Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '07

 
Kategori
Felsefe
 

Zahirden batına...

Zahirden batına...
 

Gökyüzü pırıl pırıldır ve siz huzur içinde deniz kıyısındasınızdır. Üstelik deniz de çarşaf gibidir... havada bulut adına tek bir iz dahi görülmemekdedir. Ama o da ne: Birden şiddetli bir dalgayla ıslanıverirsiniz. Ardından bir tane daha ve sertleşerek bir tane daha vurur...

Derken bu kadarla da kalmaz. Güneş de kaçarcasına uzaklaşır yanınızdan, saklanır bir köşeye ve o da görünmez olur kısa bir süre sonra. Yerini kara bulutlar alır. Oldukça yüklü ve açıkca fırtınaya gebe bulutlardır bunlar. Tüm göğü kaplarlar ve o anda apansız gelen o son dalga sizi de alır ve savurur.

Beklenmedik, hiç umulmadık bir anda olur bu. Bırakıverir sizi açıklara. Şaşırmaya, “ne oldu şimdi” demeye bile vaktiniz kalmaz çoğu zaman...

Denizdeyseniz bileceksiniz. Orada olmak başlıbaşına bir risktir. Hava şartları her an değişime gebedir.. Ve siz yinede buna rağmen, denizi sevmeye devam edeceksin...

İşte yaşam da bazen bizlere bu yüzünü gösterir. Tıpkı burada olduğu gibi; apansız çıkan bir dalgaya hem de hazırlıksız olduğunuz bir zamanda yakalanırız bazen. “Ben serinlemek için buradaydım, şimdi nereden çıktı bu” demek fayda etmez artık. Gereği de yoktur zaten, çünkü artık ah vah etmenin hiç vakti değildir.

Şimdi, olsa olsa; ne yapacağımızı olabildiğince hızla ve bir o kadarda soğukkanlı kalarak en doğru biçimde idrak edebilmenin vaktidir. Şimdi, olmakta olana direnç göstermek ve hayıflanmak enerji israfıdır.

Boş ve gereksiz düşünceler; geçmişe yönelik “keşkeler” ise, ancak sizi fırtınada zayıf düşürür. Bu tür hayıflanmalar, soğukkanlı kalabilmenizi, sukunet içinde çözüm üretebilmenizi ve “var kalabilmenizi” tehtit altına almaktan öteye götürmeyecek ruh halleri ve davranış kalıplarıdır. Ve fırtınaya yakalandıysanız bunları olabildiğince büyük bir hızla hatta derhal: "ardınızda bırakmanızda" fayda vardır...

Şimdi ihtiyacınız olan şey: Öncelikle, dalgaların varlığını, ne kadar sert olduklarını ve hatta ne kadar büyük tehdit oluşturabileceğini çarçabuk kabul etmektir. Yani değişen gerçeklikle yüzleşme zamanıdır şimdi.

Sonrasında atılacak adım ise; bu zihinsel kabul edişin ardı sıra halihazırda olmakta olan bu durumu, ruhsal olarak da kabullenmek ve hayatına geçirmektir. Burada ki, “kabullenme” yapılan seçimlerin sonuçlarını idrak edebilmek ve her olmakta olanın aslında bir ihtiyaca karşılık geldiğini bilmektir aslında. Çaresizlik içinde yaşanan bir boyun eyme değildir bu. Bu durum sadece; olanın Hak' dan gelen, kontratınızda olan olduğunu ve bunun da bizim seçimimiz den başka bir şey olmadığını bilerek "olayla olay olmadan" akış da durabilmektir. Bahsettiğim teslimiyet işte gelinen bu boyutun adıdır.

Bu aşamaya gelen şuur; hala dalgalarla içiçe de olsa, öte yandan yeni bir sürecin içinde olduğunu da bilir. Yaşanmakta olan şey her neyse, yeni bir oluşan ve dolaysıyla çok önceleri yapılan bir seçime delalettir. O, bunu bilir.

Bunun hemen akabinde ise, hali hazırda yaşanmakta olan bu süreç; teslimiyet ve idrak seviyenize göre dalgalara
rağmen geliştirdiğiniz bu “duruş” ve bu “hal” in denk düştüğü boyutun mertebesi uyarınca, artık farklı bir akışta
seyretmeye başlayacaktır. Düşüncelerimiz, davranışlarımızı etkilerken, diğer yandan da olaylar farklı bir frekansada titreşmeye başlar yaşamınızda.

İlk başta her ne kadar, olmakta olan "iç açıcı", "beklendik" ve dünya insanın "arzu" ve "keyif" lerine hizmet eder bir görüntü arz ediyor olmasa da; gerek içinde bulunduğumuz realite düzleminin, gerekse ruhsal ve zihinsel mertebenin ve nihayetinde titreşimsel boyutumuzun derecesinde bir algılayış geliştireceğiniz mutlakdır. Ve bunun neticesinde de bir buna parelel bir oluş süreci yaşanacağı kaçınılmazdır.

Şu bildik hikaye de olduğu gibi; Hazreti Hızır ve Hz. Musa’nın beraberce çıktıkları yolculuk da Hz. Hızır, Peygamber boyutunda ki bir varlık olan Hz. Musa ya “göreceklerin için sakın beni yargılama ve bana soru sorma. Bunlar sana ters gelebilir ancak benimle beraber yolculuk edeceksen, sakın gördüklerin için bana müdahale etmeye kalkma” diyerek ondan söz almış ve bu yolculukda onunla olmak isteyen Hz. Musa’yı bu şartla yanında götürmeyi kabul etmiştir.

Yolculuk sırasında Hz. Hızır bir gemiyi arızalı hale getirir, bir çocuğu öldürür ve kendilerine ihtiyaçları olduğunu söyledikleri halde yemek dahi vermeyen insanlara ait olan bir duvarı hiç bir ücret dahi talep etmeden düzeltir. Bunlar işin zâhirine(dışarıdan görünen kadarı) bakan için, hep hatadır. Bu nedenle de verdiği söze rağmen her defasında Hz. Musa’nın itirazları olur. Ancak Hz. Hızır bildiğinden şaşmaz ve yapması gerekenleri yapar.
O esnada da Hz. Musa’ya da hiç bir açıklama getirmez.

Ancak ayrılacakları sırada, Hızır, bu olayların batınını (iç yüzünü ) anlatır Hz. Musa'ya; gemi dürüst ve iyi insanlara aittir. Halbuki zalim bir kral, gördüğü tüm sağlam ve dayanıklı gemilere el koymaktadır. Hızır o gemiyi kusurlu kılmakla, gasp olmaktan kurtarmıştır. Öldürülen çocuk şakidir. Anası, babası ise salih insanlardır. Eğer o yaşasaydı ana ve babasını da baştan çıkaracaktır.

Duvar yıkılsaydı, o hane sahibinin yetim kalan çocuklarına ait bir hazine ortaya çıkacak ve bu hazine çocuklar çok küçük olduğundan koruyamayacakl, yağmalanacaktır. Onlar büyüyünceye kadar duvar yıkılmayacak bir hal alınca, çocuklara ait bu hazine korunmuş olur.

Sadece rasyonel açıdan bakan insanlar, zahiren görünene bakarak değerlendirmeler yapar. Ve sadece bu gerçekler uyarınca hareket eder ve yargıda bulunurlar. Bunlar bakış açıları yaşantılarında belirleyici unsuru teşkil eder.

Oysa, şeklen algılananla yetinmek yerine kişi sezilerini de devreye alarak, batıni yanın da varlığını bilerek bunu kabul edip, buna biat ederek görünen ardına bakabilme çabası içine girse, yaşananlara getirilen bakış açılaıda farklı bir mertebeye ulaşacaktır. Ancak bu durumda, kişi zahirde olanın ardındakine ulaşabilecek, kişinin yaşamında bununla da temasa geçebilecek bir Hal ve Oluş kendini göstermeye başlayacaktır.

Bu hikayede bir diğer algılanması gereken de: Mantık ve rasyonalizmin, ruhsal olana teslim olmada ki zorunluluğudur. Burada masum gibi görünen bir çocuk öldürülüyor, yıkılması gereken bir duvar tamir ediliyor ve teşekkür edilmesi gereken yerde iyi insanların gemisi deliniyor. Böylece anlıyoruz ki, zihinsel algılayış, her zaman yeterli olamayabiliyor. Onun için esas olan, görünenin ardındakini de görmeye gayret etmek, hatta öncelikle apaçık görünenin çoğu zaman görünmeyene bir perde olabileceğini fark etmekdir.

İnsan ekseriyetle, yaşamı boyunca karşılaştığı tüm istemediği, keyif ve arzularına ters düşen olaylara direnç göstermek gibi bir "tepkisellik" duruş sergilemektedir. Hayatımızda başımıza gelen tüm "olumsuz" diye etiketlediğimiz olaylara bu gözle bakıp, tereddüt ve endişeyle yaklaştıkça; olmakta olanlara zihinle müdahale ederek değiştirmeye de çalışırız. Bu da bize mutlak teslimiyet halinin söz konusu olabileceği bir duruma taşıyamaz. Buna olanak tanımaz.

Zaman zaman gelgitler yaşayan, yarı şüphe yarı kabulleniş halini deneyimleyen insan da yaşanmakta olan med-cezir halleri; ancak kaygı ve ankisiyete hali ve sonucunda da belirsizliğe bağlı depresyona sebebiyet verir. Çünkü, istek bu olsa da aslında yaşanan tam bir soyunma hali olamayacaktır. Ve tam manasıyla soyunmadıkça da, içrek olanı, o hakikati idrak edebilmek şöyle dursun, ona temas edebilmek bile mümkün olamaz.

Bu durumda zahir olanla yetinmektir elde kalan. Bu da olsa olsa şüphe, endişe kuruntu içerisinde yaşayan, günyasal boyutta kendi bakış açısının sonucunda yarattığı kaygı ve hezeyanları ile kendini boğan, stress denen popüler hastalığın pençesinde kıvranan modern toplum insanının oluşmasına önayak olur.

İnsanın hakikatleri algılayabilmedeki yetersizliğinden kaynaklanan bu ruh hali, aslında bir kısırdöngünün de başlangıcına da sebebiyet vermektedir. İnsanda ki bu sadece zahir olanı görmekte ki bilinçsiz ısrar, onu daha yoğun şekilde zihinle bakmaya yöneltir. Bu obesesif yöneliş, onu sezgisel yanından daha da uzaklaştırır. Bu uzaklaşma, içrek olana, leduniyata kapı açabilecek olası bir teması daha da, öteler.Bu döngü kırılmadığı sürece bu süreç böylece sürer gider...

Bu kısır döngü içine girmekten kendimiz koruyabilmek, yada bunu kırabilmek adına bir defalığına olsun; olmakta olanı basiret, soğukkanlılık ve olabildiğince teslimiyetle göğüsleyip bilen yanımıza güvensek dünyevi olduğu kadar, ruhsal kaygılarımızdan da uzaklaşıp sadece ve sadece akışta var olmayı deneyimlesek...

Kanımca bu teslimiyet hali; bize bu güne kadar karşımıza çıkan ve bizim adına "sorun" değimiz ne var, ne yoksa onların aslında sorun değilde, bize altın tepsi de sunulan "çözüm" lerin ta kendisi olduğunu idrak edebilme yolunda da bir kapıyı aralayabilme fırsatını verebilir diye düşünüyorum.

Sevgi ve ışıkla,
Ayna


 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..