Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '07

 
Kategori
Siyaset
 

ABD’ye kızmayın sorun da çözüm de bu topraklarda!

ABD’ye kızmayın sorun da çözüm de bu topraklarda!
 

ABD Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, yanına Kongre üyesi Christopher Shays’i de alarak, Türkiye’den koparılmak istenen Güneydoğu bölgesinden eski-yeni milletvekilleri ve aşiret ağaları ile geçtiğimiz hafta “sabah kahvaltısı” adı altında bir toplantı düzenledi.

Toplantıya, KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi, HAKPAR Genel Başkanı Sertaç Bucak ve Diyarbakır eski milletvekili Haşim Haşimi’nin yanı sıra, kamuoyunda “Barzani yanlısı” olarak tanınan iktidar partisine mensup milletvekilleri İhsan Aslan, Abdurrahman Kurt ve Afif Demirkıran da katılmış.

Gazetelerden öğrendiğimiz kadarıyla toplantıda, teröristlere “genel af” ve sözde “Kürt sorunu”nun çözüme kavuşturulması için atılması gereken adımlar, ayrıntıları ile ele alınmış.

AKP milletvekilleri, Kürtlerin talep ettiği hak ve özgürlüklerin yeni Anayasa’da yer alması için çabaladıklarını ve Tayyip Erdoğan’ın da bu konuda istekli olduğunu söylemişler.

Daha sonra Adana Başkonsolosu ile Güneydoğu’yu teftişe çıkan Shays, ölen teröristlerin aileleri ile görüşmüş.

Fatih Çekirge'nin yazdığına göre ABD Milletvekili Says , Kürt kökenli Milletvekillerini Büyükelçiliğe davet edip sormuş: "Eve dönüş yasası çıkardınız, ama işlemedi. Kim başarısız? Hükümet mi TBMM’mi Mahkemeler mi hatalı?”

Ne biçim sorudur bu? Ne yapacak ABD, başarısız olanın kulağını mı çekecek, yenisiyle mi değiştirecek?Bu Türkiye’nin iç işlerine müdahale değil de nedir? Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarının çiğnenmesi değil midir?

Sorun şu: Bu işler olurken Türkiye ne yaptı? Hiçbir şey. Siyasilerimizden tek cümlelik -itirazdan vazgeçtik- bir yorum bile çıkmadı…

Ülkeyi yönetenler herhangi bir şey yapmadıkları gibi, hem kamuoyundan, hem de “ülkenin çimentosu” olduğunu iddia eden milliyetçi, vatansever çevrelerden de herhangi bir ciddi tepki yükselmedi. Sanki bu tür olaylar artık “normalmiş” gibi karşılanıyor.

Atalarımız "Borç alan buyruk alır!" öszünü boşu boşuna söylememişlerdir herhalde...

30 Ekim 1918 Mondros Teslimiyet Anlaşması'ndan sonra 16 Haziran 1919 tarihinde Paris'te Sulh Konferansı toplanmıştı. Bu konferansa Conseil des six (Onlar Meclisi Konferansı) denilmiştir. Bu konferans daha sonra "Dört'ler Meclisi" adını almıştı. Konferans'ın önde gelen isimleri şunlardı: Zamanın ABD Başkanı Wilson, Fransa Başvekili Clamenceau, İngiltere Başvekili Llyod George, İtalya Başvekili Orlando.

O konferansa zamanın Sadrazamı-Başbakanı- Damat Ferit bir heyetle birlikte çağırılmıştı. Konferans günlerce sürmüştü. Bakınız zamanın emperyalist Düvel-i Muazzaması'nın sözcüsü durumunda olan Clamenceau Paris'te 19 Haziran 1919 günü bir muhtıra açıklamıştır. Muhtıranın sondan beşinci paragrafında şöyle denilmektedir: "...Türkiye imparatorluğu dahilinde yaşayan gayrı mütecanis milletlerin kaderini tayin etmek gibi ağır bir vazifeyi tarih galip devletlere yüklemiş bulunmaktadır..."

Clamenceau'nun Paris'te verdiği muhtıradaki "...Gayrı mütecanisler..." tanımlaması içinde Kürt Tealicilerin sözünü ettikleri Kürtler, Ermeniler de vardı. İmparatorluğun Irak, Suriye toprakları da buna dahildi.

O zaman kendisine tarihi misyon yüklendiğini söyleyen ABD Başkanının adı da Wilson'du. 88 yıl sonra Türkiye topraklarında bu temasları yapan ABD Büyükelçisi’nin ismi de tarihin belki ilginç bir cilvesi olarak Wilson'dur.

Ankara'daki bu toplantının ardından ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson ile ABD Kongre üyesi Shays Diyarbakır'a gitmişler. Orada da bir dizi temaslarda bulunmuşlar. Türkiye’de bunlar olurken ABD Temsilciler Meclisi üyeleri de Irak'ın Kuzeyi'ndeki yapılandırmanın parlamentosunda temaslarda bulunmuşlar.

Wilson’un düzenlediği toplantılar, aynı zamanda bir mesaj içeriği taşıyor.

Amerika, artık “terörün” devrini tamamladığını, taleplere ve hedefe “siyasi” yollardan ulaşmak için “demokratik” kurallar çerçevesinde örgütlenme ve eylemlerin zamanı geldiğini ima ediyor.

Artık bundan sonra ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın ağzından “Türkiye Kürdistanı” lafını daha sık bir şekilde duyarsanız hiç şaşırmayın.

Kendi ülkenin toprakları üzerindeki terörü kendin önleyemez ABD kapılarında “yardım” talep ederseniz adamlar gelir senin ülkende seni ciddiye almayıp böyle müdahalelerde bulunur…

Kendi topraklarında terörle mücadele için ihtiyacın olan istihbaratı bile ABD’den beklersen bu senin kendi topraklarına kendi vatandaşlarına ne kadar yabancılaştığının delili olur ve adamlar elbette ülkesine, milletine, vatandaşına bu kadar yabancı birini ciddiye almazlar.

Ya şirketlerin çıkarlarını, karını tercih edersiniz ya da ülkenizin onurunu, milletinizin özgürlüğünü…

Çünkü, ikisi aynı anda savunulamaz, gözetilemez.

Tarih boyunca ülkelerini yönetenler eğer şirketlerle karmaşık ilişkiler kurmuşlarsa her zaman şirketlerinin-sponsorlarının karını ülkelerinin onuruna , milletlerinin bağımsızlığına tercih ettikleri görülmüştür.

Vicdanla cüzdan arasında sıkışıp kalmamak için ayaklarını ülkenin toprağına sağlam basmak ve sırtını milletine dayamak gerekir.

Mustafa Kemal’in, Kazım Karabekir’in, Fevzi Çakmak’ın, İsmet İnönü’nün, Raur Orbay’ın, Refet Bele’nin oğlu, kızı, damadı, yeğeni, amcası, dayısı yok muydu?Vardı…

Onların geçim derdi, yaşama, zenginleşme, mal mülk edinme derdine düşemezler miydi, eşine dostuna iş bulup köşe döndüremez, kendine, kızına, oğluna, damadına şirketler kurup köşeyi dönecek uyanıklılar yapamazlar mıydı?..

Oysa onlar bir savaşı kazanmış, yeni bir devlet kurmuşlardı, onlara karşı gelecek hiç kimse hiçbir kurum yoktu.. İstedikleri yasayı çıkarabilirlerdi.. Bu günkü iktidarla kıyaslanmayacak bir güce sahiptiler…

Ama ülkenin bağımsızlığını, milletin onurunu kendilerinin, eşlerinin, çocuklarının, damatlarının, yeğenlerinin, dostlarının hayatlarından, mal, zenginlik, şöhret kaygılarından önde tutular..

Onun için bu gün onları bu millet ve insanlık her gün daha da artan bir sevgi saygı ile anıyor….

Ya şimdikiler?…

Ellerinde benzer bir güç, benzer olsaydı ne yaparlardı?

İşin kötüsü bağımlılığa öylesine alıştık ki….

Bir millet düşünün;

İstiklal savaşını veren ordusunun yaralılarının tedavi edebilmek için mahalle eczanesine borçlanan bir maliyesi,

Evlerin pencere demirlerinden yapılan süngü ve kılıçları,

Askerini giydirmek için halkın elindeki çamaşıra ve çoraba muhtaç kalan ordusu,

Defalarca parçalanan üniformalarını farklı renklerde de olsa yamayarak giyen subayları,

Askerini günde yarım tayinla, bulgur çorbasıyla besleyebilen bir iaşesi,

Kadını, yaşlısı, çocuğu ile gönüllü ikmal kolları,

Islanmasın diye bebeğinin üzerinden çıkardığı örtüyü top mermisine saran anneleri, cepheye cephane yetiştirirken yolda sırtındaki şalı mermiye sardığı için donarak ölen Şerife Bacıları,

Ve yoklukların nasıl var olduğunu belgeleyen binlerce trajik hayat hikayesi ile dopdolu bir savaş..

İnsanlık tarihinde eşi olmayan top yekün bir onur ve istiklal mücadelesinin gurur veren insanları varken seksen yıl sonra ülkesinin onurunu, milletinin bağımsızlığını değil gelecek dolarların hayaliyle egemenliklerine yapılan her müdahaleyi “olağan” karşılayabilsin…

Yeryüzünün en onurlu istiklal savaşını vermiş bir milletin aradan 80 yıl bile geçmeden bütün onurunu, gururunu, özgürlüğünü unutup “bağımlı” bir hale gelmesi ve bunu “olağan” karşılaması insanlık tarihinin en trajik olayıdır….

Bütün bunlardan dolayı ABD’ye kızmayın, çünkü sorun ABD’ de değil, sorun Türkiye'dedir…

Sorunumuz, ABD’nin söylediklerini, yaptıklarını yıllardır görmezden gelenlerde, anlamamakta direnenlerde, çaresizlik içerisinde susanlardır…

ABD tepkisiz kalındıkça siyasi irade bulmuş eğleniyor, dalgasını geçiyor, gemisini tıkır tıkır yürütüyor, dayattıkça dayatıyor…

Ülkeler, insanlar, siyasiler güçsüz olabilir, iktisadi olarak zayıf düşebilir, şeref, onur, vicdan, ahlak taşımayan anlamını bilmeyen yöneticiler olabilir.. Ama bunun karşılığı topraklarını sömürge valisi gibi yönetmeye kalkanlara boyun eğmek, egemenliğini, onurunu kiralamak, borsada alınıp satılan hisse senedine çevirmek değildir.

Yıl 1920, 87 yıl önce; Büyük Taarruz hazırlıkları için Başkomutan Mustafa Kemal Paşa birlikleri denetliyor.. 1.Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa denetim raporunu hazırlamış… Ali İhsan Paşanın raporu büyük taarruza kalkışacak ordunun durumunu özetliyor.. Bunlar adeta ellerine çıplak ve kirli tüfekler verilmiş bir fukara kalabalığı. Asker giysili yüzde beş insanı bile göremedim. Pek çoğunda matara, çanta, ekmek torbası, battaniye, kürek, eldiven, bot yok.. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Ali İhsan Paşa ile görüşüyor “On gündür cephedeyim. Askerin çoğu gerçekten üniformasız. Ne yapalım? Yoksuluz, üniformamız, mataramız, palaskamız yok diye mücadeleden vaz mı geçelim? Düşmana teslim mi olalım? Pırıl pırıl bir ordunun başına mı geçeceğinizi hayal ediyordunuz? Şunu unutmayın ki bu ordu milletin kaderini paylaşan gazi bir ordudur. Tek dayanağımız ve son talihimizdir. Bu orduya onurumuzu, namusumuzu, istiklalimizi emanet ettik…”

Bir umre, bir Kabe ziyareti yapıp “Allah günahlarımızı affeder nasıl olsa” diyerek, düğünde, barda ayağa kalkıp hepbirlikte “10.Yıl Marşı” söyleyerek, elimizde bayraklarla “Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez” nidalarıyla Cumhuriyet mitinglerine katılarak, evimizin, iş yerimizin, arabamızın camlarına ay yıldızlı bayrağımızla donatarak, yakamıza Atatürk rozeti takarak kurtulacağımızı zannediyorsak yanılıyoruz..

Kendilerine verilmiş bir emanet olan devlet yönetimini, ülke bağımsızlığını, millet onurunu oğluna, damadına, yeğenine şirket kurmak, ticaret yapmak, mal edinmek, zenginleşmek için kullananları, üç beş dolar uğruna her söze her davranışa sesiz kalanları, gördüklerini, bildiklerini, öğrendiklerini söylemeyen gazetecileri, aydınları, televizyoncuları, bize de bir parça zenginlik düşer aman düzen bozulmasın diyerek tepkisiz bekleşen insanları, ne Millet affeder, ne de İnsanlık affeder, ne de Allah affeder …

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..