Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '11

 
Kategori
Güncel
 

Yüksekçe bir tepeden bakmak!

Yüksekçe bir tepeden bakmak!
 

"Aşağılara bakıyorum, görkemli bir manzara hayaliyle..."


İçimde dayanılmaz bir istek var bugünlerde; yükseklere çıkmak, uçsuz bucaksız bozkırlara, yeşil ovalara, kıvrım kıvrım akan derelere, yemyeşil çayırlara, alçak tepelere, pınarlı kayalara dağlardan bakmak isteyen... Amaç belki de düzlükte, sığlıkta sıkılan canımı dinlendirmek! Hem bedenimi hem de ruhumu ve zihnimi o yüksekçe tepelere birlikte çıkartıp biraz bakmak istiyorum aşağılara... Özlem duyduğum şeylerle içli-dışlı olurken, sıkıntı duyduğum şeylere ve güncele de tepeden, kuşbakışı, daha net bakabilmek için.

Yükseklere çıkmak, burcu kokulu bitkilerin arasında kabardıcın koyu gölgesine yaslanmak, çayırlarda uzanmak... Horozların ötüşlerini, köpeklerin havlamalarını, kuşların cıvıltılarını duymak, kaval sesiyle geçmişe dalmak, cura sesiyle uyanmak, kemençe sesiyle sevdayı hatırlamayı özleyen güçlü bir istek var içimde...

Yaşamın insanı biraz ürkek, çokça çekingen ve aşırı itinalı kılan kuşatıcı çemberini kırıp cesur, duyarlı ve mert bir yörük çobanı gibi yükseklere çıkıp dünyaya, ülkeme ve güncele oradan bakmak isteyen bir istek...

Bu isteğin kibir, böbürlenme, insanlara yukardan bakma gibi sorunlu tavırlarla asla bir ilgisi yok! Aksine, biraz yılgınlık, çokça tokluk hisleriyle karışık bir istek.

Aşağılara bakıyorum. Çıkarken ki manzara hâyâli nerede?

Bir telâş, bir yarış, bir biriktirme sonra da çılgınca tüketme ya da yakıp yıkıp değiştirme hali... Ve ardından yeniden yarışarak biriktirme telâşı içinde koşuşturan insanlar görüyorum aşağılarda. Tıpkı karınca kolonileri gibi. Güçlü ellerce, kan kırmızısı plastik hortumlarla, tazyikle sıkılan sular altında zaman zaman da darmadağın olan karınca kolonileri misali...

Bazı yerlerde tüten dumanları da görüyorum buralardan. Yoksa yörük çadırlarından mı diye uzattığımda başımı aşağılara, önce bir yanık kokusu geliyor burnuma, dayanılmaz bir koku; katran, et ve plastik yanığı karışımı... Yanan yoksa içine iteklenerek düştüğümüz plastik gerçekler mi?

Dumanlar arasında bir harita beliriyor gözlerimin önünde aniden. Tunus'dan başlayıp Suriye'ye, Irak'a kadar uzanan, irili ufaklı yangınlar içinde tutuşan bir harita. Sınırlarımızın taa dibine kadar ulaşan... Yanan eski gerçekler mi yoksa? Külleriyle yenisini doğuracak olan! Ama o da yine muhtemelen plastik, biraz daha dayanıklı olma ihtimali olsa da...

Yine altta "Dörtnala gelip Uzak Asya'dan, bir kısrak başı gibi Akdeniz'e uzanan" büyülü ve çileli bir coğrafyada yaşanan liste savaşları gözüme çarpıyor o haritanın devamında. Büyük ölçüde, karizmatik liderlerin iki dudak arası söylemleriyle kesinleşen çarşaf çarşaf listeler... Arızalarıyla beraber hemen her seferinde; "koy sandık, kaldır sandık, biz ezelden ebede demokrattık" nağmeleri altında işleyen siyasal bir sürecin köşe kapmaca döneminde liste dışı kalanların canhıraş çığlıkları... Trafik kazası geçirmişcesine -ya da bir felâkete maruz kalmışcasına- listelerden dışarı düşen kollar, başlar, bacaklar... Hırslı bedenler... Bizim 'realty-show' kıvamındaki 'Guernica'mız da bu olsa gerek dedirten... Picasso'ya yıllar ötesinden uzanan bir selamla...

Başım biraz dumanlı, ne içki, ne de sigara, rakımdan mı (yükseklikten) diyorum kendi kendime... Sonra bir kaygı; "Yoksa Fukişima'dan gelen radyosyon yüklü bulutlardan mı? " diyen kıpır kıpır, küresel ve evrensel bir kaygı canlanıyor içimde. Gök Tanrım, yoksa o radyasyon buraya kadar da mı ulaştı?

Fukişima derken, Japonya' yı da görüyorum aynı haritanın uzak bir köşesinde... Uzak ve yalnız, uzunca bir ada! O kadar büyük bir felâket yaşadılar ki... Bakıyorum da, görüntülerde sağa sola saldırırcasına koşuşan yok, ağlaşıp “Nerede devlet ? Yardım isteriz, şunu isteriz, bunu isteriz” diyen yok! İçinde çok az mal kalan marketlere cam çerçeve indirerek saldıranlar da yok! Bu durum karşısında bilenler diyor ki; onların dini inançları ve ahlakı, günah ve bu düşünceden kaynaklanan korkuya değil, 'çevreden utanma duygusu' temeline dayanmakta!

İyisi mi buradan insem daha iyi olacak galiba? Uzak-Doğu'ya doğru... O çevreden utanma duygusunun bizde de hakim olduğu çocukluk anılarımı koruyarak...

"Düğene binerdik küçüklüğümüzde - Anadolu'nun bereketli ovalarında - Çılgınca ve bedavaya,- O sade, çocuksu ve utanmasını bilen sevinçlerle - Mutluluğun o her dönüşte katlanan - Saman sarısı çemberinde..." (* )

İ.Ersin Kabaoğlu,

12 Nisan 2011, Ankara

(*) Şiirin devamı için bkz.: http://blog.milliyet.com.tr/Bag_bozumu/Blog/?BlogNo=120260

http://www.youtube.com/watch?v=_EBYf3lYSEg 

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..