Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Haziran '09

 
Kategori
Deneme
 

Ağlatan kafe

Ağlatan kafe
 

Kafkasya Bakışlı Güzel


Birçok hikâyesi var ağlatan kafenin. Bu bir Adige ezgisi. Size birkaç internet bağlantısı vereceğim bu yazıda. Ya da youtube’a girip “ağlatan kafe” yazarsanız birçok videoya ulaşabiliyorsunuz. Eminim okuyucularımızın önemli bölümü etkilenecek, hüzünlenecek. Bazılarınız -benim gibi- hüzün ve keder arasında gidip gelecek misiniz, bilmiyorum…

Hikâyelerden biri şöyle:

“Kuzey Kafkasya’da olduğu bilinen Kaf dağının eteklerinde bir çoban yaşamaktadır. Kendi halinde, sürüsünü güderek geçimini sağlamakta olan bir çoban… Gün gelir devran döner, garip çoban güzel bir Çerkez kızına gönlünü kaptırır. Zamanla bu kıza gönülden ve fena halde bağlanmıştır. Öyle bağlanmıştır ki, onun için canını bile vermeye hazırdır. Bir süre bu şekilde kıza hiçbir şey belli etmeden, ona olan hayranlığını, sevgisini sürdürür. Derken, artık dayanamaz olur ve ona açılmaya karar verir. Evet, en yakın zamanda kıza gidecek ve açılacaktır. Âşık çoban aynı zamanda düğünlerde pişinawalık (akordeonist) da yapmaktadır. İşte o günlerde bir düğüne çağrılır çalması için … Hemen düğüne koşar ve başlar çalmaya... Geceye kadar dur durak bilmeden çalmaya devam eder. Herkes iyice eğlenmiştir. Sonunda gelin de düğünün yapıldığı yere gelir... Herkes gibi çoban da bakar geline. Çoban geline baktığında gözyaşları yanağından süzülüverir. Ağlıyordur.... Çünkü gelin gönlünü kaptırdığı o güzel Çerkez kızıdır. Birden eli enstrümanın tuşlarına gider... Ve çalmaya başlar... Herkes ona hayret içinde bakmaktadır… Çünkü çaldığı bu şarkı daha önce hiçbir yerde duyulmamıştır. Sabaha kadar hem ağlar hem de bu hüzünlü şarkıyı çalmaya devam eder. Kimse anlamaz neler olduğunu. Bu ezgi şimdiki adıyla kafe’dir...”

Bir diğer hikâyeye göre ise, Çukurova’da yaşayan Çerkez kızı Gurina, fakir ailesi istedi diye zengin bir pamuk ağasıyla evlendirilmek üzeredir. Çaresiz buna evet diyen bu güzel kız, bir süre sonra köye gelen bir delikanlıya âşık olur. Delikanlı da ona. Delikanlı aşkını söyler ama sevildiğini bildiği halde olumlu karşılık bulamaz. Nişanlı olduğunu da bilmez Gurina’nın. Bir anlam veremez bu yüzden duruma. Bir süre sonra oradan ayrılır delikanlı. Aradan uzunca bir zaman geçer, delikanlıyı unutamayan güzel Çerkez kızı, hasret iyice içine çöktüğü bir gün, alır eline akordeonu, odasına kapanır. İçerden sadece kafe ezgisi duyulmaktadır. Kapı kimseye açılmaz. En iyi arkadaşına haber verilir, o da açtıramaz kapıyı. Son notaya basacağı serçe parmağına ip bağlayan Gurina ipin diğer ucunu da babasının tüfeğinin tetiğine bağlamıştır. Son notaya basınca tüfek ateşlenir ve Gurina ölür. Kafe’yle birlikte Gurina’nın hayatı da biter. Ağlatan kafe biraz da onun hatırası için söylenir yıllardır.

Yazının sonunda verdiğim bağlantılardan bu ezgiye ulaşılabilir. Mümkünse, yazının devamını bu ezgiyi dinleyerek okuyunuz.

Ulaşacağınız bağlantılardan birinde ezginin hikâyesi anlatılırken ekranda başka lisanda iki kısa cümle beliriyor: “Gözyaşlarım yok. Sadece acı var.” İngilizce yazılmış o iki cümlenin Türkçe tercümesi kabaca böyle. "Gözyaşı döküyor değilim ama bir de içimdeki acıyı bilseniz!” Kolayca ve habire gözyaşı dökenler ya? Çeken bilir demişler, yapan bilir, yaşayan bilir. “Bilirim” diye kırk dereden su getirenlere, hiçbir şey yaşamadan ve bilmeden ahkam kesenlere bakmamak gerektiğini anlatacağım da… Nasıl… Diyarda kalmak da zor, gidecek diyar da yok gibi… Sabır! Sizi de, kurallarınızı da, kokuşmuş düzenlerinizi de…

Dünyalık olmayan aşk, sevda, gönül işi bir eser! Usta işi, usta yapan bir sanat, ustanın sanatı bir ürün! Estetik ve diyalektiğe özel anlamlar yüklediğimizi bilir dostlar. Biz, batılı bu iki kelimeyi doğulu anlamlarıyla kullanmaktayız. Ruhuna ve fikrine tecavüz edilmiş beyin ve yürek fahişelerinden anlayış beklemiyoruz. Bize bizim gözümüzle bakmaya ehil muhataplara söylemekteyiz sözü.

Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin ve diğerleri, eski zamanların yeni zamanları değersiz kılan yüce zirvelerinde yaşanmış tertemiz sevdalar. Gerçi ben Leyla ile Kays’ı bilirim, diğer öykülerden de biraz haberdarım. Burada benim niyetime bakınız ve örneklerle anlam arasında bir çelişki doğarsa bunu olayın tersinin ispatı gibi algılayınız. Bu öykülerin hiç birinde başkasına yar olmamıştır âşıklar. Kavuşamasalar bile. Doğrusu budur diye bir iddiam yok, aksine, yaygın bilinen ve inanılanın doğru olmayabileceğine işaret etmek derdindeyim. Kısacası, bugünlerin çokbilmiş ahmaklarına diyorum ki onların anlayacağı dilden; “tüketilebilen” bir şey değildir sevda! Kendi diplerinizde yaşayadurun, biz zirvelerden birkaç esintiyle başka kokular sunmaya çalışmaktayız –varsa- gönlü diri okuyucuya… Sayısı gerçekten az dostlarımdan birinin dediği gibi, onlar, “kendisine hoşgörülü olmayı akıl edebilenlerdir!” Onlar, iğrenç aşklar (!) için değil, bu ağlatan sevdalar için (kendilerine hoşgörülü olarak) nelerden vazgeçtiler? Nelerden vazgeçmemeliydiler?

Şu ahmak sürüsü, her şeyi birbirine karıştırmışken, ben de pek çok alanda ve yerde onlara benzemişken, nelerden/nasıl sıyrılıp da istikamet tutturacağım ki?

Tam bu anda başka bir şey geldi aklıma. Kafkas kaması hakkında bir öykü anlatılır, ondan bahsediyorum. Küçük kamasıyla dalga geçilen bir Adige’nin, sonunda dağlar ve kamasıyla bütünleşmeyi tecrübeyle anladığı bir öyküdür. Dağlar, kar, çelik, sert, mert, kama ve sevda ve at…

Dağlar dağ değil, burası Kafkasya değil, canlar sadık değil, demir çelik değil, ateş mert değil, su berrak değil, kar kar değil, kış da kış değil. Zaten bahar da güz değil! Dost ile düşman karışmış be Kürşad! Karışmış be duru Asena! …

Sen sen değilsin, o o değil. Ben de ben değildim!

Yine örütbağdan bir alıntı. Kadirce adlı bir Adige’den:

Kafdağı’na Bir Sevda Mektubu

Öylesine bir şeyler…

Bunlar da sana ey meçhul sevgili,

Yine Leyla’ya, şu an meçhulüm olsa da…

Var isen ses ver, dipsiz kuyularda bile olsan da duyarım,

Hayat denen sis saklasa da seni

Baktığım her yerde sen varsın sayarım

Başı dumanlı Kafkas dağları misali umut

Son nefesim olsa da vuslat ararım

Kafkasya bakışlı güzel

Aşk her yerde ve her şeyde onu görmekmiş

Göremediğimsin

Var isen ses ver, dipsiz kuyularda bile olsan da duyarım,

Hayat denen sis saklasa da seni

Baktığım her yerde sen varsın sayarım

Başı dumanlı Kafkas dağları misali umut

Son nefesim olsa da vuslat ararım

Bir yanda koca şehir, bir yanda yalnızlığım

Sende kaybolsam, sen de kaybolsan!

En güzel isimlerde ve daha yapılmamış resimlerdesin.

Kendi uçurumlarımızın en kenarındayken

Bir şeyler tutsa elimizden, alıp götürse

Hayat uzun bir yol

Eyvallah!

Yeter ki sonu önce sana sonra O’na varsın!

Her sahilde yalnızlığım var,

Nöbetindeyim aslanlar gibi bir sabrın…

Özgürlük dedikleri bu olsa gerek ve yalnızlık dedikleri…

Bekliyorum, bir gün sen olacağım!

Kafası karışık bir adamın zamansız zamanlardan aklında kalanları on dakika içinde anlatmasıydı. Eskişehir 23 Kasım 2007 Kadirce.

Özetle, sevmek belki acıtan bir şey ve beklemek bir meçhulü

Ama hak edenler için çile, acı çekmek bile güzel!

Elden gelen “dua”, çoğu zaman,

Yarınlar sizin olsun…

Yarın her şey daha güzel olsun.

Yaradan sizinle olsun.

EYVALLAH!!!

**************

Eyvallah Kadirce. Her kimsen, bize de tercüman olmuşsun. Eyvallah!

En gerçek sevdaya erişmek ve onda erimek için, bilinmeyen/söylenmeyen bir destan yazılıp unutulmak da olsa kaderde, mor bulutlar ülkesinin sarı kar suyunda soğukla kendinize gelerek ve buzlaşmış kirpiklerinizle, allanmış yanaklarınızla ama tertemiz sevdanızla masal olacaksanız bir gün siz, yaşamaya değer o zaman!

Sormayın siz sakın ben gibi birilerine; sevdalar masallarda, sadakat masallarda, huzur masallarda, dost masallarda, hayat da vuslat da masallarda dedikten sonra, masallar dünyada mı, Kafdağı dünyada mı? Diye…

Geç öğrendim ki Kafdağı’na gitmek yok, ona yükselmek var. Dünyada iken dünya dışı bir masalı yaşamak ve bunu kimseye anlatamamak/anlatmamak var. Oraya yükselene kadar! Orda sizi dostlar karşılayacak! Kafdağı’nın soğuk sularından ikram edecekler, yudum yudum içeceksiniz… Tam kanmadan, tam doymadan… Ara sıra aşağılara inip birer damlacık sunarak o sudan sonra yine yukarı çıkmak var. Belki onlar içinden bazıları da bu damlalarla beslenerek başlarını mor bulutların üstüne kaldırabilecekler, serpilecekler…

Günlük, gündelik heveslerin, sözüm ona aşkların tüketicisi insanlara bir şey anlatmaya gerek yok! Ama onlara malzeme de olmamak lazım. Mümkün olduğunca onların şerrinden uzak durmak lazım. Ne zaman ki sevdayı erken yaşta öğrenecek millet, o zaman yükselecek medeniyet. Ama sevdayı gülüm, gülüm sevdayı…

Sen, acı nedir bilmezsin ki! Sen sadece gözyaşı bilirsin… Ama onu da ıslaklığıyla, ucundan biraz. Yoksa gönle aktığını hayal bile etmedin ki hiç. Gözyaşların var, acın yok. Sen acı nedir bilmezsin çünkü. Onlar da gözyaşı değil çünkü… Gözyaşımızı görmezler çünkü.

Gözyaşım yok, sadece acı var.

******************

Ezgiyi dinleyip indirebileceğiniz bağlantılar:

http://www.youtube.com/watch?v=nM9_KIzrevM&feature=related

http://kickyoutube.com/watch/?v=2iySt8dPLcM&feature=related#UW5LO-W3RXk

http://www.izlesene.com/video/amator-adige-aglatan-kafe/617503

İkinci adreste indirme yolu da var. Bu şekilde youtube’dan video indirmeyi de öğretmiş olduk. Adreste www’lar varken youtube’un önüne kick kelimesini ekliyorsunuz. Enter’a basıyorsunuz. Sayfa bu verdiğim yolda olduğu gibi yeni adresle yeniden açılıyor. Hangi biçimde indirmek istiyorsanız onu seçip go’ya basıyorsunuz. Go tuşu down tuşuna dönüşüyor. Onu sağ tıklayıp hedefi farklı kaydet’i seçerek istediğiniz yere kaydediyorsunuz.

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..