Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ocak '17

 
Kategori
Siyaset
 

122 yıldan bugüne ne yaşananlar ve İngilizler (Avrupa), ne de 2. Abdülhamid'ler, Erdoğanlar değişmiş

122 yıldan bugüne ne yaşananlar ve İngilizler (Avrupa), ne de 2. Abdülhamid'ler, Erdoğanlar değişmiş
 

Balıkların ve karıncaların birbirlerini yemelerini güçleri değil, suyun akışı belirlemektedir.


Bugün yaşadıklarımızı bize, 122 yıl evvel (1894'de), Sultan 2. Abdülhamid kelimesi kelimesine anlatmaktadır. Konuşma, virgülüne dokunulmadan belki ibret alınır anlayışı ve vatanseverlere bir ışık tutabilir umudu ile aktarılmaktadır.

Konuşmalar, Görevli İngiliz Ajan, Yahudi Prof. Vambery ve Sultan II. Abdülhamid arasında geçmektedir. Aşağıda aktarılanlar, İngiliz Dışişlerine aktarılan rapor içeriğine aittir.

Kesin tarafsızlık  

Belge no. 12 (7 Mayıs 1894)

Sevgili Sir Thomas, (İngiltere Dışişleri Bakanlığı*)

İstanbul’dan henüz döndüm ve size hemen orada Padişah ve diğer devlet ileri gelenleri ile yaptığım görüşmelerin izlenimlerini iletmek istiyorum.

Sizi en çok İngiltere ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ilgilendireceğini bildiğim için önce şunu söylemeliyim ki, şimdiki hükümdarın Büyük Britanya’ya karşı tutumunda herhangi önemli bir değişiklik fark edemedim. Kendisini en son gördüğüm dört yıl öncesine kıyasla ne daha dost, ne de düşman!

Avrupa güçleriyle olan ilişkilerinde kesin tarafsızlık siyasetini izlemeye kararlı. Bu yöntemin kendisini başka sorunlardan kurtaracağına inanıyor.

Tüm yabancı ülke temsilcilerine hemen hemen eşit yakınlıkta davrandığı düşünülürse, onların Padişah’ın temel politikasının derine gömülü sırlarına nüfuz edebilmelerinin ne kadar zor olduğu daha iyi takdir edilebilir.

Bana gelince; İngiltere ile ilişkisi hakkında ne düşündüğünü, neden böyle düşündüğünü ve ülkenizle ülkesi arasında bir yakınlaşma sağlamanın mümkün olup olmadığını çıkarabilmek için uğraştım. Azami dikkat ve ihtiyatla bu soruyu ona açtım ve aşağı yukarı şöyle dedim:

Zât-i şahaneleri ülkenize olan sempatilerimin samimiyetinden! mutlaka haberdardır. Avrupa ‘nın, imparatorluğunuzun şu veya da bu parçasını kapmak için sabırsızlandığı acı gerçeğini inkâr etmek gereksizdir. Fakat, düşmandan düşmana fark vardır. ‘Ehven-i şer ‘prensibini temel alarak, bütün Avrupa güçleri arasında bir seçim yapmak zorunda kalsanız, inanıyorum ki size en az tehlikeli ve en fazla yararlı İngiltere olacaktır.

Sizler, ortak çıkarlarla birbirine bağlı iki dostsunuz; aranızı açmak için uğraşan kıskanç komşularla çevrili iki dost! Ülkenizde egemen olan konu, Rusya’nın  Asya ‘nın kuzeyinde artan nüfuzuna karşı Türk ittifakının İngiltere için vazgeçilmez olduğudur.

Ne var ki, çok yakınlarda bazı değişiklikler kaydedilmiştir. Ciddi İngiliz politikacıları hiçbir zaman Türkiye ‘nin dostluğunun yararlarından kuşku duymamışlar onların yardıma koşacaklarından emin olabilirsiniz.

Fakat lütfen majesteleri, yukarıda sözünü ettiğim iki dosttan birinin güçlü-kuvvetli ve sağlıklı, diğerinin ise iyileşmekte olmasına ve gelecek vaad etmesine rağmen hasta bir adam olduğunu unutmayınız. Türkiye zayıf değildir; kuvvetini toparlamaktadır ve giderek güçlenecektir. Fakat, nekahat devresini tamamlarken eski dostunun öğütlerine uymalıdır.

Zât-i Şahanelerinin Dulcigno, İzmir ve Mısır ‘ı eski dostluğun parlaklığını lekeleyen üç kara bulut olarak gördüğünü biliyorum.

Ne var ki, zamana ayak uydurmak, siyasetimizi içinde bulunduğumuz koşullar ‘ İçinde değerlendirmek  zorundayız. Böylece, sonunda İngiltere ‘nin Osmanlı Imparatorluğu ‘nun kaderine kayıtsız kalmadığı görülecektir “ (Sahife:129)

Padişah’ın (Sultan II. Abdülhamid) cevabı ise şöyle özetlenebilir:

-“Otuzbeşyıldır Türkiye’nin dostusunuz. Hiçbir zaman duygularınızın samimiyetinden kuşku duymadım. Sizin gibi kültürlü bir kişiden de öğreneceğim pek çok şey var. Lütfen söyleyiniz, beni tersleyen bir adama nasıl yaklaşabilirim?

Biliyorsunuz, Anadolu ‘da Ermeni tebam arasında çıkarmaya çalıştıkları patırtılardan pek korkmuyorum. Çünkü onlar aslında barışsever ve sakin insanlardır.

Allah korusun, eğer bir ayaklanma vuku bulursa, oradaki Müslüman ahali öyle bir durumdadırlar ki, tek bir darbeyle ihtilâli anında bastırabilirler.

Biz, burada Avrupalıların Ermeni Meselesi ‘ne verdikleri öneme gülüp geçiyoruz. Bu sorunda canımı sıkan tek nokta; iyiliğimi istediğini söyleyen sözüm ona dostumun evinin, Ermeni entrikacı ve ihtilâlcilerinin yuvası olmasıdır.

Geçen yıl iki Ermeni ihtilâlci yakalandığı zaman, idamı haketmelerine rağmen, İngiliz elçiliğinin müdahalesi ile ülkeden atılmışlardır.

Şimdi, duyuyorum ki, bu adamlar Birleşik Krallık’ta kent kent gezerek; milletimin, dindaşlarına akıl almaz zulümlerde bulundukları İddialarını vaaz ediyorlarmış.

Sizi temin ederim ki Reşid Efendi, (Yahudi İngiliz Ajan Vambery’nin takma ismi)  bir dost tarafından reva görülen bu davranışlara kimse kayıtsız kalamazdı.

Beni Rusya’nın  kollarına itecek birşey varsa, o da ülkemin felâketini isteyen ve bana karşı dolaplar çevirenleri şımartan İngiliz Hükümeti ‘nin anlaşılmaz tutumudur.

Dahası, bazı İngiliz politikacılarının beni tebam arasında eşitliği sağlamayı başaramamakla suçlamaları kadar büyük bir adaletsizlik olur mu?

Eşitlik diyorlar! Sözüm ona dostlarım tarafından tebam arasına nifak tohumları atıldığı; bir milletin diğer millete karşı kışkırtıldığı bir ortamda eşitlikten sözedilebilir mi?

Unutmamalısınız ki, Ben bu ülkenin sadece hükümdarı değil, aynı zamanda bir Türk ve Müslüman olduğum için, ırkımın ve dinimin de resmi lideriyim. Bu nedenle, ne milletime, ne de dindaşlarıma iftira edilmesini kabul edemem. (Sahife:130)

…Daha sonraki görüşmelerimizde, diğer siyasal sorunlara da değindik...Boğazlar’in tahkimatı hakkında söyledikleri oldukça ilginçti. Karadeniz’de başgösterecek bir Rus sürprizine karşı payitahtı (İstanbul) güvenlik altına alma gereğini duyup, bu amaçla Belçikalı General Brialmont’u Türkiye’ye çağırdığı için kendisini tebrik edince Padişah, bu sorunla başkalarının neden ilgilendiğini merak ettiğini sordu.

Boğazlar’ın savunması hakkında ileri gelen Türk devlet erkânı ile görüştüğümde, donanmanın korkunç durumuna da değinmek fırsatım buldum.

Donanmanın ihmâli konusunda şu nedenleri öne sürdüler:

(a) Buhar gücünün uygulanmasıyla birlikte Avrupa’daki sınai ilerlemeler, Türk denizciliğinin Batı donanmaları ile rekabet edebilmesini imkânsız kılmıştır

(b) Gemiler, gerek Akdeniz’de ve gerek Karadeniz’de diğer deniz kuvvetlerinin karşısında savunma açısından yetersiz kalmışlardır,

(c) Batum’un kaybıyla beraber Türkiye’nin en iyi denizcilerinin yetiştiği kaynak bir anda kurumuştur. Türk denizciliğinin o eski ruhu sönmüş ve böylece savunma bütçesinin tarihi şöhret ve değerini halen koruyan orduya ayrılması daha mantıkî bulunmuştur.

Orduya gelince, Padişah’ın hizmetindeki İleri gelen Prusyalı subaylara sorduğumda, bana iyi subay eksikliğinin giderek azaldığını ve gerekli düzenlemek yapıldığında Türk ordusunun yine dünyada en iyi askeri güçlerden biri olacağını anlattılar. (Sahife:132)

...Padişah’ın kişisel yönetimi dört yıl öncesine kıyasla daha güçlenmiş ve gelişmiştir. Hayreddin Paşa’nın sadrazamlığından başlayarak, Babıâli’nin gücü giderek Padişah’ın eline geçmiş ve bu gidişe karşı çıkma cesaretini gösteren Said ve Kâmil Paşalar derhal azledilmişlerdir.

Şimdiki Sadrazam  Padişah’ın elinde bir kukladan ibarettir; en küçük bir kişisel girişimde bulunacak ne gücü, ne de niyeti vardır. Tüm devlet işleri; ordu, donanma, kamu yönetimi, dış politika özetle herşey Padişah’ın tekelindedir.

O, en küçük ayrıntısına kadar tüm işlemleri tetkik etmekte, denetlemekte ve kararlaştırmaktadır. Padişah’ın gerçek temsilcisi Saray Başkâtibi Süreyya Paşa’dır. Padişah, onunla Mabeyn ile kendisi arasında mekik dokuyan mabeyincileri aracılığıyla haberleşmektedir. Mabeyin, yürütmenin maşaları olan nâzırların hünkârlarından emir bekledikleri yerdir.

İşte, böylece devlet mekanizmasının merkezinde Padişah, iç ve dış siyasete ilişkin en küçük bir ayrıntıyı dahi kaçırmayacak şekilde ülkesinde olup bitenlerin hepsini izlemektedir... hiç abartmasız, Padişah’ın Osmanlı tahtına geçen en yetenekli hükümdar olarak kabul edildiğini ve bu nedenle halkı tarafından son derece takdir edildiğini söyleyebiliriz.

Bu muazzam nüfuz ve üstünlüğü sağlayabilmek için kuraldışı, fakat bazen insafsız araç ve yöntemler kullanmaktadır. Sıkı bir hafiye ağı payitahtın ve ülkenin en kuytu köşelerine kadar yayılmıştır. Nâzırları, erkânı, hizmetkârları ve sözüm ona en güvenilir dostları arasında bile birlik olunmasına izin vermemekte, onları gruplara, kliklere ayırarak, birbirlerine karşı oynamakta ve “Parçala ve Yönet” ilkesine uygun olarak mutlak egemenliğini sürdürmektedir.

Bu karmaşık mekanizmanın merkezinde olmak başka bir hükümdar için hiç de cazip olmayabilir. Şimdiki Padişah’ın küçüklüğünden beri entrika ve dolaplara karşı özel bir eğilimi vardır. Eğer doğru hatırlıyorsam, hocası Kemâl Efendi onun hakkında “merhum Abdülmecidin en zeki ve uyanık oğlu’” diye sözetmişti...

Bu uzun raporumu özetleyecek olursam, şu aşağıdaki noktalara dikkatinizi çekmem gerekecektir:

...Eski muazzam bürokrasiden en küçük bir kudret kırıntısı bile esirgenmiştir. Aşağı tabakalar ve halka gelince; Hıristiyan uyruklar da dahil, şimdiki hükümdara severek bağlanmışlardır. Padişah, elindeki tüm imkânları seferber ederek her fırsatta hayırseverliğini göstermekten kaçınmamaktadır.

Eğitim ve hizmetleri için büyük meblağlar sarf etmekte, halkının esenliği, refahı ve mutluluğu için yorulmak  bilmeden çalışmaktadır. Padişah’tan korkabilirsiniz, hattâ nefret bile edebilirsiniz ama onun çalışkanlığı ve adaletini inkâr edemezsiniz.

Savurganlığa son veren tutumu ile Türk maliyesini ıslah etmiş ve ülkeyi baştan başa demiryolu ağıyla döşemiştir...Türkiye canlanmasını -yozlaşmış bir Şark devleti ne kadar kalkınabilirse- Padişah’ın enerji, ustalık ve vatanperverliğine borçludur. Sultan Hamid’in bu açıdan değeri hiçbir şekilde inkâr edilemez.

…Padişah’ın tam sağlıklı olduğunu iddia edemeyiz. Karşılaştığı olağanüstü güçlükler onun zihinsel yeteneklerini zedelemeye başlamış, uykusuzluk ve yorgunluk onu sinirli yapmıştır. Bu tehlikeli gidişe Padişah’ın dikkatini çekerek, Türkiye’nin varlığının onun sağlığı ile yakından bağlantılı olduğunu belirttim. Bunun üzerine bana;

“Güveneceğim adamları bulamıyorsam, ne yapayım? Gördüğünüz gibi çevrem bencil, amansız ve namussuz insanlarla çevrili. Genç nesil arasından yetenekli, dürüst ve vatanperver adamlar yetişene kadar, sağlığım için tehlikeli olsa dahi, yalnız başıma çalışmaya mecburum dedi.

Virgülüne dokunmadan aktarılan içeriğin resmi tarih anlatıları ile birlikte değerlendirilmesini, okuyanın bilgi ve basiretine bırakıyoruz.

Ve neden bu kadar samimi özveriye rağmen Osmanlı Hanedanlığı'nın "Hain!" ilan edilmesinin gereğini  de!

 

www.canmehmet.com

Resim:

(*) Tırnak içindeki italik yazılar ve vurgulamalar tarafımıza aittir.

(1) Kaynak: SARAYDAKİ CASUS Gizli Belgelerle Abdülhamid Devri ve İngiliz Ajanı Yahudi Vambery,

Prof. Dr. Mim Kemâl ÖKE,  Dördüncü Baskı 2013, İrfan Yayıncılık

 

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..