Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ağustos '06

 
Kategori
Sinema
 

‘Ghost in the shell 1 - 2’

KABUKTAKİ HAYALET 1 - 2

Künyeler
Ghost in the Shell - 1: Yönetmen: Mamoru Oshii, Senarist: Kazunori Ito, Yazar: Masamune Shirow, 82 dakika, renkli, Japonca, 1995.

Ghost in the Shell - 2: Yönetmen: Mamoru Oshii, Senarist: Mamoru Oshii, Yazar: Masamune Shirow, 99 dakika, renkli, Japonca, 2004.

Giriş
Konu daraltılarak ele alınacaktır. Odaklanılan dar açı, yazarın sanatsal / yazınsal ‘matter of subject’i ve/ya ‘raison d’etre’i olarak da okunabilir.

Daraltmayı bir tür anatomik budama olarak da düşünebiliriz. Gösterilmek istenen saklı bölgenin açığa çıkarılması için anatomik kesitlemelerde budama sıkça yapılır. Bu süreç mantıksal açıdan bir indirgeme değildir.

İki film zamansal olarak farklı momentlere sahip. Her ikisinde de zamansal olarak, o andaki ve geçen süredeki eskimişlikler de benzer biçimde ayıklanacaktır, yani görmezden gelinecektir. Böylelikle elimizde kalacak gelecekbilimsel töz düşüncesel cevher olarak işlenecektir. Bunların da sonuç-öteleme vektörleri ‘Novum’ ve ‘Çıkış’ bölümlerinde imlenecektir.

Açılımlar: Problematikler ve Söylem Düzlemleri

Zihin-Beden
Zihin-beden ikilemi zihin felsefesinin konusu. Bu konuda bir düalizm var: İkisinin tek bir bütün olduğunu öne süren monist ve ikisinin birbirinden ayrı şeyler olduğunu öne süren düalist anlayış. Bu ikicilik Batı Avrupa’nın ideolojik genel eğilimi. Aristo’nun özdeşlik ilkesi bozulduğu zaman bu ikilem ortadan kalkıyor ama onu tartışmak başka bir metnin konusu olsun.

Zihin ve beden ikilemi, aynı zamanda zihin-kültür ve düşünce / duygu-davranış ikilemidir de. Buradan zeka çeşitlerine söylem geçişi yaparız. Onlar da şu ikilemlerle söylemlenebilir:

Toplumsal, dışadönük, edimsel, teknolojik, etkin, aktuel, tümevarımsal, uzman, akıl yürütmeci, analitik, bilimsel zeka.

‘versus’:
Bireysel, içedönük, kuramsal, tasarımsal, edilgin, potansiyel, tümdengelimsel, disiplinlerarası, sezgisel, sentetik, metafizik zeka.

Zeka şu beş temel duyu-dile dayanır: Motor (devinim, denge, konum), görsel (renk, biçim, uzaklık), işitsel ( sessel tını, frekans, genlik), sözel (mantıksal ve matematik, yani soyutlar dahil), kimyasal (koku, tat, hormon).

Zihnin bedenden ötelenmesi olgusu şimdilik bilimkurgunun alanında kalmakta ama giderek gelecekbilimin de konusu oluyor. Tüm yazınsal ürünlerin birer zihinsel ötelenme sayılabileceği kesin.

Kadın-Erkek
Kadın-erkek açmazı tarihin hala en büyük açmazı. Evrimden devralınan, kadının doğurma ve erkeğin gerontokrat yöneticilik mirası bu konuda çözümsüzlüğü kilitliyor.

Kadın ve erkeğin beyinlerinin, dolayısıyla zihinlerinin de birbirinden tümden farklı olduğu uydurması bu konudaki yalan söylemlerden yalnızca biri. Öyle olsaydı Madam Curie bilimci olmazdı, Luxemburg Lenin’i devrim sonrası konusunda tuşa getiremezdi.

Kadın-erkek açmazı standart biyografinin açmazıdır. Her kültürel mod insanlara rollerden ve statülerden oluşan kimlikler dayatır ve bunlarda şimdiye kadın-erkek kontrastı çok belirgindi. (Eşcinselliğin bu kontrastı azalttığı değil, çoğalttığı kanısındayım. Yoksa, neden heteroseksüeller çocuk yapmazken, homoseksüeller yapsın?) ABD’nin aile kurumunu tasfiyesi bu kontrastı çok azalttı.

Burada sentez umudu kadın-erkek beyindaşlığı yönünde gibi.

Kardeşlik-Eşlik
Bu ikilem, bir önceki ve bir sonraki ikilemi birbirine bağlıyor. Kadın-erkek öznelliği, robot-insan nesnelliğine geçmeden / başkalaşmadan, kardeş (= beyindaş) mi olacak, eş mi? Üzücü bir biçimde şimdilik hala ikincisini yeğliyorlar. Oysa ki, aşk, cinsellik ve çocuk olanağı ölümüne tüketilerek yitirildi. Bateau, Motoko Kusanagu’nun eşi olmayı seçerdi, beyindaşı değil, tabii eğer seçebilseydi.

Etimolojik bir alegori: Kardeş karındaş demektir. Arkadaş sırttaş demektir. Beyindaş kafadaş demektir (‘baştaş’ denilebilir mi?). Tüm bunlar bedene karşılık geliyor. Eşleniği zihindaş veya yazılımdaş gibi bir şey olurdu, ruhtaş olmazdı.

Robot-İnsan
Bu konu robotların bilimkurgu romanlara girmesi sonucu sürekli gündemde kaldı. Burada bariz bir antropomorfik faşizm sözkonusu: İnsanlar yüzyıllar boyunca, yalnızca kendisi üzerinde yaşadığı için Dünya gezegenini Evren’in merkezi saydığı gibi, tüm primatlarda gözlenen zekayı da yalnızca insana mal ederek, düşünmenin merkezinde kalmak istiyor. Oysa bugün tarihçiler, kimi 1000 yılına dek, kimi hala geçerli olmak üzere tüm insanların düşünebildiği savına karşı çıkıyor. (Burada Spinoza’nın ‘insan düşünür’, Descartes’ın ‘düşünüyorum, öyleyse varım’ ve Sartre’ın ‘varım, öyleyse düşünüyorum önerme-savlarını anımsayalım. ‘Düşünmeyen insan yoktur’ gibi çıkarsama sözkonusu.)

Bugün ortalama bir insanla Einstein arasındaki düşüncesel ayrım, bir şempanzeyle bir insan arasındaki ayrımdan daha büyük durumda. Yazının icadından 6.000 yıl sonra 6 milyarlık dünyada etkin okumayazma bilmeyen yetişkin oranı % 50’nin üzerinde ve bunun en az % 25’i de 11 yıla dek varan süre zorunlu eğitim verilen gelişmiş ülkelerde yaşıyor, bunu BM ve UNESCO araştırmacıları söylüyor. Şöyle ki G-8 ülkelerinden yetişkin vatandaşların % 25’i Çin’i dünya haritasında gösteremiyor.

İnsanla yapay zeka arasındaki ayrım da giderek açılıyor. Bir hesap makinesinin işlem hızına hiçbir insan erişemiyor, satrançta dünya şampiyonları bilgisayarlara yenilmeye başladı. Bilgisayarlar rutin işlemleri insanlardan çok daha hızlı ve doğru yapıyor. Dolayısıyla robot-insan ayrımı, şempanze-insan ve insan-insan ayrımını da giderek geçmekte. İnsanların şimdilik en avantajlı olduğu alan disiplinlerarasılık, yani ilintilendirebilme ve yorumlayabilme. Çeviri programlarının giderek daha başarılı olduğu düşünülürse, gelecek birkaç onyılda bu konuda da yazılımların insan zihnini geçeceği ortada.

Robotlar yukarıda açımlanan duyu-dillere göre de biçimlendirilmekte ve bu şimdilik olumlu-işlevsel bir antropomorfizm. Sinema programları gövdeye takılan çok sayıdaki kaydedici aracılığıyla bir dansçının tüm devinimlerini bir yazılıma dönüştürebilmekte. Uçuş simülasyonları pilotlara gerçek fizyolojik tepkiler verdirtebilmekte. Yakında kokulu ve tadlı film de yapılacak. Bunlar yazılımlaşmanın aşamaları olarak kabul edilebilir.

Şerh: Burada nasıl ki insan-insan çoğulluğu varsa, robot-robot çoğulluğu da var: Asimo ve tekstil robotları bambaşka varlık uzaylarında tanımlı durumda. Keza siborglar ve organik bilgisayarlar da, konunun şimdilik bilimkurgusal kalan iki açılımı.

Diyalektikten Kompleks Poliyalektiğe
Aristo’nun ‘ya erdemlisin, ya erdemsizsin’ önermesi analitik diyalektiktir. Lao Tzu’nun ‘erdem erdemsizliktir’ önermesi sentetik diyalektiktir. Marx’ın ‘erdem ve erdemsizlik çelişir, çatışır ve sentezlenir’ önermesi materyalist diyalektiktir. Buraya kadar pozitif diyalektiktir. Adorno’nun ‘karşıtlıkları, yani erdemliliği ve erdemsizliği birbirine dolandırmadan en karşıtlığa taşıma’ önermesi negatif diyalektiktir. Buraya kadar düzüne diyalektiktir. Karşıtlıkları, yani erdemliliği ve erdemsizliği birbirinden uzakta tutma ve/ya aynı hacmi kuantum mantığıyla paylaştırabilme önermesi tersine diyalektiktir. Buraya kadar diyalektiktir. Le Guin’in 3 tane diyalektiği triyalektiktir. Çok (limit sonsuz sayıda) diyalektik poliyalektiktir. Buraya kadar reel poliyalektiktir. İyalektik, Möbiüs Şeridi gibi kendiliğinden karşıtına varan önermeler içerir, erdem erdemsizliğe kendi üzerinde dönerek ulaşabilir, isterik kadın erdemliliğinin kolayca erdemsizliğe dönüşebilmesi gibi. Reel ve imajiner (iyalektik) poliyalektik birarada kompleks sayılar gibi, kompleks poliyalektiktir, yani reel ve sanal erdemler ve erdemsizlikler birarada aynı denklemde tartılır. Buraya kadar statik ve kozmotikti. Bundan sonra tüm sözü geçenlerin dinamik ve kaotik oluşumları irdelenebilir, yani erdemin ve erdemsizliğin kaplamları ve kapsamları değişik yerzamanlardaki kültürel modlarda farklı değerler alabilir (ki öyle de olur). O da başka bir metnin konusu olsun.

Düş ve Gerçek : Bilimkurgu ve Gelecekbilim
Bilimkurgu bir sanat dalıdır. Roman olarak başlamıştır ve ağırlıklı olarak hala öyle yol almaktadır. Aksiyonsuz bilimkurgu filminin henüz yapılamaması, Tarkovski ve Fassbinder gibi 2 başusta yönetmenin feci bilimkurgu filmler yapmış olması da bir gösterge. Matris Üçlemesi dünyayı yerinden oynattı ama ‘Neuromancer’ üçlemesini film yapabilecek kapasitede yönetmen dünyada henüz yok.

Gelecekbilim bir siyasetbilim dalıdır. Giderek de, global ekonominin ve (ironik olarak (‘mantıkbilim’ anlamında) ‘lojistik’ olarak adlandırılan) askeri stratejinin parçası durumuna yol olmakta. 2. Dünya Savaşı’nın ertesinde, o yıkımın bir daha yinelenmemesi korkusuyla yaratıldığı da söylenebilir. Bugün almanaklarda 2050 istatistik kestirimi olarak yerini alabilecek denli, sıradan insanlar tarafından bile kanıksandı.

20. Yüzyıl’ın başında Rus bilimci Konstantin Tsiolkovski uzay uçuşlarının sorunlarını tartıştığında bu bilimkurgu idi. Uzaya ilk çıkan kişi Yuri Gagarin ‘Uzay ve Psikoloji’yi yazdığı zaman bu gelecekbilimdi. Ne kadar önemli olduğu da, uzaya gitmiş astronotların bazılarını balatayı sıyırtmasından, alkolik olmasından, ruhçuluğa sığınmasından, Ağrı Dağı’nda Nuh’un gemisini aramasından belli oldu. Astronotların, kozmonotların, taykonotların çoğunun uzaycı olmaması, yani insanın yerinin evrende olduğunu düşünmemesi tuhaf bir ikilem. Uzay uçuşlarına milyarlarca dolar yatıran siyasetçilerin deçbiri böyle bir şey düşlemiyor, onlar yalnızca yeryüzündeki hemcinslerini kandırmak ve yönetmek istiyorlar.

Robot-insan konusu bugün bilimkurgunun alanından giderek gelecekbilim alanına kaymakta. Zihin-beden ikilemi, kafa naklinin ve klonlamanın becerilmesiyle sıradan bilimin alanında kaldı. Kadın-erkek ikilemi, yavaş yavaş siyasetbilimin dalı olmaya başladı, binyıllar boyunca erkeklerin kadınları yönettiği düşünülünce bunu yadırgamamak gerek, proleteryanın yönetime geçme durumunda neler patığını gördük. Eşcinsellerin çocuk yapması, genetik-biyolojik-psikolojik anne ayrımı gündelik yaşama girmesine karşın, olayın argumantasyonu hala bilimkurgunun alanında kalıyor, Triton romanı (Metis Yayınları) buna iyi bir örnek.

Filmlerle Örneksemeler

Genel
Özellikle ‘Akira’ ve ‘Kabuktaki Hayalet’ olmak üzere, Japon çizgifilmi olan animeler sinemaya yepyeni anlatım biçimleri soktu. 1980’li yıllarda normal görüntülü filmlerde ulaşılamayan görsel öğeleri, örneğin ‘stop-motion’un özel bir durumunu veya zamansal tersinmenin ve düzlemenin eşlenik kullanımını çizgifilmle becerdiler. Konu olarak da bilimkurguyu, yani geleceği ve uzayı tüm varyasyonlarıyla işlediler. ‘Kabuktaki Hayalet’ (şimdilik) ikilemesi insanı ve zekasını ‘robot-yapay zeka’ söylem düzleminde sürekli irdeler. Jenerikleri, müziği, özellikle o ‘hit’ şarkısı, karakterleri ile gerçekten özgün bir karışımdır. Özellikle ikincisindeki üst düzey yazınsallık onu aksiyon bilimkurgularının önüne çıkarıyor.

Şerh: Bilimkurgunun en iyi ürünleri genelde üçlemedir, ikileme değil. ‘Kabuktaki Hayalet’in de bir üçleme olacağı kanısındayım ama bu metni yazmak için ikisinin arasındaki bir süre kadar daha beklemek yanlış olurdu. Eğer üçüncü yapılırsa bu metne ekler katılacak. Üçüncüsünün taş bebek, hayvan ve çocuk robotlar düzleminde seyretmesi gerek, çünkü ikinci filmin finalinde onlara ‘zoom’ var. Bu da Aristo Mantığı’na ‘+’ ve ‘-‘ epsilon konmasının sonucunun ‘0’ etmemesi durumuyla örtüşüyor ya da söz geçen üçü birbirini toplamda boşaltmıyor (boşkümelemiyor). 10 yıl sonra görüşürüz.

1:
Bir ben var benden içerü: Dişi robokop, bir robot için tuhaf bir merak olarak geceleyin deniz dalışıyla kendi içindeki ötekiyi arar. Arada başka bir sesle konuşur. Bunun bir ‘hack’ olup olmadığı boşta kalır. Bu boşluk onu arayışlara, e tabii ki belaya ama sonunda aşkınlığa götürür.

Bir kelebek mi beni düşünde gördü, yoksa düşümde bir kelebek mi gördüm?: Filmde ‘hack’lenip bunu ayırsayamamak biçiminde dile getirilen, rüyayı gerçek sanma durumu, gerçeğin kimi zaman uyanamayacağın bir kabus durumunu alması, en son da sanal izlenimlerin giderek reel izlenimlerin yerini alması, yüzlerce yıllık Uzakdoğu Asya ikilemini anımsatıyor. Oysa insan türü olsa olsa henüz bebekliğini yaşayan bir ötezekanın düşü olabilir. İnsan türü zeka için kalıcı bir durum değil, buna alışalım.

Yazılım erkek - yazılım kadın sentezi: ‘Yazılım-yazılım’ sentezi bilimkurgu romanların dertlerinden biri, malumunuz zihin-beden ikileminden dolayı ‘zihin-zihin’ sentezi insanda örneklenmiş bir oluşum değil, ancak ve ancak çoğul okumalarla zihinde farklı yazarları sentezlemek mümkün ama o kadar çok aşamalı yoruma da hermenötik bile karşı çıkıyor. Bu konunun piri ve siberuzayın terim babası William Gibson, ‘Neuromancer’ üçlemesinin ilk cildinde 2 yazılımı savaştırır. Biri diğerini yener ama aynı zamanda soğurur. Ondan sonra da uzaya açılım yapıp, başka bir yıldız sisteminde kendine zeki bir arkadaş bulur ama etkileşimlerini anlatmaz. Dolayısıyla ‘yazılım erkek - yazılım kadın’ sentezi henüz boşlukta kalan bir konu.

Enginleşmek: Bu terim Frederik Pohl’un ‘Hiçi Üçlemesi’nde vardır. Üçlemenin sonunda bir insan erkek yazılımlaştırılarak ve bir Hiçi (başka bir zeki canlı türü) dişi erkeğiyle çiftleşemediği için enginleşir. Bunun doğrudan aşkınlaşma olduğu apaçık bellidir. Birinci filmin sonunda da dişi robokop enginleşir. Bunun kendi varlığından enginleşme arzusuyla vazgeçen kuduz-zeka yazılım erkek nedeniyle olduğu gibi bir durum vardır. Enginleşmiş erkek İnsan ve dişi Hiçi yazılım sentezlenmez, birarada olduğu gibi durur. Görüldüğü gibi bilimkurgu asıl şimdi tartışmak istediğimiz konulara kadar ulaşıp orada soluklanıyor durumda. (Tüm bilimkurgu üçlemelerinin kaldığı yerden devamını yazmak gerçekleşmeyecek düşlerimden yalnızca biri.)

Ölümüne savaş: Dişi robokop finalde erkek yazılımı kıstırır. O da kendini korur. Matris 1’in betonların uçuştuğu dövüş planı buradan birebir alıntıdır. Dişi robokop savaşırken önce kaslarını yırtar, sonra kemiklerini kırar, sonunda kollarını kopartır. Bu denli ölümünelik Batı’nın anlayamadığı bir şeydir. Kuzey Vietnamlı general kasap Yanki bakan McNamara’ya şöyle der: “En son adamımız da ölse, teslim olmayacağız.” Sonuç? 3 milyon Vietnamlı, 55.000 ABD’li ölü ve bugün Vietnam tek bir ülke. Araplar bu dirayeti gösteremedi, bir tek Arap ülkesi Irak işgalinde ABD’ye kafa tutamadı. Eh, ne demeli? Semeri kimlere vurduklarını anımsamalı.

Arayüz Metin
İlk filmin yapıldığı 1995, aynı zamanda sinemanın ilk yüzyılını tamamladığı yıldı. Araya tarihin iğne deliği 11 Eylül 2001 girdi. Geçen 10 yıl tarihsel bir geçiş dönemi oldu. 1985 Akira’sının ölümcül Hiroşima-Japonya öfkesi 2005’e geldiğimizde geçerli değil, üstelik bu 2000’de Japon modern dansı olan ‘butoh’ kuramcıları tarafından imlenmişti.

İkinci film djital film teknolojisini sonuna kadar kullanmış ama Oshii’de Akira’yı yapan Otomo’nun gevşemesi henüz yok. Yine Oshii’de Batılı bilimkurgu yazarlarının gevşemesi de yok. Tarihin asıl açmazlarının henüz devreye girmediğinin bilincinde görünüyor. Dolayısıyla bu filmde de çözümsüzlük baki kalıyor ve bu boşluktalık yönetmeni gerçekçi kılıyor.

2:
Masumiyet: Filmin asıl adı bu. Ama neden? Bir köpek, bir çocuk, bir insan, bir robot mu masumdur? Yakuza mı, robokop mu? Aşkınlıkta mı, sentezde mi? Ölümde mi, yaşamda mı?

Tuhaf bir biçimde bu film masumiyete saldırıyor ama adı öyle. Ancak son kare önemli: Sanrı olabilecek çocuk ve robokopun köpeği aynı karede: Hangisi daha masum? Haa, bir de birinci filmdeki kukla ustasını anımsatan biçimde kukla bebek var. En masum o mu?

Sözü şöyle bağlayalım: Kuşlar ve balıklar bile öğrenebilir, dolayısıyla hiç kimse ve hiçbir şey masum değildir.

Ara adım: Dişi yazılım uyduya yayılır: Bu durum ikinci filmin finalinde anlaşılır. Burada daha büyük bir yazılımın daha büyük bir donanım gerektirdiği gibi mekanik determinist bir yanılsama sözkonusu. Oysa ki insanlar yüzyıllar boyuncaki kültürel evrimleriyle, mantık önermelerinin ve matematik denklemlerinin sözdilini onlarca kez yoğunlaştırması gibi bir eğilimle, sabit bilgiyi giderek daha az hacme katlar ve sığdırır. Burada şunu anımsayalım: Bir Koch Adası’nın bir boyutta sonsuz, iki boyutta sonlu olabilmesi gibi bir ikilem yazılım için pekala geçerli olabilir. Ya da başka bir deyişle: Sonsuz kapsamlar (içerikler), sonlu kaplamlara (biçimlere) sığdırılabilir.

Erkek robokopun varlık açmazı: Varlık nedeni yok etmek olan birinin yok olamayacağı gerçeğini kabullenmesi zordur. Bu Tanrı’nın ötesinde bir güçte olmak demektir. İlginç bir tartışma yaratabilecek bu durumu erkek robokop tartışmasız üstlenir. Yorumu şudur: Düşman sana bir kere bile şans tanımaz.

Bir bebek bir insan mıdır?: Bir tohum bir ağaç mıdır? Bir tohum bir ağacın edimlerinden, bir çocuk yetişkinlerin edimlerinden veya gelecekteki hatalarından ve cinayetlerinden sorumlu tutulabilir mi? Çocuk Hitler öldürülebilir mi? Savaşta neden çocuklar öldürülmez? Neden bu kadar çok çocuk var? Bu paragraf böylece soru kipi olarak kalsın.

İmkansız aşk: Hiç ima bile edilmez ama erkek robokop dişi-engin yazılıma gerçekten aşıktır. Açmazı, onun enginliğini asla istemeyecek olması ve değil bir çocuk (ki dişi robokop ilk filmin sonunda, yetişkin bedeni yok edildiği için polis partneri tarafından temin edilmiş bir çocuk bedeninde erkek robokoptan uzaklaşır), bir hayvana, çok sevimli bir köpeğe kültürel-zihinsel regresyonu yeğlemesidir. Başkaları onun bu davranışını intihar eğilimi sayarlar, çünkü kötülere sürekli kendini yok etmecesine saldırmaktadır. Durumunu ‘multi-binded’ olarak adlandırabiliriz. Çözümü yoktur ama olsaydı da onu isteyecek miydi belirsiz kalır.

‘No man’s land’
Burada aksayan birşeyler vardı. Balıkların suskunluğu ve martıların gevezeliği uygun, ne de olsa balıklar martıların avıdır. Uygun olmayan, örneğin kuş çeşitliliğiydi. Martılar karabatakların balık avlarını ağızlarından çalar. Belki bu bağlantı oranın illegalitesini açımlardı.

Doğru-ölüm: Yazılımlaşmış dişi robokop erkek robokopa ‘hack’ edilmesin diye, düşmanı ‘hack’leyerek iki kere uyarı mesajı verir: Doğru ve ölüm: ‘Aemaeth’ ve ‘maeth’. (‘Maeth’ ‘math’ematics’in kökeni olsa gerek.) Kim, doğruyu uğruna ölebilecek denli çok ister? Aşk ölümünden çok söz edilir ama düşünce ve bilgi ölümünden kimse henüz söz etmiyor. Doğru, evrimötenin henüz şafağında olduğumuz için her yolu izleyeni ölüme götürüyor, yanına da acı eşlik ediyor. Kimse acıya, ötesine geçecek denli dayanamıyor. Doğru öldürüyor.

‘Mona Lisa Overdrive’ ve ‘Ghost in the Shell
‘Neuromancer’ Üçlemesi sırasıyla 1984, 1986 ve 1988’de yazıldı (Altın Kitaplar). ‘Ghost in the Shell’in izleğini başlatan ilk kitaptır. Dolayısıyla bu 5’li birbirine çakışık olarak algılanabilir.

William Gibson biraz abartılı görünebilecek bir optimizm çizgisinde kalmış: İsteyen herkes maddi cisim dünyasının dışına çıkabiliyor. Oysa, Oshii’de bu durum ancak birkaç kişinin becerebildiği bir olağanüstülük ve pek de olumlanmıyor, çokça da etiği sorgulanıyor. Erkek robokop dişi yazılıma şimdiki durumundan memnun olup olmadığını sorunca, Yeryüzü’nde kalmış aksiyolojileri uzaya taşımadığı ve artık kendisiyle barışık olduğu yanıtını alır.

Gibson’ın avantajı ise dünya dışına çıkış yapması ki üçüncü romanın sonunda da bir kez daha gerçekleşir. Oshii ise insana fazlasıyla takınıtılı görünüyor. Oysa bir Uzakdoğu Asyalı olarak onun metafiziğini kullanıp bir aşkınlık ötelemesini pekala düşleyebilirdi. Bu açıdan Ballard gibi Batılılar’ın açmazını yeğlemiş.

Toparlama
Kompleks poliyalektik insanın bir yazılım olarak geleceği hakkında açılımlar verebilecek durumda bir düşüncesel araç. Reel-sanal ikilisini, beden-zihin ve erkek-dişi olarak terimleyebiliriz. Bir de evrim(1)-evrim(2), yani ‘homo sapiens(n)’ olarak tasarımlamak da mümkün. Sözü geçen 5’leme bu konuda bir çok novum epsilon yol kaydediyor. İnsan türü onlardan herhangi birini yürüyecek.

Novum
İkinci filmin kapanış jeneriğindeki, Rodrigo’nun gitar konçertosuna yazılmış ‘İzle Beni’ adlı şarkı. Bu ‘Manga’nın ‘sizi 21. Yüzyıl’a fırlatıyoruz’ savından biraz farklı. Kendisinin izlenmesini isteyen biri biraz da gelecekte yitmiş gibidir. Zaten filmde, neyin izleneceği belirsiz kalıyor.

‘Kadın-erkek’ söylemine bir kapı daha açılmış oldu. O yolu daha öncekiler gibi kimse izlemeyeceğe benzer. Gerçek yaşamdaki erkek-kadın konumunun filmdekinin tam tersi olduğunu belirtmem gerekmesin. Filmdeki ikisinin yazılım çocuğu ilginç bir novum-örnekleme olurdu.

Animeler bu 2 filmle başka bir şey olmuş oldu. O nedenle sinema bu 2 filmle başka birşey olmuş oldu. Dolayısıyla bilimkurgu-gelecekbilim de yeni bir vektör kazanmış oldu. Bunu şöyle adlandırabiliriz: İnternet sizi geleceğe doğru fırlatıyor. Anımsayalım: Dişi erkeğe şöyle der: “Ne zaman internete girsen, yanında olacağım.”

Bilimkurgu-belgesel ve bilimkurgu-gelecekbilim sentezlenmeleri başladı. Bu filmler epsilon kristaller verdi.

Dipnot: Finalde, lümpen proleteryaya karşı mücadele eden burjuva entellektüeline yardıma gelen gerçek proleter-savaşçı gibi, kadın robotlara karşı mücadele eden erkek robokopa gerçek robot-savaşçı kadın yardıma gelir. Unutmayalım: 1917 ve 1949 yanıldı, dolayısıyla 2017 ve 2049 da yanılabilir. Bu bir bitmeyen savaştır. Ne proleter devrimi mümkün değil, ne de insan / kadın devrimi. Yalnızca artık siyahlarla beyazların, iyilerle kötülerin yer değiştirebildiği bir söylem düzlemindeyiz: İyi görünen kötü ABD gibi.

Çıkış
11 Eylül 2001 travması bize bir yol açtı. Sanat ürünleri de bundan etkileniyor. Bu 2 filmin yolu o değil. Artık ‘B’, ‘C’, vb planları üretilmeye başlandı. Şok atlatıldı. Bu durum Irak halkının ‘A’ şıksızlığı ve ‘Z’ planını tüketmesini içermiyor. Vietnam kazandı. Kore arada. Irak yitirdi.

Çin artık dünyanın bir numarası. Bunun tehlikelerine panzehir ancak ve ancak Aristo-Lao Tzu sentezi çizgisinde aranabilecek. Japonya oğul Fukasaku’nun ‘Ölüm Oyunu 2’si ile ekstra bir çıkış olanağı açtı.

2 dünya savaşının gerçekten dünya savaşları olmadığını göreceğiz. O nedenle, hem bir an önce uzaya sürekli yerleşmemiz, hem de ‘kafa nakli + klonlama’ ve ‘enginleştirme + yazılımlaştırma’ aracılığıyla insanın evrimini ötelememiz gerekmekte. 1945 atom bombasının insan türünü bitirmesi ve 1957 Sputnik’inin insanı yeni bir tür yapması gibi, tarih hem bitti, hem de yeni bir şey oldu ama bu anlamıyla henüz başlamadı, çünkü kadın henüz tarihe girmedi, belki de hiç giremeyecek, çünkü tarih başkalaşacak.

Yapay zekaya giden yol şimdilik internet çizgisini izleyeceğe benziyor. Önümüzdeki 25 yılda 150 milyon kitabın internete aktarılması projesi başlatıldı. Eğer insanlar saatta 1.000 sayfa okumayı öğrenebilirlerse, dünyayı kalıcı olarak terketme projesi en az 100 yıl önceye alınır. Ek: En gelişkin robot Asimo internetten daha az zeki.

Filmler, sanatlar ve kültürler bize hala yol açıyor.

‘Follow me’...

 
Toplam blog
: 2216
: 514
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Serbest yazarım. 1960 doğumluyum. BÜ İşletme mezunuyum. ..