Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '22

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Zamane Sanrıları!

20’li yaşların altında görünen iki genç sevgili, albenili, ışıklı vitrinlerin önünde, ağızlarını kapatan maskelerine rağmen birbirlerine hakaret dolu sözlerle bağırıp çağırarak tartışıyorlardı. Orada bulunan herkes büyük bir şaşkınlıkla bu sahneyi izliyordu. “Gel, gel, ne olursan, kim olursan ol, yine de gel…” diyen egemen bir çağrıya uyarak içinde bulundukları yer ne bir okul, ne bir snema/tiyatro, ne de bir sanat kurumuydu. Bu mabet, bir alışveriş merkezi, moda deyişiyle bir AVM’ydi…

Tartışan bu gençlerin her ikisi de üzeri İngilizce yazılarla bezenmiş, koyu renkli t-şirt ve o düşük belli, yırtık ve yamaları olan kotlardan giyinmişlerdi. Ayaklarında ise son moda, pahalı spor ayakkabılardan vardı. Ellerindeki en gelişmiş modellerden cep telefonlarını birbirlerine sallayarak sarf ettikleri sözler arasında hem kişilik özelliklerine hem de ailelerinin etnik kökenine yönelik hakaret sözcükleri duyuluyordu! Maskelere ilaveten bağrışlarıyla çirkinleşen yüz ifadelerinden birbirlerini tanıyarak, anlayarak, kafaca uyuştukları için seçmedikleri belli oluyordu. Görünen, sanki ‘öylesine…’ yaşanmakta olan bir ilişki gibiydi… Yoksa biribirlerini bu kadar kolay ve kaba bir şekilde gözden çıkarılamazdı!

Goethe bir kez daha haklı çıkmıştı; “İnsan kendini yalnızca insanda tanı(yo)r”du yine… Ve gözler önünde yaşanan bu manzara hiç de hoş değildi! İçeri girmek için Hes kodunu arama telaşındayken o işi bırakıp bu üzücü sahne karşısında düşüncelere dalan, sade bir yaşam süren, olabildiğince özgür ve kalıcı değerlere tutkun, deneyimli bir adam bakın neler geçirmiş zihninden;

“… Zaman ertelenerek ya da biriktirilerek tekrar kullanılamıyorsa, yaşam sınırlı bir süreçse... Hayatta özgürlük alanlarımız oldukça dar ama bu alanı sorumluluk alanlarımızla eş anlı genişlettikçe kendimizi yeniden var edebiliyorsak... Yaşamda etkin bir var oluş için, hemen her gün yinelenen sürekli bir mücadele, "biz" olabilmek için de öncelikle "ben" olmasını bilmek gerekiyorsa kişisel seçimlerimiz çok önemlidir. İnsanoğlu (ve insan kızı) dikkat! Özellikle de gençlerimiz daha bir dikkat…

Sana birer seçim özgürlüğü gibi dayatılan çoğu şey, daha geniş düşündüğünde aslında birer zorlama, dayatma olmasın! Beslenme, barınma, güvenlik gibi temel gereksinimlerini bütçene uygun, sade, kaliteli, güvenli ve dayanıklı yollardan karşılamak, üzerine daha nitelikli ihtiyaçların olan sevgi-saygı ve en üstte de öz gerçekleştirim terasını inşa edecek bir zemin oluşturmak istersin… Ama kendini o AVM’den bu AVM’ye, boy, boy, vitrin, vitrin, cicili bicili mal yığınları arasında dolaşarak, aslında en az gereksinim duyduklarını seçmek zorundayken bulabilir, zorlanabilirsin! Renk, ırk, cinsiyet gibi doğuştan gelen, bilinçli hiçbir çaban olmadan üzerine yapıştırılan yekpare bir kimlik seçmek zorunda bırakılabilirsin…

Zaman içinde, kendi bilinçli eylemin ve emeğinle oluşturduğun, renk, renk, katman, katman, hem seni sen yapan hem de diğer kimliklere yaklaştıran çok sesliliği bir kenara bırakmak zorunda kalabilirsin. Bu dar seçimler nedeniyle bunalabilir, zorlanabilirsin. Ya da kimlik karmaşası içinde daha da yabancılaştığın doğanla, mutsuzluğunu, satın almalarla takas ederek, güçlü kimlikler edindiğini de sanabilirsin! Oysa olunan değil de satın alınan çoğu kez ucuz, geçici ve yüzeysel kimlikler olur. Onları da uzun süre taşıyamaz, terk edebilirsin. Yaşam boyu gerçek sevgiyi, aşkı ararsın…

Onu hemen her yana egemen plastik gerçekler arasında –doğal olarak- bulamayabilirsin. Bu kez de zamanın, sosyal ve biyolojik gerçeklerin dayatması karşısında “ sevdiğini elde edemiyorsan elde ettiğini sev!” diyen sinsi sese (aslında bir Romen atasözüdür) kulak verir, seçimini bu doğrultuda yapmak zorunda kalabilir, o süreç boyunca da zorlanırsın. İçinin derinliğinde, kendi derin gerçekliğini, özünü aramak ve bulmak istersin. Köklü bir bitki gibi toprağına kök salan yanlarını arar durursun...

Ama kendini, bin bir cafcafla boyanmış, ışıklandırılmış, sahne, sahne, ekran, ekran yüzeysellikler denizinde nefessiz kalırcasına seyirler seçmek zorunda bulabilir, zorlanırsın. Hele bir de yufka yürekliysen, zamanla, pişmiş bir yufka gibi, ince, yaygın ama kırılgan kalabilir, ortalarda öylece dolaşabilirsin... Elini atan irili ufaklı birer parça kopartmaya çalışır senden... Direnemezsen zamanla küçülür, küçülürsün... Zorlanırsın.

Antik Yunan Mitolojisini, eski Roma’nın toprak, hukuk ve askerlik sistemini, Toscana vadisinde filizlenip insanlığı kültürel açıdan yeşertip evrimleştiren Rönesans’ı, . “Gel, gel, ne olursan, kim olursan ol, yine de gel…” diyen Mevlana’yı, “İnsan kendini yalnızca insanda tanır” diyen Goethe’yi bilmek, anlamak ve insanlarla paylaşmak istersin… Ama güncelin yüzeysel var oluşunda tutunabilmek için magazin sayfaları arasında renk, renk, boy, boy, öykü, öykü, popüler kültür ikonları arasında seçimler yapmak zorunda kalabilir, zorlanabilirsin.

Yaşamın insanı kahreden, tüketen hırslarını, tutkularını birer birer yaşarken klasik şahaserlere de imza atabilen Tolstoy’u, Dostoyevsky’i, Şili deyince Salvador Allende ve Pablo Neruda’yı, isyan sonrası Osmanlı’ya sığınan Polonya’lı asker dedesine kadar uzanan insanlık öyküsüyle Nazım’ı anlamak, hissetmek ister, ‘Best seller’ lar, ‘top ten’ler arasından bir tanecik bile eser kolunun altında görülmedi diye dışlanabilir, zorlanabilirsin.

Ilıman iklimlerin verimli topraklarında yetişen sade, hoş ve dayanıklı bir çiçek gibi yaşama özlemin sağdan soldan hoyratça esen sert rüzgârlar ve asit yağmurlarıyla kül olurken kentsel, medyatik ya da içgüdüsel etkilerle varsıllık, tensel zevkler ve iktidar özlemli, gelip geçici seçimler yapmak zorunda kalabilir, zorlanabilirsin... Vs., vs...

Yaşamda amaçlarla araçlar karışabilir, Derin, anlam yüklü olanla yüzeysel olan da öyle... Akla uygun olanla olmayan, Duygu yüklü olanla piyasalaşmış, parasal olan, Saf ve temiz olanla karmaşık ve kirli olan, Gerçek olanla yanılsama ve sanal olan, Gül ile çöl kaktüsü, Masum bir çocuk tebessümü ile bir fahişe sırıtışı, Velhasıl sapla saman bir birine karışabilir...

Bu genel manzaranın kapsama alanı – kıyılar ve bazı istisna bölgeler dışında- Ardahan’dan Karaburun’a, Sinop burnundan Anamur’a kadar aynı olduğu gibi, küreselleşmenin beşiği Okyanus ötesinin kuzeyinde, Batı İzlanda kıyılarından Urallar’a kadar tüm eski kıtada, Hong-Kong’dan Pekin’e ve dahi tüm Japonya’ya kadar maalesef çok geniş bir alanı kapsamış olabilir.

Özgür olmayan koşullar altında seçimler yapmak zorunda kalabilir, sürekli zorlanırsın! Zorlana, zorlana zor bir insan olur, çoğu yerde(n) dışlanabilirsin. Dışlana, dışlana kendi gerçek derinliğine dalar, orada yıkanır, arınırsın. O berrak, tertemiz iç derinliğinden su yüzüne çıkıp dışarıya bir daha bakmayı dene! İşte o zaman kendi öz suyunla büyür de büyürsün! Seçimlerinle de öyle… Üstelik etrafındakileri de büyüterek. Çokça zaman alacak olsa da…”

Adam bu düşüncelerinde sanırım pek de haksız sayılmaz. Öyle değil mi?

İ.Ersin Kabaoğlu,

9  Ocak 2022, Ankara

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..