Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Kasım '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

yurdumdan izlenimler_3 İznik-Üzümlü arası

Sağlı sollu uzanan meyve bahçelerinin arasında, kızgın güneşin altında geçiverdik İznik’in etrafını dolaşarak. Gölpazarı’na ulaşmak amaç ama gel gör ki bir türlü ulaşamıyoruz. Ovadaki yolculuğun sonuna geldiğimizi dik bir rampaya sararken anlayabildik. Her virajı dönüşte işte bitecek artık bu tepe derken sükutu hayale uğradık. Her sükutu hayal bir viraj ile perçinlendi.

Dar ve virajlı yol tepenin en üstüne ulaştığında daha zor olan iniş serüveni başladı. Daha zor çünkü inerken sürekli fren yaparak inmek durumunda kalıyorsunuz. Biraz ayağınızı frenden çekerseniz araç alıp başını gidiyor. Yolu hiç bilmediğimiz için de bu stres daha da çoğalıyor.

Yolun zorluğu bir yana ancak çevrede gördükleriniz diğer bir yana. Ağaçların sıklığı ve yeşili aslında yaşadığınız korkuyu azaltıyor sanki. Keyf alarak yolculuğa devam ediyorsunuz. Sonunda bitiverdi iniş.

Yeni yol yapımının olduğu noktaya ulaştığımızda tam dedik kendi kendimizce herhalde az kalmıştır artık. Ama nafile. Düzgün asfalt bir çırpı da bitiverdi yine. Gölpazarı tabelasını kaçırmamak için mücadele ederken yine de kaçırdık. Aslında kaçırdık sayılmaz, görünmesin diye oldukça uğraşmışlar. Yol çalışması nedeniyle küçücük tabela iyice görünmez bir hal almış.

Tabelanın gösterdiği yöne doğru saptığımızda yanlış yöne girmiş olabileceğimizi düşündük ve panik halinde çevremizdekileri incelemeye başladık. Gözümüze çarpan her bir şeyi bir ilçe merkezine giden yolda olması gereken şeylerle karşılaştırmaya çalışıyorduk ama her defasında yanlış bir yola saptığımız düşüncesi daha da ağırlık kazanıyordu. Askeri birliğin tabelasını gördüğümde içime bir serinlik doldu. Daha doğrusu huzur. Yolu takip etmeye devam ettik ama birliği göremedik. Görebilme ihtimalinin verdiği şevk yolda ağır ağır ilerlerken suya düştü.

Neyse ki bir köy göründü, girişindeki derme çatma evleri ile. Köyün içinden geçtik ve yolumuza devam ettik durmaksızın. Artık bu yolculuk için kafamda ayırdığım zaman dolmuş ama biz hala Gölpazarı’na ulaşamamıştık.

Hiç ummadığım bir anda bir yerleşim yerine girdik. Girişi itibari ile yeni bir köy olarak düşünürken az sonra binalar biraz daha fazlalaştı ve ilçe kamu binalarını görünce derin bir “çok şükür” eşliğinde sonunda ulaşabilmiştik hasretle beklediğimiz Gölpazarı’na.

Çarşı içinde Üzümlü köyüne gidebilmek için yol tarifi aldık, “ ileriden sağa dönün, 20 km ötede”.

O kadar gelinen yoldan sonra 20 km nedir ki? İşte şimdi gerçekten az kaldı. Bu umudu içimizde yeşertirken çıkınımızda kalan son yolluğu da yiyerek açlığımızı bastıralım istedik. Yeniköy’den yolculanırken yanımıza verilen lokma ve zeytinleri ömürümüzdeki yiyebileceğimiz en leziz yemeğin tadı ile bir çırpıda yedik.

Toplam 20 km lik yolu yarım saat veya 45 dakika içinde alabileceğimiz düşüncesi ile Gölpazarı’nı arkamızda bırakarak heyecanla yolumuza devam ettik. Yaşadığımız heyecan aslında yapacağımız bu sürpriz ziyaretle içindi. Üzümlü bilmiyordu oraya gideceğimizi.

Tepeler arasına girip asfalt yol üzerinde ilerken her iki taraftan da tepelerin üzerinize düşüceğini duyumsuyorsunuz bir an için. Çok kısa aralıklarla arka arkaya gelen virajları içimizde umut, heyacan ve sevinçle geçmeye başladık. Yanlış hatırlamıyorsam iki köyden geçtik. En son geçtiğimiz köyü arkada bıraktığımızda oldukça dik bir rampaya tırmanmaya başladık. Şose ve o kadar dar bir yol ki ancak birinci vites ile çıkabildim yolu. Tırman tırman bitmiyor yol. Tepe noktasına ulaştığımızda kat edilen mesafede ne kadar tırmandığımızı anlayabildim. Şöyle tasavvur edin tepe noktasına ulaştığınızda önünüzün tamamen açık ve çok aşağılarda yer alan düzlüğü görüyorsunuz. Hedefe ulaşmak için bir atımlık barut kalmıştı artık ama buradan inişi düşünmeden edemedim. Allah kolaylık versin bana. Aşağıda görünen yaşam belirtisi Üzümlü Köyü’ne ait olmalıydı. Yaşasınnnnnnn.

Tepeden inerken köyde şekillenmeye başlamıştı. Geometrik bir düzen içinde, iki katlı standart büyüklükte ve iki katlı binalar bir tatil beldesi izlenimi veriyordu. Bu görüntü de oranın acaba Üzümlü olmadığı tereddütünü yaratıyordu. Zira bakış açısı neredeyse kuş uçuşu bir açıya sahipti ve yükseklik nedeniyle çok fazla ayrıntı görünmüyordu. Aşağı doğru inmeye başlarken yolun ilerisinde ve tam sağ çaprazda kalan bir tepe daha vardı. Yüksekliği inmekte olduğumuzdan daha az ama daha belirgin bir özelliği tepe noktasında koskoca bir bayrak direği ve Türk Bayrağı olmasıydı.

Rampayı ilerledikçe bayrak direğinin olduu tepenin yamacına yaklaşıyorduk ve az önce diğer tepeden görünen o kusursuz düzen ayrıntılar belirdikçe yok oluyordu. Bayraklı tepenin yamacına geldiğimizde bir köy kahvesi olduğunu görünce hemen arabayı yanaştırdık kahveye doğru. Kahve dışında oturan yaşlı erkekler meraklı gözlerle yabancı plakalı araca dikkat kesilmişlerdi. Bu köy ister Üzümlü olsun ister olmasın artık bir bardak çay içme zamanı gelmişti kahvede. Araçtan cümbür cemaat inip kahvenin bahçesine girmeden önce annemi aradım telefonla ve nerede olduklarını teyit etmek istedim. Bu biraz da bulunduğumuz yerin doğruluğunu teyit etmek içindi. Aramızda geçen telefon görüşmesi aynen şöyle:

- Alo anne, nasılsın?

- İyiyim, sen nasılsın?

- Sağol anne, idare ediyoruz işte. Neler yapıyorsunuz, nerelerdesiniz? Telefon çektiğine göre köyde değilsiniz, geziyormusunuz yine?

- Bu gün dağa çıktık, buralar çok güzel. Hava tertemiz.

- Hangi dağa çıktınız, Bayraklı olana mı? Kimler var yanında?

- Bayraklı olan değil öbürüne çıktık bugün. Oraya dün çıkmıştık.

Bu arada annem hala bizim orada olduğumuzu anlamadı. Zira ben nereden bileceğim bayraklı tepeyi ya da diğerini.

- Zeliha, Melek ve Zelihan’nın kardeşi.

- Zelihaya söyle de çay ısmarlayacaksa, geleyim.

- Manyakmısın sen?

- Yok çayla olmaz sadece, keçi çevirecekse eğer hemen yola çıkıp geliyorum. Hava karamadan oradayım.

- Manyak olma, kız nereden bulacak keçiyi?

- Ya sen boşver, söyle ona yola çıkıyorum ben.

Bu konuşmalardan sonra telefon kesildi yine zira benim bulunduğum bölge bu bakımdan sorunluydu.

Arabadan inip kahveye doğru ilerlerken kollarını iki yana doğru açmış hızlı adımlarla bir erkek geliyordu bize doğru. Güneş onun arkasından doğru geldiği için anlayamadım önce kim olduğunu. Yaklaşınca ve sesini alınca:

- vay Ali, nereden çıktın sen!

Evet, gelen Ali abi. Yıllardır birbirini görmeyen iki dost sıcaklığı ile kucaklaştıktan sonra Ali abi şaşkınlığını atmaya çalışıyordu. Söz sırası bendeydi:

- burda da kurtulamazsın benden. Nerede olursan ol bulurum.

- Ne iyi ettin Ali ya, sabahleyinde seni konuşmuştuk. Bak Allah’ın işine. Senden korkulur vallahi.

- Esti aklıma geldim işte. Hadi çay ısmala da yorgunluk giderelim. Kötü komşu Zeliha (Ali abini eşi) dağa çıkmış has arkadaşı (annem) ile.

- Sorma ya te karşıya çıktılar bugün.

Ali abin te karşı diye bahsettiği yer benim az önce arabayla inerek geldiğim en yüksek tepeydi. Çayları içerken kahvedekilerin şaşkın bakışları devam ediyor ve dikkatle bizi inceliyorlardı. Ne de olsa köy kahvesine kadınlar da oturmuş çay içiyorlardı. Zaten hepsi sırayla “hoş geldiniz” merasimini yapmıştı sırayla. Ali abi:

- bizimkiler çok şaşıracaklar yaaa!

- Az önce konuştum telefonla, bilmiyorlar hala geldiğimi. Hadi tekrar arayalım.

- Ara, ara baklım ne diyecekler?

- Alo, anne yine ben.

- Senin işin gücün yok mu?

- Ben geldim burdayım.

- Manyaklaşma ya!

- Gerçekten buradayım bak. Bayraklı tepenin oradayım.

- Dalga mı geçiyorsun, doğru mu söylüyorsun?

- Ya gelmesem nereden bileceğim ben bayraklı olan tepeyi filan.

Bu arada Melek abla ve Zeliha ablaya benim söylediklerimi aktarıyor. Baraklı tepeden bahsettiğimi söyleyince Melek abla “internetten bakmıştır, öyle söylüyordur” dedi. Ona Zeliha abla da katıldı. Bir türlüikna olmuyorlardı. Tamam deliyimdir ama bu kadar da değil yani. Baktım olmayacak Ali abiye sen konuş dedim. O da onaylayınca en sonunda inandılar ve dönüş yoluna başladılar. Ben beklemelerini söyledim ve Ali abiyi de yanıma alarak tekrar aynı tepeye yola koyuldum. Yolda karşılaştık ama ben nereden döneceğim arabayla? Yol o kadar dar ki 3-4 manevra ile ancak köy istikametine doğru arabayı çevirebildim. Bir yandan da dua ediyordum ki karşıdan bir araba gelmesi çünkü bizi ancak çarpma mesafesinde fark edebilirdi. Dularım kabul oldu ve başardım. Sonrasında harala gürele içinde her kafadan bir ses çıkarken ve hayretlerini ifade ederken hepsi birden benim gerçekten bir manyak ve deli olduğum konusunda oy birliği ile karar verdiler ve karga tulumba arabayı doldurduk. Hani bir fotoğraf çekilseydi o an tam “yurdum insanı” konulu blog fotoğraflarından biri olurduk.

Gülüşmeler içinde eve geldik sonunda. Akşam yemeği filan derken muhabbet içinde geceyi bulduk. Zaten yolun verdiği yorgunluk iyiden iyiye çökmüştü üzerime. Sabah erken saatte annem ve Melek abla otobüs ile döneceklerdi Yakacık’a. Biz ise kaldığımız yerden yolculuğumuza devam edecektik. Rotayı akşamdan belirledik, geldiğimiz yönün tersinden önce Söğüt, oradan Bilecik ve Yakacık. Bu rotanın bir nedeni de geliş yolundan tekrar dönmemek isteyişimdi. Sevdiğim bir yolculuk olmuştu benim için ama arabadakiler için bitmek bilmeyen bir çile. Dönüşün daha rahat olacağı düşüncesi ile huzur içinde uykuya dalmıştım bile.

 
Toplam blog
: 71
: 606
Kayıt tarihi
: 18.12.08
 
 

1967 Yakacık doğumluyum. H.Ü. Edebiyat Fakültesi'nde 2 yıl öğrenimden sonra İ.Ü. Arkeoloji ve San..