Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '09

 
Kategori
Siyaset
 

...koordinatlar belli mi? / Türkan Abla, çok yaşa!... / ''Türkiye Defteri''

...koordinatlar belli mi? / Türkan Abla, çok yaşa!... / ''Türkiye Defteri''
 

''Son pencere...''


Türkan Saylan gibi, insanlığı ilerletecek gerçek insan soyundan gelen şerefli, soylu bir insan kızının karşılaşmak zorunda bırakıldığı bu hukuksal durum(!), insanın yüreğini burkuyor...

Türkiye'de demokrasinin gelişimine katkı sunan, sivil toplum yapılanmasının en nitelikli örneklerinden ÇYDD ve ÇEV gibi kurumların, onların yönetici kadrolarının, istihbarat destekli ;misyonerlik misyonu yüklenmiş olduğu söylenen bir rapor desteğinde(!) tümüyle aynı sürecin içine çekilmek istenmesi , bu konuda alınan mahkeme kararlarının hukuksal yanlışlıkları içerdiğinin bu işin uzmanları tarafından açıklanması, idari yetkililerin bir sivil kuruluşun işlevlerini durduracak bir uygulama içinde hareket etmeleri, başlangıçta demokrasi açısından gelecek için umut veren olumlu bir görüntüyle başlayan Ergenekon davasında, dalga dalga yapılan gözaltı, sorgu ve tutuklama süreçlerinin cumhuriyet elitlerinin geniş bir yelpazesine yönelmeye başlaması; davanın asıl amacından sapmaya başladığı görüşlerinin kamuoyunda çoğalmasına ve haklı tepkilere neden oluyor..

Örneğin; Türkan Saylan'a ve örgütüne yapılan bu son uygulamayı buruk ve gözlerimiz yaşararak izlerken, eşimin ilk tepkisi; ''bu örgütün çalışmalarına daha fazla maddi destek çıkmak ve çevresini de bu yönde kanalize etmeye çalışmak'' şeklinde ortaya çıktı!... Çünkü, kendi yaşamını korumaya çalışması gerekirken, yaşamından fedekarlık ederek, bu ülkeye gene bir şeyler katmaya çalışan öz verili bir insana yapılmak istenen şeyler, işin zıvanadan çıkmaya başladığının en somut deliliydi!...

Bu operasyonun ardından Türkan Saylan'da, basına şu açıklamayı yapıyordu:

''Basın Duyurusu

13.Nisan.2009

Basın Duyurusu

Bugün Genel Merkez, benim evim ve çok sayıda şubemiz, suçla bağlantılı olduğuna ilişkin en küçük bir kanıt olmadığı hukukçularımızca ifade edilen bir arama emri ile aranmaktayız. Birçok yönetim kurulu üyemiz tutuklanıyor.

Ben çok hastayım ve hastanede yatıyorum, hafta sonu izinli çıkmıştım. Kan değerlerim çok düşük. Ağır bir kemoterapi alıyorum.

Herkesin bildiği gibi ÇYDD hem darbeye, hem de şeriata karşıdır. Ülkenin eğitim yoluyla kalkınması için çalışır. Yasa dışı herhangi bir oluşumla hiçbir dönemde ilgisi olmamıştır, olamazda.

Özetlersek ÇYDD olarak Türkiye’mizde bir hukuk devleti, Atatürk ilkeleri doğrultusunda bir yönetim istiyoruz. Evrensel hukuk kurallarının herkesin beyninde, yüreğinde yer etmesini ve adil yargılama kurallarının egemenliğini beklemek bir yurttaş olarak hepimizin hakkıdır diye düşünüyoruz. Biz de hakkımızı arayacağız.''

Prof.Türkan Saylan ki , Anadolu'nun dört bir yanından okumaya, kendini aşmaya gelen kızlarımıza destek veren bir rehberdir; siyasetçilerin İmam-Hatipliler'i kandırdığını söyleyerek, birilerini rahatsız edecek şu sözleri de bir ara söyleme doğruluğunu ve yürekliliğini göstermişti:

“İmam hatipler ve meslek liseleri aynı pakette yorumlanıyor. Burda bir yanlışlık var. İmam ve hatip yerine altyapısı imam hatip, din eğitimi olan, bir nevi medrese eğitimi olan bir sistemi bütün sisteme yaymak, ondan doktor olsun, mühendis olsun, herşey olsun, şeklinde konuşmak bu çocuklara da bir aldatma oldu. Arkasından kızlar sokuldu. Kız çocuklarının imam da hatip de olacağı yok. Onların bu okullara alınması da belli bir amaca yönelik. Biliyorsunuz hatta kendi ağızlarıyla ‘arka bahçemiz’ dediler. Bu çocuklar üzerinden oynanan bir oyunun parçası.”...

Bu gün gelinen bu durumun oluşmasında katkısı olan eski zamanların bazı bölümlerinde, kısa bir gezintiye çıkmanın, günün analizine katkı sunma açısından kanımızca sayısız yararlar olacaktır!...

***

Selçuklu devlet adamı Nizamülmülk'ün ''Siyasetname''sinde, düşünülmesi gereken şu dizeler vardır: '' Mukataat erbabı bilmelidir ki, mülk ve ra'iyyet sultanındır!...'' Osmanlı'da da devam eden bu anlayışın kısaca yorumu şudur: Tanrının yeryüzündeki elçisi; İslam sultanı, ''Vediatullah'' oldukları yani Allahın emaneti olan ra'iyyete (halka, yurttaşa...) yasaların belirlediği alan kapsamında, iyi bakmak zorunluluğu içindedirler!... Yasama, yürütme ve yargıyı da, yasalar içinde yani şer'-i şerife uygun ve sınırlı bir şekilde kullanma hakkına sahiptirler!...Yani Batı feodalitesinde olduğu gibi, bir köle-efendi ilişkisi içinde değil!... Dünyevi bir otorite olarak bu mülkü en iyi şekilde yönetip, gerekli tasaruflarda da bulunabilirler!... Halkı da , Hunlar zamanından çıkıp gelen bir gelenekle (!), bu emanet anlayışı içinde her türlü zulüm ve fenalıktan, koruyup, kollamak zorunluluğu içindedirler!... O yüzden Osmanlı sultanlarının ağırlıklı tarımda çalışan bu reaya kesimine özel bir önem verdikleri tarihte pek çok örneklerle görülür ki, laik cumhuriyetdeki ; ''Köylü Milletin Efendisidir'' veciz sözünün şuur altında da, yaklaşık bin yılılk bu gerçeğin uygulanması yatar!...

Osmanlı toprak mülkiyetindeki, Miri Arazi Rejimini ve Müsadere Sistemi uygulamasını da bu açıdan görmeye çalışmak gerekir. Kısaca Miri Arazi Rejimi, imparatorluk topraklarının mülkiyetinin devlete ve dolayısıyla millete; milet-i Müslime ve millet-i gayr-i Müslime, ait olduğu bir rejimdir!... (Yani modern zamanlarda Marxistlerin yapmak istedikleri toprak köleliğini ortadan kaldıran, en önemli devrimci hareketlerden biri!...)

Yasalara uygun olarak bu topraklarda şartlı kiracılık yöntemiyle çiftçilik yapan reaya da, babadan oğula geçen bir hakla, bu topraklara bağlı kalarak üretimlerini koşullar elverdiğince özgürce sürdürmeye çalışmıştılar... Özetle; yükseliş dönemine kadar Osmanlı'nın bir arı titizliğiyle hareket ederek büyüdüğü ve bu büyümeyi Batı'nın şaşkınlıkla izleyip, çözmeye çalıştığı bir süreçti... Osmanlılar'da egemenlik sürdürdükleri batıdaki topraklarında, kılıçın yerine kalem ve teraziyi alarak, adil ve çağdaş bir hukuk devleti olarak çöküşe kadar varlıklarını sürdürdüler!... Avrupadaki Türklere ilgi duyan bir aydın grup da, Avrupanın kurtuluşunun Osmanlının askeri ve idare yapısına, adalet ve hukuk sistemine öykünmekten geçtiğini vurguluyorlardı!...

Yani bir zamanlar Voltaire'nin; '' Türk devleti bir demokrasidir!...'' demesi boşuna değildir... Voltaire Osmanlılarda insanlar arası eşitliği ve sınıf farkının olmadığını “Türkler, Müslümanlar ve Ötekiler” adlı kitabında şöyle açıklamaktadır: “Sadrazam Çorlulu Ali Paşa bir köylü çocuğu idi. Baltacı Mehmet Paşa'da odunculuktan geliyordu... Aşağı tabakadan (onun yorumu ki başka türlü ifade etmeyi bilemezdi...z.e.) yetişmiş olmak Türklerde utanılası bir durum değildi!... Onlarda asılzadelik yoktur ve yükselip ilerlemeler ancak görevlere bağlıdır...''

Bu gelenek bu gün, halk çocuklarından oluşan Türk Silahlı Kuvvetlerinde de sürmektedir!...

Evet bir nedenle Osmanlı yüzünü Batı'ya çevirmek zorunda kalınca, toprak rejimi ve müsadere sistemi bozulmaya başlayıp, 1829 yılında kaldırılıp yerine onu yıkıma doğru götürecek(!) yeni müesseler getirilmeye çalışılıp, ordu da kabuk değiştirip maaşa bağlanınca, bu ''Batılılaşma Serüveni'' içinde, Osmanlı'da da yapay bir elitleşme süreci başladı!... Ve İttihak ve Terakki'de iktidara gelince, var olan bu yeni sistemden beslenebilmek için, bu elitleşmeyi ardıllarından devralmaya çalıştı...

Günümüzde dava konusu olan Ergenekon'la Teşkilat-ı Mahsusa arasındaki bazı benzerlikler gündeme gelirken, II.Meşrutiyet yıllarına ve yeni, laik Türkiye Cumhuriyeti'ne de damgasını vuran İttihak ve Terakki'den ve onun imparatorluk içinde elitleşme sürecinden ve bu sürecin cumhuriyet içinde de 1950'li yıllara kadar devam ettiğinden söz etmekte ve on yıllık kısmen bir kopuşun ardından 1960 sonrasında da AKP iktidarına kadar, sürdürüldüğünü belirtmekte yarar var!...

14.Nisan.2009 / Perpa,

(devam edecek...)

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..