bir cennet. Ulaşmak için bu cennete epey kötü yollardan geçiliyor ama sakın pas geçmeyin Varagel’i. Eğimi 90 derece olan bir uçuruma kurulu bir düzenekle indiğiniz harika bir koy burası. Denizi bir bardak su gibi tertemiz. İnsan böyle bir yerde kendini ölümsüzmüş gibi hissediyor. Ve cennetin anahtarını tutuyor ellerinde adeta. Burası büyülü, inanılmaz, tıpkı masallarda anlatılan uzak ülkeler gibi.

Şimdilik bu kadar. İçimizde yeni yerler görmenin mutluluğu var. Bir daha ki sefere diyoruz kendi kendimize hayat bizden yana olursa bir daha ki sefere düşeriz yine yollara yenilenmek, dinlenmek ve keşfetmek için. Dilimizde bir Karadeniz türküsü “ben seni sevdiğimi de dünyalara bildirdim.”

 
Toplam blog
: 61
: 1378
Kayıt tarihi
: 13.07.07
 
 

Sadece yazmayı seviyorum hepsi bu. ..