Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Sevme Sanatı

Sevme Sanatı
 

sevmek...


Sevmek bir sanat mı ,

Yoksa doğuştan şanslı olanlara, kaderin sunduğu bir lütuf mu ?

Amaç sevilmek mi yoksa, sevmekten çok?

Sevmek, geliştirilen bir yetenek mi,

Ya da sevilmeye değer bir nesneyi bulmak sorunu mu?

Yoksa satın alma açlığı içindeki tüketici ruhların alış-veriş hevesi mi ?

Satın alınca bitiverir mi ?

Öyleyse, kişilik pazarına sunmak için allayıp pullamalı ruhları.

Bol bol başarı, itibar, para, güç soslarına bulamalı…

Ki getirisi çok olsun ( mu) ?

Yoksa sevgi, insanın varoluş sorununun yanıtı mı ?

Adem, Havanın sunduğu yasak meyveyi yiyip, kovuldu ise cennetten…

Tek suçlu Havva mı yani?

Bir başkası ile kaynaşarak kendi hapishanesinin yalnızlığından kurtulmak …

Ve böylece ayrı olmanın, soyutlanmanın, dışta kalmanın üstesinden gelmek varken…

Bu yalnızlaşma, yabancılaşma neden ?

İnsan, dünyada var olduğundan beri dinsel ayinlerle, uyuşturucularla, alkol ve cinsel boşalımlarla yalnızlıktan kurtulmanın yollarını aramış. Geçici ve periyodik kendinden geçişlerle çözmeye çalışmış yalnızlık sorununu.

Herkese benzeyerek, sürüye katılarak ama benliğini yitirerek tutunmaya çalışmış yaşama. Çoğunluğun düşünceleriyle aynılaştığı zaman düşünceleri ; rastlantı olduğunu ve ne kadar da doğru olduğunu sanarak avunmuş.

Farklılıkları öğütmek için dönmüş durmuş, bu değirmenin çarkları…

Karşıt kutupların eşitliği yerine; aynılaşarak, törpülenerek, standartlaşarak, bireysellikleri yok edilerek eşitlemişler insanları ; aynen malların standartlaştırılması gibi…

Doğum, sünnet, nişan, düğün hatta cenaze törenleri…

Sabah 8.30 , akşam 18.00 iş saatleri. Yönetmeliklerle sıkı sıkı belirlenmiş görevleri.

Okunacak kitaplar, seyredilecek filmler, yarışma programları. Her şey dahil, 5 yıldızlı paket tatil programları…

Dayatılan dişilik ve erkeklik modelleri...

Hatta duyguların ve ifade biçimlerinin dahi tanımları yapılmış.

Kızlar ağız dolusu gülemezken, erkekler gözyaşlarını içlerine akıtmış…

Böylesi bir düzenin ağına düşen kişi, insan olduğunu ve farklı olduğunu nasıl hatırlayabilir ki…

Oysa sadece geçmişe ilişkin kesinlik yok mu ? Geleceğe dair, çok uzaklarda sandığımız ölümden başka kesin olan ne var ki…

Varoluş sorununun tam çözümü, ne dinsel ayinler, ne uyuşturucu, ne alkol, ne sevgiden yoksun cinsel boşalımlar…

Karşıtların sevgi içindeki kaynaşmalarında tam çözüm.

Sevgi; insan soyunu, kabileyi, aileyi, toplumu, ulusu bir arada tutan en temel duygu.

Ama nasıl bir sevgi ?

Bebeğin anne karnında iken tüm ihtiyaçlarını karşıladığı biyolojik ilişki gibi bir model mi ?

Mazohistçe, edilgen bir boyun eğiş, bir başkasının aracı haline geliş mi ?

Ya da sadistçe, karşısındakini kendi parçası haline getirerek ulaştığını sandığı, sahte bir yüceliş mi ?

Sevgi, özgürlüğün çocuğu mu ?

İnsanın sırrını çözmek mi ?

İçindeki etkin, yaratıcı, üretgen gücü harekete geçirerek, kendi bütünlüğünü, bireyselliğini koruyarak, aynılaşmadan gerçekleştirdiği birlik mi ?

Sevmek, bir eylem mi ; yoksa edilgen bir duygu mu ?

Sevmek, almak mı ,

Yoksa vermek mi ?

Bir şeyin içinde mi olmak,

Yoksa kapılmak mı ?

Vermek, kendinden vazgeçiş mi ?

Yoksa bir alış-veriş mi?

Nasıl bir sevgi ?

Tüm bu soruların yanıtı ya da yanıtsızlığı başka bir bloğa kalmalı…

Özgür sevgilere...




"Bir şeyin aslında, ne kadar bilgi varsa daha fazla sevgi vardır " PARACELSUS

 
Toplam blog
: 171
: 2319
Kayıt tarihi
: 15.02.07
 
 

Düşünen, üreten, kendine, insana, çağına sorumlu, tavırlı, taraflı , çağdaş ve yüzü aydınlığa dön..