Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '14

 
Kategori
Güncel
 

30 Mart seçimleri: İzmir yine yeldeğirmenleriyle savaşmayı tercih etti!

30 Mart seçimleri: İzmir yine yeldeğirmenleriyle savaşmayı tercih etti!
 

Haber kanallarında 30 Mart seçimleri ile ilgili yorumları izlediğimde, kendimi hayal dünyasında yaşıyor gibi hissediyorum.

Bazen kuşkuya kapılıyorum; Bizler aynı Türkiye'de yaşamadık mı, yoksa benim yaşadıklarım hayal mıydı diye.

1970'li yıllarda İstanbul, Ankara, İzmir gibi Türkiye'nin üç büyük metropol şehri CHP'nin kalesi olmamış mıydı? Bunun nedeninin de CHP'nin varoşları teslim almış olması değil miydi?

1989 yılında da CHP'nin yerine kurulan SHP aynı manzarayı yeniden yaşatmamış mıydı?

Bunlar olmamış gibi ve bunların nedenleri üzerinde durmadan ekranlarda olmadık hayali yorumlar izliyorum, bir sürü sosyolojik terim içinde boğulup gidiyorum.

Bu sosyolojik terimleri kullandıklarında uzmanlıklarının zirve yapacağını düşünüyor olmalılar.

Bir de bunları söylerken bilmem 15 yıl 20 yıl sahadaydım demiyorlar mı?

Bundan halkın içinde olmayı, onların nabzını tutmaya, yani anket çalışmalarını kastediyorlar.

20 yıl, dile kolay, demek ki bütün akademik kariyeri saha da yapmışlar.

Asistanlığını Bergama'da, doktora tezini Karakoçan'da, döçentliğini Çemişkezek'te, profesörlüğünü Mahmudiye'de tamamlamışlar gibi.

Sosyo-kültürel yapı değişmiş, merkez boşalmış aşırı sağa kaymış, sol bitmiş vs vs...

Bütün bunların sebebi de Evren'in 'Yeşil Kuşak Projesi'ni uygulamasıymış!

Masal gibi... Bir varmış bir yokmuş...

Hâlâ dini inançlar, muhafazakârlık, geleneklere bağlılık üzerinden olayı açıklamaya çalışıyorlar.

Tabii ki sosyal olayları tek bir nedene indirgeyemezsiniz; söylenenlerin mutlaka etkisi vardır, özellikle de taşra da bu etki daha çoktur.

Ama bu kalıp içerisine girerek metropoller ve büyük şehirlerdeki seçmen davranışlarını açıklayamazsınız.

1970'li yıllarda daha tutucu olması gereken üç büyük metropolun neden "Ne ezilen ne ezen İnsanca Hakça düzen" diyen Karaoğlan'ın peşine takıldığını da anlatamazsınız.

Yine 1989 yılında aynı gerekçelerle Erdal İnönü'nün peşine takılan bu metropollerin varoşlarının neden 5 yıl sonra 180 derece yön değiştirerek soldan aşırı sağa savrulduklarını da izah edemezsiniz.

Bu kadar kısa sürede bu kadar radikal değişime Kenan Evren'in tanklarının, toplarının bile gücü yetmez.

Peki bu radikal değişimin nedeni neydi acaba?

Bu sorunun cevabını verdiğinizde bugünkü seçmen davranışlarının nedenini de kolayca çözmüş olursunuz.

Bu sorunun cevabını bulmak için de öyle 20 yıl tozlu sahalarda pür-ü perişan olmaya, öyle süslü sosyolojik terimler kullanmaya hiç gerek yok.

Oturduğunuz yerden de görebilirsiniz.

Hizmet faktörü!

Lafla peynir gemisi yürümediği gibi boş laf da karın doyurmuyor.

Tamam yine sizin pencerenizden olaya sosyolojik bakalım...

Türkiye'nin toplam gelirinin % 80'ine % 17'inin sahip olduğu söyleniyor. Son derece bozuk ve adaletsiz bir gelir dağılımının olduğu ortada.

Bu hesaba göre % 17'nin tuzu kuru...

Geriye kalan % 83'ün bir kısmı orta gelirli, büyük bir kısmı da açlıkla mücadele ediyor.

Şimdi soruyorum; yarın karnımı nasıl doyuracağımdam başka bir şey düşünmeyen birini kominizmle, şeriatla korkutabilir misiniz? Zaten bunları düşünmeye onun zamanı olamaz ki!

Daha açık bir ifadeyle; ölmüş eşek kurttan korkar mı? 

Buna karşılık tuzu kuru olan birini kominizmle de, şeriatla da rahatlıkla korkutabilir, yönlendirebilirsiniz. Onun hem düşünmek için çok zamanı vardır hem de o, statükosunu korumanın derdindedir.

Bu ön bilgiler ışığında şimdi de tarihsel süreçte yaşananlara bakalım...

1989'da Türkiye Refah belediyeleriyle sosyal belediyecilik anlayışı ve hizmetle tanıştı.

Vatandaşa kapısını ardına kadar açan, beldesindeki yardıma muhtaç olanları arayıp bulan, onların yardımına koşan, onlarla yakından ilgilenen ve bu arada belediyecilik hizmetlerini de en iyi şekilde yerine getiren bir belediyecilik anlayışı.

2002 yılında da AK Parti'nin aynı hizmet anlayışını merkezi yönetime taşımasıyla merkezi yönetimde de sosyal yönetim anlayışı hakim oldu.

Sağlık hizmetlerine getirilen devrim, başlı başına büyük bir olaydı. Zaten özel sağlık kurumlarında parasıyla en iyi hizmetleri alan üst gelir grupları, aynı hizmetleri alt gelir gruplarının da ücretsiz almalarının onlar için ne anlama geldiğini anlayamazlardı. Çünkü tok acın halinden anlamazdı.

Ekranlardaki yorumcuların da kısmen tuzları kuru olduğu için bu yalın gerçeği kavrayamıyorlar.

30 Mart öncesi Haber Türk'de Okan Bayulgen'in programını izledim. Seçim davranışlarını irdeliyorlardı. Bayugen'in konuğu kendinden gayet emin bir şekilde; "Bir tarafta baş örtüsü hakkını kazanmış olanların durumlarını korumak, diğer tarafta ise laikliği korumak isteyenlerin mücadelesi" dedi. Çok önemli, çok doğru bir şey söylemiş gibi Bayulgen de kafasını aşağı yukarı sallayarak onu tasdik etti.

Türkiye gerçeklerinden ne kadar da uzak bir yorum.

Anadolu'da seçimin nabzını tutmak için sokak röportajları yapılıyor; insanlar "İstediğim hastaneye gidiyorum, istediğim eczaneden ilacımı alıyorum, hükümetten daha ne isteyeyim, Başbakan'dan Allah razı olsun" diyorlar. Ben şimdiye kadar, öğrenci kızlar hariç, baş örtüsü hakkını kazandım diyene rastlamadım.

Hiç değilse bu röportajları izleseler de öyle yorum yapsalar.

Bundan ön yıl önce yaşlılar ve ağır hastalar için her hastanede ve sağlık ocaklarında 'Evde Sağlık Hizmeti' deselerdi, dalga geçmeyin derdik. Eminim o yorumları yapanların bu hizmetlerden de haberleri yoktur.

Hizmetin kapsamıyla beraber kalitesi de değişmişti.

Bunun dışında alt gelir gruplarına maddi yardımlar da yapılıyor.

Bir taraftan da özellikle ulaşımda yapılan devasa yatırımlarla insanların yaşam kalitesi düzeltildi.

Oysa AK Parti iflas eden bir Türkiye'yi teslim almışti. Demek ki dürüst çalışınca her şey oluyormuş.

Aslında AK Parti'nin tüzüğünde muhafazakâr sağ parti yazsa da uyguladığı politikalar sosyal demokrat politikalardı.

Ecevit'in, Erdal İnönü'nün söyleyip de yapamadıklarını Ak Parti yapmıştı.

Yani AK Parti, orta ve alt gelir gruplarına hizmet eksenli hitap ediyordu. Onun için yeni kurulmuş bir parti olmasına rağmen Türkiye partisi olmayı başardı.

1970'li yıllarda CHP'nin, 1989 yılında da SHP'nin oy deposu olan İstanbul ve Ankara'nın varoşlarının AK Parti'nin eline geçmesinin nedeni de buydu.

Sosyal demokratlıktan laiklik yani statüko politikasına geçen CHP ise bu iki ilin zengin semtlerinde sıkışıp kaldı.

İzmir ise genelde üst gelir gruplarını barındırdığından, CHP'nin kalesi oldu.

Ve bu nedenle maalesef AK Parti belediyelerinin hizmetinden mahrum kaldı.

Oysa İzmir Türkiye'nin en modern kentiydi. İstanbul, Ankara ve Anadolu'nun diğer kentleri bir bir İzmir'i geçerlerken, İzmir yerinde saydı hatta geriye gitti.

İzmir'i İzmir yapan Asfalt Osman lakaplı Osman Kibar ve İhsan Alyanak gibi efsane belediye başkanları artık tarihte kaldı.

İzmirliler laiklik gidecek diye o kadar korkutulmuşlardı ki, "Yaşam tarzımıza müdahale olmasın da hizmet de istemiyoruz" sözünü açıkça dillendiriyorlardı.

Geçtiğimiz dönem Beyoğlu'nda belediye sokağa taşmış olan içkili barlarla ilgili uygulama yapıldığında, yaşam tarzına müdahale yaygarası çıkarılmıştı. İzmirliler de korkmakta ne kadar haklı olduklarını düşündüklerinden, AK Partili bir milletvekili bu düşüncenin yanlış olduğunu ispatlamak için 100 İzmirliyi otobüsle İstanbul'a getirip misafir etmeyi teklif etmişti.

Ama ne yazık ki tüm uğraşmalara rağmen İzmirli bu korkuyu yenemedi.

Merkezi yönetimin yaptığı baraj olmasaydı bugün İzmir susuz kalacaktı.

30 Mart seçimlerinde Binali Yıldırım gibi AK Parti'nin en başarılı bakanlarından biri İzmir'e Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday oldu...

İzmir için tarihi fırsattı.

Ama İzmir yine yeldeğirmenleriyle savaşmayı tercih etti.

 

5 Nisan 2014

Hasan Basri Özgen

 

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..