Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Aralık '09

 
Kategori
Anılar
 

"Geçmiş Zaman Olur ki"...

"Geçmiş Zaman Olur ki"...
 

Bir zamanlar Milliyet kadrosu...


Siz de benim gibi nostalji yapmayı sever misiniz bilmem... Bu yazımda biraz nostalji yapacağım Milliyet'te çalıştığım senelere geriye dönerek...

Fotoğraf arşivimde 80 yılların ilk yarısına ait yukarıdaki fotoğraf geçti elime...

Bu fotoğrafta kimler yok ki!..

Soldan sağa: (Ayaktakiler) İsmet Tongo, Halit Çapın, Nezih Alkış, İslam Çupi, Emin Çölaşan, Doğan Heper, Turhan Selçuk, Erol Dallı, Mete Akyol, Yekta Okur.

Soldan sağa: (Oturanlar): Namık Sevik, Turhan Aytul, Aydın Doğan, Mehmet Barlas...

O fotoğraf karesinde bulunan birçok yazar ağabeyimiz ve Milliyet çalışanı şu an aramızda değil maalesef...

Hayatta olanlar da şu anda hepsi farklı yerlerde çalışıyorlar... Çoğunun Aydın Doğan'la ve Milliyet'le çoktaaan yolları ayrılmış...

Fotoğraf karesinde spor servisi, yazı işleri kadrosu ve yazarlar, çizer Turhan Selçuk ve Genel Müdür Yekta Okur var...

Bu fotoğraf Milliyet'e ilk başladığım senelere ait...

1980'de askerliğimi yapıp, askerlik dönüşü ilk iş aramaya Cumhuriyet gazetesinden başlamıştım... İşe giriş formu doldurmuş ve o zamanlar İdari Müdür olan Naci Yener'e vermiştim. O da beni Milliyet'te Genel Müdürlük yapan dostu ve arkadaşı Yekta Okur'a yönlendirmişti...

Rahmetli Yekta Okur da beni hemen işe almıştı elimdeki üstün başarı sertifikalarımı görünce... Bu sertifikalar, Dünya Daktilo Şampiyonası'ndan şampiyonluk ve IBM'den alınmış bilgisayar kursu sertifikalarımdı...

Gazeteye o seneler yeni bir sistem almayı düşünüyorlardı... O sistem gelinceye kadar gazetenin mutfağı sayılan dizgi servisinde hem eğitim alacak, hem de çalışacaktım...

Gazete ortamındaki ilk günümü hatırlıyorum da... Kâbus gibiydi sanki...

Bir koşuşturmaca, bir bağırış-çağırış... Herkes bu canhıraş bağırışlar içinde işini yapıp, saat 17.00'de dönecek gazetenin ilk sayfalarını çatıyorlardı...

Rahmetli Turhan Aytül ağabeyimizi de ilk kez o gün orada görmüştüm... Kendisi çok hızlı sayfa planı çizerdi... Aşağıya pikajörlerin yanına gelir gelmez telekslerden gelmiş Yazıişleri toplantısında değerlendirilmiş haberlere göre iki saniyede sayfa planını çizerdi ...

Spor Servisi'nden yazar İslam Çupi'yi tanıma şerefine nail olanlardanım... Öyle güzel anlatım dili vardı ki yazılarında... Öyle güzel işlerdi ki maç anlatımlarını... Tıpkı yazısı gibi... Yazısını saman kağıdına öyle farklı karakterde de yazardı ki... Değil dizgisini yapmaya, okumaya bile doyamazdınız...

Keza Halit Çapın'ın yazılarının dizgisini yapabilmek için 40 küsur dizgici kendi aramızda yazı-tura bile atardık...

Spor Servisi Müdürü rahmetli Namık ağabeyi, İsmet Tongo'yu ve Nezih Alkış ağabeyimi unutmak ne mümkün?..

Cumartesi ve hele hele Pazar günleri demek, bizim düğün günümüz demekti... Spor servisinin ve gazetenin en yoğun günleri bugünlerdi... Taşra'yı döndürüp, İstanbul erkene hazırlandığımız sırada Spor Servisi bizim gönül bahçemiz gibiydi... Hele işlerimiz bitip de girilen maç iddialarında kaybeden kimse, her hafta Hacıbozan'lardan gelen tepsi tepsi lahmacunlarla birlikte içli köfte partisi verdirirdi tüm gazete çalışanlarına...

Doğan Heper de pikajörlerin işi bitip de birinci sayfanın son hazırlıkları sırasında aşağıya pikaj servisine gelir, birinci sayfanın son rötuşları yaptırırdı... Sessiz, mağrur ve huzurlu duruşuyla... Ellerini hep fotoğraftaki gibi bağlar, zaman zaman sağ elini çenesinin altında tutar, elindeki kalemiyle ve sessiz konuşmasıyla Sayfa 1'in pikajörü Erkan'a son talimatlarını verirdi...

Turhan Selçuk ağabey de her zamanki gibi sessizce kamera servisine gelir, çizdiği Abdülcambaz'ı teslim eder ve sessizce pikaj tahtalarındaki asılı sayfalara bakar ve giderdi...

Mete Akyol ve Emin Çölaşan ise onlar yazılarını faksla geçerlerdi bizlere...

Mehmet Barlas 80'li senelerin ikinci yarısı başlarında başyazar oldu... O da yazılarını saman kağıtlarına yazar, aşağıya dizgi servisine gönderirdi... Yazılarını dizdikten sonra filmden bir çıkış alır kendisine gönderirdik... Gerekli son düzeltmelerini yapar, yeniden bize gönderirdi...

Aydın Doğan'ı biliyorsunuz anlatmama gerek yok... Tüm çalışanlarıyla içiçe olmayı severdi o zamanlar... Patron havasından çok, işçisinin yanında olmayı yeğlerdi. Kaç kere birlikte aynı masada yemek yemişizdir kimbilir...

Bir keresinde de baktım elinde yemek tepsisi gelip karşıma oturmaz mı?.. "Afiyet olsun!" dedi. O gün kendisiyle birlikte yemek mi yedim, yoksa sopa mı yedim bilmiyorum... Yemeğim bitip aşağıya indiğimde de, bizim eski ustalarımız, hep birlikte başıma toplanıp, "Ne konuştunuz? Sana neler söyledi? (O sıralarda sendikamız, toplu iş sözleşmelerini yapıyordu.) Sana bu konuda sorular sordu mu?" diye sormuşlardı... Oysa ki benim yemek boğazıma dizilmişti sanki... Değil konuşmak, bir an önce masadan kalkmak için can atıyordum ben...

Elbette bu fotoğraf karesine daha sığmayan pek çok yazar, basın emekçisi var... Pek çok da hatıralarım var o günlere dair...

Dostlarım, ağabeylerim, ablalarım, çaycı Felek ağabeyim... Hepsi gözümün önünden film şeridi gibi gelip geçti gitti bu fotoğraf karesinin ardından...

Plazalar öncesi, Cağaloğlu ve Babıali bir başkaydı bizim için... Cağaloğlu'ndaki o binada herkes birbiriyle bir dayanışma içindeydi... Elbette iyi günlerimiz de oldu, kötü kara günlerimiz de... Anlaşmazlıklarımız da, tatlı anılarımız da...

Gecesi ve gündüzü olmayan 12 Eylül sonrası gazetesini, çalışanlarını ve tüm o basın emekçilerini nasıl unutabilir insan...

Yıllar geçiyor geçmesine de... Sonbaharda düşen yaprak misali çoğu da aramızdan teker teker ayrılıp gidiyor tüm sevdiklerimizin... Her bir telefon çaldığında eski gazeteci dostlardan yana, içim cız edip duruyor...

Yaşam işte... Böyle gelip geçip, gidiyor...

"Baki kalan ise bu kubbede hoş bir sada" olarak gönüllerde öylece kala duruyor...

Ertan Yurderi

 
Toplam blog
: 111
: 1140
Kayıt tarihi
: 15.10.07
 
 

Kocaeli doğumlu. Yüksek tirajlı gazetelerin bilgi işlem ve yazı işleri bölümlerinde çalıştıktan s..