Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mart '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Yücelttiğiniz birinin aslında beş para etmez olduğunu anladığınızda

Yücelttiğiniz birinin aslında beş para etmez olduğunu anladığınızda
 

.


Dışarıdan bakıyorsun, seni etkiliyor.

Tabelası, vitrini, çalışanları.

Oradan ilk kez alışveriş yapacaksın.

Henüz içeri girmemişsin ancak kapının arkasından hepsi farklı görünüyor.

Daha önce karşılaştıkların gibi değil.

Ya da sana öyle geliyor.

Önceleri farklı semtlerde temas kurduğun başka mağaza görevlilerinin gösterdiklerinden daha samimi bir ilgi göreceğin zannı oluşuyor zihninde.

Diyorsun ki kendi kendine, bu kadar gösterişli bir mağaza, hele hele şehrin en mümtaz insanlarının yaşadığı bir semte bu şekilde konumlandırılmışsa…

Ürünleri de, çalışanları da, kalitesi de, hizmeti de farklı ve özel olacaktır muhakkak.

Sadece dekorundan, dış görünüşünden bu kanıya varıyorsun.

Sonra bazı anlarda yaşadığın ve yalnızca insana özgü olan garip bir küçüklük hissine kapılıyorsun.

O mağazayı, sahibini, çalışanlarını, iş armonisini, sadece senin bildiğin küçük dünyan içinde ayrıcalıklı bir yere koyup, bir de üzerine otorite olarak görüyorsun.

Özel görüyorsun.

Ve tabii yabancılaşma.

Yabancı hissediyorsun kendini ve fakat birazdan orayla tanışacağın için de pasif bir mutluluk yaşıyorsun.

Daha en baştan karşındakine sen zirvesin diyorsun yani…

Bu sempatik bakış, sözgelimi vitrindeki kitapların arasında özgürce dolaşan ve yavaş hareketlerinden oraya ait olduğunu daha ilk bakışta anlayabileceğin nazlı kediye bile sirayet edebiliyor.

O kedi de sırf oraya ait olduğundan, senin için oranın değerli bir parçası oluyor…

Sokaktaki lalettayin bir kediden çok farlı oluyor yani.

Bütün bunları düşünmek için özel bir çaba sarf etmediğin gibi, bilmem kaç saniye içinde aklından geçtiğini fark ediyorsun.

Bu farkındalıkla artık mağazanın içinde buluyorsun kendini.

Güvenlik görevlisiyle kasiyer kızın arasında geçen ve girişte kulak konuğu olduğun konuşmayı duyup da duymamazlıktan, bilip de bilmemezlikten geliyorsun.

Kârdan gözü döndüğü her hâlinden belli işletme sahibinin, o kedinin kuyruğuna basmaya çalışıp, nasıl da aptalca ve sadistçe bir zevk aldığını da görüyorsun.

Şaşırmaya başlıyorsun.

-Bas! bas! fark etmez! diyor birisi.

Dönüp bakıyorsun, kedinin kuyruğundan değil başka şeyden bahsettiklerini anlıyorsun.

Ne mutlu, şükür düşündüğüm gibi değil deyip, derin bir nefes almışken, reyon sorumlusunun, yanındaki çalışanına, yeni fiyat etiketlerini basması için talimat verdiğini anlıyorsun.

Basılı fiyatından farklı fiyata satılamaz yazan kitapların üzerine…

Aklına mahallendeki dükkânında ikinci el mâlzemeler satan Hüseyin Amca ve içeri her gireni hoşgeldiniz diye karşılaması geliyor.

Eski kitapların üzerinde, sultanlar gibi kurulmuş ve kimsenin rahatsız etmediği kedisi de…

Ve fiyat etiketi basılmamış, çoğunlukla pazarlık yapabildiğin kitapları. İçten, dürüst, samimi, namuslu ve onurluca.

Bunları düşünürken, arkana bile bakmadan, tiksinerek o mağazadan çıkıyorsun.

Bazı insanları da bu mağazalara benzetme gafletine düştüğün tüm zamanlar geliyor aklına.

Gülüyorsun kendine.

Hem de kıçınla

Sabrın sonu ile

 
Toplam blog
: 269
: 1885
Kayıt tarihi
: 08.01.07
 
 

Kabataş Erkek Lisesi Matematik (1992) Marmara Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Mak..