Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '21

 
Kategori
Sosyoloji
 

Ziya Gökalp

ÖLÜMÜNÜN 97’NCİ YILINDA ZİYA GÖKALP’A SAYGI[1]
( D. 23 Mart 1876- Ö. 25 Ekim 1924)
 
Ziya Gökalp1876’da Diyarbakır’da doğdu. Orada ilköğretimini tamamladıktan sonra, Diyarbakır idadisinde[2] okudu.[3] Çalışmaları ile kendi kendini yetiştirmiştir. Felsefe ve sosyal bilimlere karşı merakı lise yıllarında başlamıştır. Kendisinde eğitimini İstanbul’da devam ettirebilmek arzusu pek erken başlamıştır. Fakat maddi olanaksızlıklar yüzünden bu arzusunu bir türlü gerçekleştiremiyordu. Zor olanaklarla 1890 yılında Diyarbakır idadisine girdi.
Diyarbakır Gazetelerinde yayınladığı ilk yazılarında Namık Kemal gibi düşünüyordu. “ Çeşitli ögelerden oluşmuş ve Müslümanlıktan kuvvetini alan Osmanlı Milleti, tıpkı bir Amerika gibi gerekçe olabilir” diyordu.
 
Ziya babasının ölümünden sonra amcası tarafından yetiştirilir. Ondan Arapça ve Farsça öğrendi. İdadi hocalarından Yorgi efendiden Fransızca dersi aldı. Kendisine ilk felsefe merakını da bu kişi vermiştir. Ziya yüksek öğrenimini İstanbul’da Baytar okulunda( Bugünkü Veteriner Fakültesi) yaptı. Bu öğrenimi, siyasi tutumu yüzünden birkaç kez kesildi. Son sınıfta ise Baytar okulundan atıldı. Diyarbakır’a dönerek vilayet idaresinde küçük memurluklar aldı. Bu sırada da “Diyarbakır” gazetesinde yazılar yazıyordu.
 
Ziya Gökalp, Yorgi efendiden aldığı Fransızca derslerinin yanında ondan felsefe de alıyor, bir yandan da Yunan filozoflarını öğreniyordu. Gökalp’ın ailesi dinci ve muhafazakârdı. Bu iki yön arasında kalan Ziya, şiddetli bir bunalım ve kültür şoku geçirerek intihara bile kalkışmıştı. Fakat kurşun kafasında kalarak ölümden dönmüştür. Gökalp’ın siyasi düşüncesine genellikle iyimser bakılmakta, kafa yapısı, mantıkçı ve sorunları rasyonel yoldan çözebilir nitelikte idi. Bu nedenle de intiharı geçici bir etkiyle yaptığı konusunda fikir birliği oluşmuştu.
İlk yazılarında bir Osmanlı milliyetçisidir. Fakat bu sıralarda kültürünü genişletmeye, derinleştirmeye çalışıyordu. Yeni açılan bir kütüphane yardımı ile Fransız filozof Alferd Fouillee ve sosyolog Gabriel Tarde’nin yapıtlarını okuyarak onlardan çok etkilenmiştir. Özellikle G. Tarde’nin sosyolojik ve psikolojik görüşleri üzerinde çok yoğunlaşmış, hatta ilk sosyolojik bilgilerini ondan öğrenmiştir denilebilir. Bu sırada, Gökalp’ın sosyolojik temeline kaynaklık eden E. Durkheim’i ( 1858-1917) hiç tanımıyordu.
 
Sosyoloji kavramı ilk kez ne zaman kullanılmıştır? 
 
Biz de sosyolojiden ilk önce söz edenlerden biri Mustafa Suphi’dir(1883-1921). 1911 yılında sosyal bilim çevresinde “ Genç Kalemler”, ünlü Fransız sosyoloğu E.Durkheim’in adı henüz duyulmamışken,  C. Bougle’den “ Qu’est-ce que la sociologie” adlı eseri “ İlm-iİçtimai Nedir?”adıyla Türkçeye çevirmiştir. M. Suphi bu yapıtı, Durkheim Sosyoloji ekolüne mensup bir profesörün bu ekolü en iyi anlatan elkitabıdiye tanıtmıştır. Mustafa Suphi önsözünde “ kuşkusuz bir Arnavut, bir Arap ve bir Türk toplumu vardır. Bu toplumlar bazı manevi özelliklerle birbirinden ayrılmıştır. Türkler, Araplar vs.nin ortak koşullarını incelemek, araştırmak doğru olacaktır. Her öğenin yaşamsal koşulları bu araştırma yolu ile anlaşılırsa Osmanlı İmparatorluğunun da yerleri belirlenmiş olur” demektedir.  “İçtihat”da yayınladığı Descartes, Harveyvb. makaleler çağdaş Batı Felsefesi’ne ait ilk ciddi çalışama ününü idi. Yine Mustafa Suphi’nin “Darwinizm ve Lamarksizm” adlı küçük kitapları da bu konudaki, yani toplumbilim konusundaki düşünce akımı hakkında sağlam bilgiler veriyordu. “Sosyoloji” adlı yapıtında toplumsal biçimlerin(formların) doğuş nedenlerinden, evriminden, sosyolojinin başka bilimlerle olan farkından, yöntem ve tekniklerinden söz ediyordu. Burada önemli olan nokta, bu küçük kitapta(sosyoloji) yazarın Fransız Sosyoloji okulunu açık ve seçik bir dille, ilk kez anlattığı gibi, “İlm-i İçtimai” kavramını bırakarak onun yerine “sosyolojiyi”kullandığını görüyoruz. Bu sosyoloji tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır.
 
Bu gelişmeye koşut olarak birçok yazar ve felsefeci toplum ve toplumsal sorunlara ilgi duymuş, “Evrim ve kanunları” ile ilgili çeviriler yapılmıştır. Bu çalışmalarda, toplumların da aynen evrim yasalarında olduğu gibi(biyolojik organizmada görülen) değişebildiğini, bu değişmenin dinamik ve mekanik yasaları, toplumun gelişip ilerlemesi ele alınmıştır. Daha önceleri konuyla (toplum ve değişme ile) ilgili olarak “ Ulum-i İçtimaiye” dergisinde birçok yazı yayınlanmıştır. Fakat Ethem Nejat’ın(1883-1921) “ Tekâmül ve Kanunları” adlı yapıtı biyolojik ve insan felsefesi kaynaklarına başvurarak “Sosyolojik Sorunu” ele aldığı için üzerinde en çok tartışılan ve konuşulan sorunlara yanıt vermiştir. Osmanlı toplumunda II. Meşrutiyet yılları (1908-1914),  adeta “ tekâmül (gelişme),evrim, gelişme, değişme” ve “ terakki, ilerleme, gelişme” kavramlarının kötüye kullanılacak derecede gündelik basına yayıldığı bir dönemdir.  Toplumsal sorunlara Batı düşüncesi açısından yanıt vermeye kalkışan yazarlar bu kavramlara bütün zorlukları, sorunları çözen büyülü bir anahtar gibi bakıyorlar ve bunları kullanıyorlardı. Her şeyin hiçbir felsefi eleştiriye ve tartışmaya tabi tutulmaksızın bu evrim ve ilerleme yasalarına bağlı olduğu kanıtlanmış bir kuram gibi kabul ediliyordu. Bu görüşlere en büyük etkiyi de İngiliz Antropolog H. Spencer (1820-1903) yapmıştır. Toplumu yaşayan bir organizma olarak düşünen Spencer’a göre toplumlar ile yaşayan organizmalar arasında, bireysel organizmalar ile sosyal organizmalar arasında benzerlikler vardır... Spencer’a göre, doğa bilimlerindeki gözlem, tümevarım ve doğrulamayı olduğu gibi izleyerek; aynı kavram ve kuramsal varsayım tiplerini benimseyerek sosyoloji toplumsal gerçeği inceleyebilir ve açıklayabilirdi. Bu yaklaşım da sosyolojiyi deneysel yönteme doğru yöneltmekte ve işlevsel kılmaktadır. Buna göre Spencer tüm varlıkların basitten karmaşığa, homojenlikten heterojenliğe doğru bir miktar(yekün) birikmesi halinde ağır bir değişme, bir evrim geçirdiğini ileri sürmektedir. Yani ona göre evrim mekanik bir olgudur. İnsanın rolü, onun yasalarını keşfetmekten ibarettir. İradenin başka bir etkisi olamaz. İlerleme de bir evrimin insan zihnine ve bilgisine ait bir görünüştür. Böyle bir görüşte devrimin, ani değişmenin, doğa olayları üzerine iradi müdahalenin rolü yoktur.
 Spencer’ın bu evrimci ve organizmacı toplumsal kuramı, yeni felsefi düşünce akımlarının etkisinde kalarak yıkıldı. Fakat bizde bu değişmeler günü güne takip edilmediği için evrimcilik, hatta mekanik evrimcilik fikri daha sonraki yayınlarda, örneğin Gökalp’ın yazılarında devam etmiştir.
 
Özetlediğimiz bu gelişmelere baktığımızda toplumbilimin gelişmesini iki ana başlık altında verebiliriz. 1) Cumhuriyet öncesi, 2) Cumhuriyet sonrası. Bu bağlamda Ziya Gökalp, Cumhuriyet öncesince ait büyük ve önemli bir sosyologdur. Sadece sosyolog mu, aynı zamanda bir mütefekkir, bir ideolog, bir siyaset bilimci, bir folkloristtir de... Gökalp, cumhuriyet öncesi bir kimlik, kişilik, sosyolog ya da ideolog olmasına karışın etkileri, en yoğun biçimde cumhuriyet sonrasında görülmüştür. Özellikle kültür-uygarlık ayrımı, batılılaşmak, çağdaşlaşmak kavramları hala tartışılmaktadır.
 
Değindiğimiz gelişmeler, tartışmalar gözönüne alındığında, 19.yy. sonlarından itibaren, çeşitli çevirilerle ülkemizde okutulmaya başlanan sosyoloji, aynı kavramla adlandırılmıştır. Ülkemizde sosyoloji ilk önce doğa bilimleri gibi doğa ve evrim yasalarına bağlı olarak kullanılmaya başlanılmıştır. Her bilimsel gelişmede olduğu gibi, bu tarz sosyoloji anlayışı, Darwinizmin biyolojik evrimciliğinden etkilenmiş ve toplumu geniş bir biyolojik organizma olarak düşünen ve evrimci bir kurama bağlı olarak organizmacı bir kuram olarak ela alan H. Spencer sosyolojisine dayanmakta idi. 
 
Gökalp’ın Sosyolojik Düşüncesi
 
Cumhuriyetten önce, gerçek anlamda ülkemizde sosyoloji düşüncesinin öncüleri ve günümüze kadar gelmesinin savunucuları olarak Ziya Gökalp(1876-1924) ve Prens Sabahattin’i(1879-1948)  görmekteyiz. Ziya Gökalp’ın sosyolojik düşüncesi, A. Comte gibi pozitivist sosyolog olan E. Durkheim’in etkisi altında oluşmaya başlamış ve gelişmiştir.  İttihat ve Terakki’nin fikir babası Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda, Emile Durkheim’in “toplumsal bilinç” kavramını, tarihsel maddeciliğin sınıf çelişkisine karşı kullanmıştır. Durkheim’a göre toplumsal gerçeğin temelini toplumsal bilinç oluşturmaktadır. Ona göre toplumsal bilinç “ bir toplumun bireylerindeki ortak inanç ve duyguların bütünüdür”.  Bu bütün “ kendine özgü yaşantısı olan belirlenmiş bir sistem oluşturur.” Toplumsal bilinç, içinde bireylerin bulunduğu özel koşullardan bağımsız olarak bulunur; bireyler geçicidir, o kalıcıdır. Kuşaktan kuşağa değişmez, kuşakları birbirine bağlar. O toplumu kaynaştırır, toplumun ruhsal tipidir.
 
Ayrıca Ziya Gökalp, siyasetteki eylemini bir kuramda temellendirmek için eylemine uygun Durkheim’in “Toplumbilimsel Yöntemin Kuralları”nı benimsemiştir. Bu yöntem ile Türk Töresi(1923) ve Türk Uygarlığı Tarihi( 1925) adlı yapıtlarında dinin yanında Türk’ün düşünce dizgesini, töresini, devlet örgütünü, aile yapısını, ekonomisini incelemiştir. Gökalp’ta ideoloji, toplumbilimsel gerçekten ileri gelir. Bu konuda, onun toplumbilimde kendine özgü ve özgün hiçbir çalışması ve buluşu olmadığını ileri sürüp eleştirenler, onu bir toplum bilimciden ziyade bir ideolog olarak değerlendirenler de olmuştur...
 
Gökalp, H.Spencer ve Özellikle Durkheim’in toplumsal evrim kuramından yararlanarak “İçtimai Neviler” adlı bir makalesinde toplumları 1) İlkel, 2) Millet olmak üzere ikiye ayırmıştır. Bu ayrımda yine Durkheim’in “Toplumsal İş Bölümü” adlı yapıtında kullandığı “mekanik”ve “organik” dayanışma kavramlarından yararlanmıştır. Mekanik dayanışma, benzerlikten ileri gelen bir dayanışmadır. Bu tür dayanışması olan toplumlarda bireylerarası fark azdır; bireyler aynı duyguları duyduklarından, aynı değerlere bağlı olduklarından birbirlerine benzerler. Durkheim, bu tür dayanışmaya örnek olarak ilkel ya da eski toplumlardaki dayanışmayı gösterir. Bu tür toplumlarda bireyler birbirinin yerine geçebilir. Organik dayanışma ise farklılaşmadan, iş bölümünden ileri gelir. Bireyler birbirinin benzeri değildir. Kısacası mekanik dayanışma, inançlar ve duygular benzerliğidir. Organik dayanışma ise ustalık ve yeteneklerdeki benzerlik sonucu ortaya çıkar. Amacı, birlikte, uyum içinde yaşamaktır. Toplumsal farklılaşma, yani toplumsal iş bölümü ekonomi, ahlak, hukuk, eğitim, din, siyasal rejim vb. bütün toplumsal kurumları etkiler ve açıklar.
 
Gökalp’a göre,  organik toplumlarda birey, topluma hem dolaylı hem de dolaysız olarak bağlıdır. Başka bir söyleyişle, organik toplumda, mekanik bir dayanışma da görülebilir. Bu durum Gökalp’ı Durkheim’den ayıran önemli bir noktadır. Görülüyor ki, Durkheim’de olduğu gibi, Gökalp’de de toplumların evrimi mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya doğrudur. Bu gelişim 19. Yüzyıl toplumbiliminin temel konusudur. Gökalp organik dayanışmanın gerçekleştiği toplumları millet olarak kabul ederken yeryüzündeki tüm toplumların bilimsel sınıflamasını da yine bu üçlüye göre değerlendirmektedir. “ Bir Kavmin Tetkikinde Takip Olunacak Usul”  adlı bir araştırmasında Gökalp ilkel toplumları klandan millete olmak üzere sınıflandırırken, kabile ya da klanın kaybolması, ulusal duyguların yükselmesini sağlamıştır, düşüncesindedir. Yazı, edebiyat ve tarihin gelişmesi ile cemaat(topluluk) duygusu birleşmiş bir yapı haline gelmiştir. Yine Gökalp’ın sınıflamasına göre feodal toplumlarda ana nitelik din ve akrabalık bağlarının esas alınmasıdır. Buna karşın iş bölümü ve uzmanlaşmaya dayanan korporatif toplumlarda ise ulusal nitelik temel alınır.
 
Bütün bu sınıflamalarda temel nitelik, evrimin ilk aşamasında(antik toplumlar) olan toplumlarda sosyal bütünlük dinsel bağlara ve kan akrabalıklarına dayanır. Oysaki evrimin en son aşamasında toplumsal dayanışma kültürel bütünlükle biçimlendirilir.
 
Sonuç olarak, Ziya Gökalp hakkında ne denli yazsak, kısacık ömrüne sığdırdığı yapıtlarını, görüşlerini, toplumbilime kazandırdıklarını bitiremeyiz. Çünkü o çok yönlü, çok kültürlü, çok dilli bir aydın, vatan sevgisiyle, kafa ve ruh zenginliği ile dolu bir yazın ustasıdır. Dünyanın savaş yeri değil bir okul, bir öğrenme yeri olmasını istiyordu. Yazılarını, yapıtlarını, yaşam öyküsünü okurken bugün de çok şey öğreniyoruz. Böyle anımsatmaları yapmamızdaki tek amaç, sosyolog, antropolog ya da sosyal bilimci olmak isteyen gençlerimizin Ziya Gökalp ve öteki değerli sosyologlarımızı, insanbilimcilerimizi çok iyi okuyup öğrenmeleridir.
Gökalp, pek çok kişi tarafından Türkiye’nin ilk toplumbilimcisi olarak kabul edilir. Bu yargının birçok sağlam temelleri vardır.
 
Birincisi, ilk toplumbilim bölümünü İstanbul “Darülfünun”da(1915)  İçtimaiyat” ilm-i içtimai”(sosyoloji) kurmuş olmasıdır. Yeni kurulan bu kürsünün ilk dersini Ziya Gökalp vermiştir. Böylece toplumbilime akademik bir çatı altında geçerlilik ve kuramsallık kazandırmıştır. Buna koşut olarak toplumbilim,1918’lerde de liselerde okutulmaya başlanılmıştır.
İkincisi, Gökalp İmparatorluğun yıkılış döneminde, kurulacak yeni topluma ilişkin çıkış yollarını, Batı toplumbilimcilerince geliştirilmiş olan kavramları kullanarak açıklamaya çalışmıştır...
Üçüncüsü, İttihat ve Terakki merkezi genel üyesi olması nedeniyle, bu parti kanalıyla, toplumda bilimsel yaklaşımını ciddiye aldırabilmiş olmasıdır. Bir başka söyleyişle söz konusu partinin ideoloğu olması nedeniyle, toplumbilimsel yaklaşımlarının yaygınlaşabilmesi için en elverişli ortamı, siyasal ortamı, duyarlı duruma getirmiştir. Böylece, siyasal ağırlığı olan düşünceler, dinleyici buldukça, toplumbilim daha da yaygınlaşma ve dolayısıyla meşrulaşma olanağına kavuşmuştur.
 
Osmanlı'nın çok hızlı değişen ortamı içinde gerek ülkenin nitelikleri, gerekse sahip olduğu toplumbilim bilgisi, Gökalp’ın yeni Türkiye için bir toplumsal değişme modeli geliştirmesini olanaklı kılıyordu.[4]
 
Ziya Gökalp’ın ölümünün 97’nci yılında sözlerimi, onun İstanbul Divan Yolundaki II. Mahmut Türbesinde bulunan anıt mezarındaki yazı ile bitirmek işitiyorum.
 
“ Büyük Mürşit Ziya Gökalp burada yatıyor.
Öldüğü gün milli bir matem günü oldu.
Türk Ocağı onun aziz mevcudiyetini yetiştirmekle mağrur olan vatanın bu toprağına ve mübarek hatırasını kendi kalbine gömdü.
 
25 Teşrin-i Evvel. Sene: 1924, 4. Gün: Cumartesi
                  Mimarı: Hikmet İsmet
     
 
  
 
 
[1] Bu makale, Fırat Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde 1982-1994 yılları arasında Sos 306 Türk Sosyologları dersinde anlattığım ders notlarından esinlenerek kaleme alınmıştır.
 
[2] Osmanlı’da lise derecesindeki okullara verilen ad.
 
[3] Bazı kaynaklar Gökalp’ın doğumunun 1875 olarak da göstermektedirler.
 
[4] Tahir Çağatay, “ Ziya Gökalp”, Hans Freyer, “ İçtimai Nazariyeler Tarihi, DTCF yayını, 1968; E.Kongar, Türk Toplum Bilimcileri 1,İstanbul-1982
 
 
Toplam blog
: 46
: 225
Kayıt tarihi
: 27.03.13
 
 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji (Sosyal Antropoloji) mezunu 1971; F..