Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ekim '12

 
Kategori
Blog
 

"Sevişemeyince yazıyorsun(uz) değil mi?"

"Sevişemeyince yazıyorsun(uz) değil mi?"
 

deviantart.net'ten alıntı


4 yıldır oturmakta olduğum apartmanın mülk sahibi, kocasını yaklaşık 15 yıl önce kaybetmiş, ortalama 60’larında olup ama ne mihrabı ne de camisi yıkılmamış, benim diyen İstanbul şoförlerine taş çıkartabilecek çeviklik ve manevra kabiliyetiyle Range Rover’ını kullanan, başı örtülü, iri yarı bir kadın, Sümbül Hanım.

Taşındığım günlerde, hoş geldin demek için uğramış birlikte bir kahve içmiştik. Önce rahmetliyi anıp nasıl cabbar - cevval bir adam olduğundan dem vurarak başlamıştı. Ardından gittiği dini sohbetlerin uhreviyatı, maneviyatı, bilimum hissiyatı üzerine ballandırdı, dolandırdı lafı. Kocası öldü öleli gittiği Haç sayısı da umre sayısı da belirsizmiş. Bir de bir anlatışı var, nefes almadan. Sen sus, o konuşsun tipi!

Anladım ki genç yaşta kocasını kaybeden bu kadıncağız, onca para-pul, mal- mülkle orta yerde yapayalnız kalıvermiş. Bünyenin biyolojik ve psikolojik ihtiyaçları da çeneye vurmuş.

Dinleyen birini bulmuşluğun memnuniyetinden olsa gerek, o günden sonra, durmadan iade-i ziyaretimi istedi ve kah kapıcı ile haber gönderdi, kah geldi bizzat kendisi söyledi. İlginçtir (!) ben bir türlü müsait olamadım bu ziyaret için. Fakat akıllı kadın. Anladı sonunda geçiştirildiğini ve ne zaman karşılaşsak iğneli laflar eder oldu. Hele birinde o dişlerini sıkıp, aracının camından,“Bir kere de gelmedin ya!..” deyip, ardından lastikleri cayırdatarak apartman önünden gidişi hiç gözümün önünden gitmez. “Hayırsızım biliyorum, kusura bakmayın  lütfen. Ama geleceğim bir gün,” desem de muhtemelen benim cümle çıkardığı rüzgarın ortasında savrulup kayboldu.

Gel zaman git zaman iğneli laflar öyle bir boyuta geldi ki, ona yakalanmamak için çeşitli manevralar geliştirir hale geldim. Markette reyon değiştirerek, apartman kapısında görünce bakkala sıvışarak geçiştiriyordum. Yazın ve baharlarda diğer evlerinde ikamet ettiği için sadece kışın başa bela oluyordu. Dolayısıyla bu yıl yaz başlangıcından beri de görmüyordum.

O gün… Geçen gün… Hatta üç gün önce… Saat bile verebilirim.

Apartmana girdim, asansörü çağırdım. Kapı bir açıldı, amanın! Heyhula gibi karşımda. Öyle bir hışımla üstüme geldi ki, neye uğradığımı şaşırdım. Ben gerileyince üstüme gelmeye devam etti ve boynum iki memesinin arasında kalacak şekilde duvara yasladı beni. Memeler, boynumu sıkan, fazla iri ve şişirilmiş boks eldivenleri gibiydi. “Lırk” diye bir ses duydum kendimden. Yutkunmaya çalışmış olmalıyım.

Muzip ve çakal bir bakışla sırıttı. Tanrım nasıl bir kovboy filminin içine düşmüştüm.

Beynimin manyak tarafı, içine düştüğümüz tehlikenin farkında değilmiş gibi veri almaya başladı. “Hımm, egzotik bir parfüm sıkılmış. Sutyen sert kauçuktan. Vücudu toparlayıcı korse giyilmiş. Eşarp Vakko...” Tehlikenin farkında olan yanı ise, “Geri zekalı bu bilgileri hangi kıvrımına sokmayı düşünüyorsun? Kapa çeneni de bu işten kurtulmanın yoluna bakalım!” diye basıyordu çığlığı. Gözler, iki meme arasında tenis topu takipçisi gibi fıldır fıldır.

Ben kendimle cebelleşirken, hatun o keskin ve esir eden bakışı ile; “Sen sevişemeyince yazıyorsun, ben de okuyorum. Dert aynı!” demesin mi!

Hönk!

Zönk!

Ney?

Efenim?!

Beynimin her iki tarafı, yüzüne far ışığı tutulmuş tavşan şaşkınlığı ile bakarken, kadın çifte torpil ağırlığındaki memeleri geri çekip nefes almamı kolaylaştırdı. Müdüründen azar işitmiş devlet memurunun kravatını gevşetmesi gibi bir rahatlık oluştu boynumda. Tedirgin ve gergin. Nasıl tepki vereceğimi, ne diyeceğimi bilemiyordum. “Sen bana gelmiyorsun ama ben kitabını alıp okudum,” dedi. Beynimin manyak yanı, “Aha aha! Mesele anlaşıldı. Koca kitaptan yalnızca o bölümü anlamış bu hatun! Çok çaresiz desene!” deyip gülerken, mantıklı olan yanı beni kurtarmaya çalışıyordu: Ben size gelecektim aslında… gibi cılız, uyuz bir sesle karşılık vermeye çalıştım fakat harflerin kimi az önce örselenmiş boğazımda takılı, kimi havada asılı kaldı. Çünkü o, çoktan çıkış kapısına yönelmiş, seni dinlemiyorum tavrıyla basıp gidiyordu. Bense, şok olmuş, duvara yaslı bir şekilde öylece kala kalmıştım.

Doktor bu neydi şimdi? El alem bir kitap yazar, hayatı değişir, para kazanır, ünlü olur, filan falan. Ben yazınca başım belaya giriyor. Hem iktidarla da değil; apartman sahibesi, azgın-geçkin hatunla! Pih!

O değil de, kadının dediğine takıldım kaldım. O devasa şaheserleri yazan kült yazarların durumu ne içler acısıdır öyle! Viktor Hugo’yu düşünsenize. Sevişme hayatı nasıl bir  sefillikteyse artık!? Marquez’in durumu hepten içler acısı. TamYüz Yıllık Yalnızlık! Azgınlıktan ölmüştür garibim, yazmasın da ne yapsın(!) Dostoyevski desen doğrudan Kadın Budalası ile kendini te o zaman ele vermiş. Bizdekilere hiç girmeyelim.

Buraya kadar tamam… Şimdi iğneyi kendimize batıralım: Biz blogcular… Geceli gündüzlü, bilgisayar başında tüneyip, veryansın, çalakalem yazan, biz blogcular?... Durum vahim, di mi? :))))

 

Notum: Yaşadığım olay, birebir gerçek. Fakat sonunda blogculara söylediğim söz sadece şaka. Sakın ola, biriniz çıkıp da höykürmeye kalkmayın emi? Zaten tırsmış durumdayım, beni korkutmayın lütfen :)

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..