Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Haziran '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yorgun bir kadın...

Yorgun bir kadın...
 

Tartışılan bir gecenin sonunda, kadın her zamanki gibi yatakta kocası olmasa da, sırtını dönüp yatmıştı. Öfkesini, kırgınlığını suskunluğuna hapsederek… Zaten yorgundu; gücü yoktu, bir de üzerine anlamsızca bir tartışma. Bir an önce uyumalıydı oysa. Sabaha bebek erken uyanırdı yine, tatil matil dinlemezdi. Babasının bakması diye bir olasılık; olası değildi. Kocası, her zamanki gibi, TV’deki dizi, film her neyse seyredeceği, o bittikten sonra geç bir saatte yatmıştı. Uyuyormuş gibi yaptı kadın ki o kadar yorgunluğuna, uykusuzluğuna rağmen hala uyuyamamıştı. Kırgınlıkları hayata küskünlüğe dönüşürken, daha bir kara geliyordu gece. Kara gecelerde, gel de uyu uyuyabilirsen…

Kocası, öfkesi geçince anlamış olmalıydı haksızlığını. Belki biraz da acımıştı; yoruluyordu gerçekten karısı. Dizileri bitince ancak aklına gelmişti; konuşmak istedi; “uyuyor” musun diyerek. Belliydi uyumadığı, kıpırdamadan ne kadar durabilirdi ki insan. Sonra konuş, konuş, konuş… Kocanın vicdanı rahatlayana kadar. Ertesi gün her şey eskisi gibi devam edecek olduktan sonra, uykusuz kalmanın ne alemi vardı? Kadın bitkin ve yılgın, bitse de uyusam artık diye düşünüyordu. Hatta öyle bir uyusam ki; bir daha hiç uyanmasam…

Sabaha kalktıklarında, yani kadın bebekle beraber erkenden kalkmıştı; gözlerinden uyku akıyordu hala, kocası kalktığında günlük güneşlik bir Ankara havası vardı. Olsa ne yazar, adı “kara” idi şehrin. Her zamanki gibi kahvaltısının hazırlanmasını bekledi adam, gazetesini okuyarak. Bebek ise altı değiştirilmiş, karnı doymuş, halının üzerinde emekliyordu. Ona sorarsan, "kendisi bebeğe bakarken bu gün kahvaltı için şöyle değişik ne yapabilirdi acaba karısı". Keyifle kahvaltısını yaparken, adam tabi, aklına piknik yapmak geldi. Ne zamandır söyleyip duruyordu zaten. Barışmışlardı ya, mecburen gidilecekti. Adam bir şeylerin hazırlanmasına yardım etti biraz; kendini bağışlatmak ister gibi. Yoksa zaten halının üzerinde kendi kendine oynayan çocuğa bakıyor olurdu. Çıktılar yola, o tanıdık kasaptan etleri alıp. Kömürü yolda alacaklardı. Mangal zaten arabanın arkasındaydı. Çubuk’tan sonrası kötüydü yolun. Araba da eskiydi biraz, sarsıla sarsıla gittiler. “Kara” geceden sonra gittikleri yerin adı da şansa bakın ki; Karagöl’dü. Sakin, ıssız, yeşil bir yerdi işte… Suyun rengi de yeşildi. Biraz da serindi sanki. O ıpıssız yerde kadının yüreği daraldıkça daraldı; üşüdü, içi titredi. Mangalın başında ısındı biraz. Adam keyifle etleri pişiriyordu. Tek yaptığı iş bu olurdu zaten, ama bütün işi o yapmış gibi yorgun olurdu eve varınca. Araba kullanmak yorardı tabi adamı.

Böyle sessiz, sakin, gözlerden ırak, yeşilin tonlarının birbirine ve suya karıştığı bir yerde, sevgiyle, sevgiliyle güle oynaya mangal yakılırmış. Adam pirzolaları pişirirken, kadın salata yaparmış. Bu arada kavun kesilip hazırlanırmış rakının yanına ve beyaz peynir dilimlenirmiş. Gülümseyen sesiyle, “Hadi bana rakı koy.” diyen, mangalın başındaki sevdiğine rakı koyup, kadının kendisi de bir yudum alırmış bardağı uzatmadan önce. Dayanamayıp, etlerin çabuk pişenlerini yemeğe başlarlarmış gözlerine dumanlar kaça kaça. Sonra iyice közlenen kömürleriyle ızgarayı, tahta masanın yanına çekip bir yandan yemeğe başlarken, kalan pirzolaları kızartırmış adam, sevgiyle… Gölgenin serinliğinde üşüyen kadını, sevdiğinin kolları ısıtırmış…

Olurmuş herhalde… Nereden bilecek? Bir an önce eve dönme derdinde o. Bir an önce dönmeli ki, sabah vakit kaybetmemek için öylece bıraktığı bulaşıklara ilaveten, piknik “bulaşıklarını” yıkayıp kaldırmalı, çocuğu doyurup, yıkanacak çamaşırları makineye atabilmeli. Hatta önce çamaşırları makineye atmalı ki yatmadan önce asabilsin. Pazar günü ütülemesi gerekiyor hepsini; pazartesiye kalırsa iş dönüşü çok zor oluyor.

O gün yatağa yattığında kadın, uykusuzluğuna ilaveten öyle bir yorulmuştu ki; bu sefer de yorgunluktan uyuyamadı ve ertesi sabaha; pazar sabahına; erkenden, yine yorgun kalktı. Ve biriken yorgunluklarını biriktire biriktire adı gibi kara şehirde karardı kaldı kalmasına da hep kararıp kalacak değildi ya; elbet “mavisini” bulacaktı!

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..