Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '07

 
Kategori
Anılar
 

Yurt dışına ilk seyahat

Yurt dışına ilk seyahat
 

Otuz yaşımda çıktım yurtdışına ilk kez, Fransa ve Paris. Türkiye’de hergün insanların kurşunlandığı günlerdi. Gece sokağa çıkmak cesaret işiydi. Yurtdışında da diplomatlarımız kurşunlanıyordu, kayınpederim Hollanda’da çalışma bakanlığı müşaviriydi, her gün haberleri elimiz yüreğimizde izliyorduk, ermeni çetecilerin azıttığı zamanlardı. Asala diplomatlarımız şehit ediyordu. Kayınpederimin orada olmasını fırsat bilip biz de hem Hollanda’yı görelim, hem de ben ik kez milli(!) olayım diye yaz tatilini orada geçirmeye karar verdik. Duru turizm bürosuna gidip uçak rezervasyonlarını yaptıralım dedik, Duru turizmde bize yardımcı olacak arkadaş “ben size tur bileti gibi bilet keseyim, giderken bir gece Paris’te kalırsınız, dönüşte de birkaç saat Cenevre’de, sizi bir başka aileyle birlikte gönderiyor gibi yapacağım, onlarla hava alanında tanışacaksınız”. Ne kadar güzel bir teklifti, yolculuk günü ki ağustos başıydı veya temmuz sonuydu sanırım, bizim tur ailemizle tanıştık Suat Çağlayan ve eşi, iki hekim, Suat Çağlayan son üçlü koalisyonda Ecevit’in kültür bakanı oldu. Çok tatlı, konuşkan ve iyi insanlardı, Türkiye’ye döndüğümüzde birkaç kez Ankara’da görüştük sonra izlerimizi kaybettik.

Uçağa da ilk kez biniyordum, ilk yurtdışı, ilk uçak yolculuğu ve ilk yabancı toprak Fransa ve Paris. Benim dışımdaki herkes uçağa binmiş ve yurtdışı görmüştü. Tabii ki en heycanlı yolcu bendim uçakta. Paris’e indiğimizde dünya bana çok farklı gelmişti, havaalanından otobüse binip “İnvalid” diye bir yere geldik. Oradan bavullar elimizde otele doğru yürümeye başladık, otel İnvalid’e yakın bir yerdeymiş. Biz dört kişi elimizde bavullar koca bir caddeyi geçmeye çalışıyoruz ama arabalar üzerimize geliyor kaçıyoruz. Aynen Kemal Sunal filmlerindeki İstanbul’a gelen taşralıların karşıdan karşıya geçmesi gibi. Halimiz gözümün önüne geldikçe gülüyorum, karşıya bin bir güçlükle geçtikten sonra fark ettik ki bir alt geçit var ve insanlar orayı kullanıyorlar. Otelimiz Champ Elysee (şanzelize) caddesinin arkasında bir sokakta şirin küçük bir oteldi. Bavulları attık sokağa fırladık, sabah kadar gezdik Paris’i zafer takından, Moulen Rouge (mulen ruj) a kadar. Sokağa çıkmanın, gece dolaşmanın keyfini unutmuştuk yıllardır Türkiye’de.

Paris kocaman bir kentti ve insanların hepsi kentliydi, ilk kez kentli olmak ne demek görüyordum, İstanbul’da hep ahbap dostlarla birlikte olduğum için kent ne demek o zamana kadar bilememiştim. Paris, resmen kentti, insanların birbirini tanımadığı, herkesin kendi halinde olduğu bir yer. Bu duyguyu sonradan Amsterdam, New York City , Roma ve Madrid’de hissettim. Oralar ile ilgili anılarımı da ilerleyen zamanlarda yazacağım.

Ermeni çetecilerin Türkleri vurmaları konusunu konuşurken Suat Çağlayan bir espri yapmıştı “benim soyadım Çağlayan, sonu yan ile bitiyor beni vurmazlar Ermeni sanıp ama sen yandın” demişti. O Ermeni çetelerini ortadan kim kaldırdıysa Allah razı olsun, bir ara gemi iyice azıya almışlardı.

Gece odamıza çekildiğimizde saat epey geç olmuş ve sabaha yaklaşıyordu. Yatakta silindir şeklinde bir yastık var başka bir yastık yok, yorgunluktan o garip yastıkla uyuduk. Fransızlar bu yastıklarda yatıyorlar ve nasıl yatıyorlar diye şaşırmıştık. Sabah dolabı açtık ki normal yastıklar dolapta durmuyor mu. Böyle acemice bir ilk yolculuğum vardır benim yurt dışına.

Sabah pazar sabahı idi sanırım, kahvaltı için sokağa çıktık, o gün Hollanda’ya uçacağız aynı zamanda. Güzel bir yerde kahvaltı edelim dedik. Bir yere girdik, ben aynen Türkiye’deki gibi garsona vitrinden şundan, şundan der gibi üç adet şeyi gösterdim, adam tepsileri çıkardı bana bağıra bağıra bir şeyler söyledi şaşırdım anlamadım Suat Çağlayan Fransızca biliyordu “hepsini mi yiyecen “ diyor dedi “ona ne “dedim, utanmaz adam. Tabii ki oradan çıktık, bizlerin yabancılara nasıl kibar davrandığımız aklıma geldi iyice hırslandım, şeytan” gir içeri ortalığı dağıt “diyordu ama, tabii ki şeytana uymadım, uysam ne olacaktı ki.

Öğlenden sonra De Gaulle hava alanına gittik, hava alanı çok yeniydi Ankara’dan sonra orası bana uzay yolundaki havaalanları gibi gelmişti, Ankara hava alanı küçük hala da çok küçük olan bir alandır, şimdilerde yeni bir havaalanı yapılıyor Ankara’ya.

Amsterdam havaalanı da tipik Avrupa hava alanlarından biriydi, kayınpederim diplomatik pasaportlu olduğu için bizi körüğün çıkışında bekliyordu. O sıralar Türkiye havaalanlarında körük falan yoktu yıl 1980. Aradan geçen yıllar boyunca ülkem o kadar değişti ki, eskiden yurtdışına çıkanlara neler ısmarlanırdı, Türkiye’de hiçbir şey yoktu. Yanınızda para çıkaramazdınız, sigara sınırlı miktarda alınırdı, o nedenle kaçakçılık alabildiğine sigara üzerinden para kazanırdı. Şimdi insanlara garip gelir bunlar, bu kanunlar yüzünden hepimiz suçlu hale gelmiştik. Bir keresinde yanımdaki fazla yüz doları görmesinler diye fotoğraf makinesinin film yerine sarmıştım. Ne kadar çok yasak, o kadar çok suçlu demektir. Yurtdışından dönüşlerde bavulların hallaç pamuğu gibi atıldığı dönemlerdi o dönemler. Birçok insan bu serbestiye de zamanında karşı çıktı, şimdi konu bile değil bunlar. Ama öyle garip insanlarız ki, ne serbestlikte, ne yasaklı dönemde nelerin korunması gerektiği konusunda mutabakatımız yok. Şimdi o denli serbestiz ki, dilimiz gramerini kaybediyor, bize ait ne varsa ortadan kalkıyor.

Ölçü, hayatta en önemli şeylerden biridir, ölçü ve denge, bununu ikisi de maalesef yok bizde.

Hollanda küçücük bir ülke, biraz hızlı araba sürdüğünüzde birkaç şehri farkında olmadan geçiyorsunuz. Kayınpederimin evi Den Haag da yani Lahey’de idi. Mariahoeve Hendrineland 28 diye adresi vardı evin hala unutmam. Suat Çağlayan ve eşi Rotterdam’a uzun süreli staja gidiyorlardı, sanırım Çağlayan kadın doğum uzmanı idi, hatta demişti ki “Avrupa’da bir doğum olunca onlarca doktor başına üşüşür, bizim ülkede doğumevinde bile tuvalette doğum yapan olur” . düşünün doğum Avrupa’da nadir görünen bir olay, oradaki kadın doğumcular boş geziyorlar.

Eşimle her gün Hollanda sokaklarında idik, bir gün Amsterdam, bir gün Den Haag , bir gün Rotterdam, yel değirmenleri, lale bahçeleri, Madurodam, ülke sanki resim olsun diye yapılmış, fotoğraf çekilsin diye boyanmış. Kayınpederim orada satın aldığı Golf arabasını bize vermişti, kuzey denizi kıyısındaki eğlence merkezlerine kadar gittik. Bir safari park vardı , arabayla girip geziyorsunuz, aslanlar, kaplanlar, maymunlar etrafınızda dolaşıyro, arabanın kaputuna bir aslan çıkmıştı indirinceye kadar epey zorlandık, hayvanların hepsi tok ve ilaçlı olduğu için saldırmıyorlar, ve bununla birlikte hareket etmekte de zorlanıyorlardı.

Biz Hollanda’da iken 12 martın başbakanı Nihat Erim’in öldürüldüğü haberini aldık. Türkiye’de ihtilalin ayak sesleri duyuluyordu.

Kayınpederimle birlikte çeşitli bakanlıklardan gelmiş müşavirler ile tanıştık, Türkiye o kadar çok harcama yapıyordu ki bu insanlar için, ama ne yazık ki neredeyse kayınpederimden başka yabancı dil bilen yoktu, bu görevler bir nevi insanlara para kazandırma yeri idi, yabancı dil bilmeden nasıl oradaki, öğrencilerin, işçilerin, insanlarımızın hakları korunur ve takip edilebilirdi bilmiyorum. Durum şimdi nasıl acaba?

Hollanda’da ilk kez yapılan işin ne olduğundan ziyade nasıl yapıldığının önemli olduğunu fark ettim. Dünya güzeli kızlar apartman temizliyorlardı. Apartmanımzın içini hiç kirli görmedim, kaldığım bir ay zarfında. Apartman temizleyen kız, tatile Bahama adalarına gideceğini söylemiş kayınpederime. Yer temizleyen kaç kişi tatile yurt dışına gidebilir bizde. Tatil köylerimiz, avrupalı, itfaiyeci, öğretmen, vb. iş yapan orta halli insanlarla dolu. Bizde orta halli insanlar Ankara’dan, İstanbul’a gidemez oldu. Orta halli insanlarımızın sayısı da azalıyor, yakında müzelik olacaklar. Bir toplumda orta halli, fakat iyi yaşayan insanların sayısının bence toplam nüfusun yüzde yetmişi olması lazım ki o ülkede istikrar sağlanabilsin. Benim gördüğüm tüm avrupa ülkelerindede bu oran sağlanıyordu.

Hollanda bisikletler ülkesi , o kadar çok bisiklet var ki bisikletler için araba yolları gibi yollar ve trafik işaretleri vardı.

Hollandalı kızlar, boylu poslu, ve güzldiler. Avrupalılar bizde dilenci resimleri çekiyor diye, ben de oralarda üstsüz güneşlenen kız resimleri çektim. Benim resimler demode oldu ama , hala Avrupalı bizde dilenci resmi çekmeye devam ediyor.

Temiz cadde ve sokaklar, sağlıklı ve iyi giyimli insanlar yollarda son model arabalar, yağmur yağınca kirlenmeyen ayakkabılar, yoları perişan etmeyen inşaatlar çok dikkatimi çekmişti. Tüm Hollandalılar İngilizce konuşuyorlardı, eskiler Almanca da biliyorlardı. Ben ilk kez otobüslerde, metrolarda kitap okuyan insan çokluğunu gördüm.

Cumartesi, pazar ve pazartesi öğlene kadar tüm alışveriş merkezlerinin kapandığını, yiyecek yoksa evinizde aç kalabileceğinizi orada gördüm. Bu insanın kendine zaman ayırması anlamına geliyordu, sürekli açık mağazalarla tüketimin körüklenmemesi anlamına geliyordu.

Ben her yurtdışına çıkışımda ülkem adına üzülürüm, biz niye bu normlarda yaşamıyoruz diye hüzünlenirim. AB normlarına karşı çıkan AB karşıtlarını anlamam hiç. Biz bunları dayatma ile değil, kendimiz yapacağız palavralrına karnım hep toktur. Bu başka bir uyutmacadır, halkı cahil ve muhtaç bırakma alçak bir politika anlayışıdır.

Ben yabancı hayranlığını sevmem, ama yaşam şekillerinin, insana bakışın medeni olduğu her türlü formatı hak ettiğime ve hak ettiğimize inanırım. Bunu için mücadele etmek gereğine inanırım. Ama ne yazık ki Avrupada yaşayan işçi, ve diğer vatandaşlarımız AB normunda bir yaşam kültürünü ülkemize getirmek yerine oralarda da buradaki gibi, hemşehri kahvelerinde pinekleyip, gettolarda yaşamayı tercih ediyorlar. Bu çok üzücü bir durum.

Hani biz bir ara Araplar sarıyer ve civarında ev tutarak yaşadıklarında, onların yaşam şekillerine nasıl garip bakmış isek, oradaki vatandaşlarımız da AB normlarına göre o sözünü ettiğim Araplar gibi durmaya ve kalmaya çaba gösteriyor. Bunun ne dinle , ne de baskı ile ilgisi var, bunun yanlış eğitilme ile ilgisi var. İnsan AB normunda yaşayarak Türk kimliğini hiçbir zaman yitirmez, asıl kimliğini, kültürünü bir üst noktaya çıkarmaya direnenler çok şey yitirirler.

Yolculuk devam ediyor.

 
Toplam blog
: 283
: 1304
Kayıt tarihi
: 04.12.06
 
 

Nükleer fizik doktoru, şiir yazmaya çalışıyor, kalite yönetim sistemleri danışmanı, öykü deneme yaza..