Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '15

 
Kategori
Eğitim
 

Aile olmayı eski filmler mi öğretti?

Aile olmayı eski filmler mi öğretti?
 

Facebook üzerinden paylaşılan resim


Filmler için toplumunun aynası derler. Aynen doğrudur.

Bizim nesil “gerçeklikle çok az veya hiç ilgisi olmayan yerli filmlerle” yetişti.

Eski yerli filmler denilince aklıma herkes gibi hep zengin kız ve zengin oğlan veya fakir kız, fakir oğlan gelir. Türk sineması zenginle fakirin aşkını hemen her filmde işledi. Bizlere “İki gönül bir olunca samanlık seyranmış” kalıbı verdiler. Gerçeklikle ilgisi olmayan hayal dünyasında bıraktılar bizi. Yanılttılar. Yanlış düşündük. Ezikliğimiz arttı. Zengin kızın bize âşık olacağını zannettik. Onlar düzenledikleri balo vb. toplantılarda “fakir kızı” yerle bir ettiler. Utandırdılar.

Filmlerde kullanılan mekâna-evlere zengini fakiri ayakkabılarıyla girdiler. 2015 yılında bile insanlarımız, bırakın fakirleri orta hallilerin evlerine de ayakkabı ile girmez. Olmaması gereken sahnelerle “sahteciliğin normal olduğu” bilinçaltımıza yerleşti. Genellemeler hep hatalıdır deriz. Fakat genel olarak filmlerimiz “hakikaten çok sahte” filmlerdi. Bizi yansıtmıyordu.

Sevişme sahnelerimiz bile külotluydu. Sevişme sahnelerinden sonra jön, “yataktan hep külotuyla veya pijamasıyla kalkardı.”

Jöle o zamanlar “yalakalık da bu ölçüde”  pek kullanılamazdı ama “Cüneyt Arkın’ın saçları” yataktan kalkarken bile bozulmazdı.

Onur, dürüstlük, açık sözlülük, gerçeklik, mertlik, saygı “Türk sinemasında” neredeyse hiç (güçlü bir film olarak) işlenmedi. Mesela düello  (tek gerçeklik buydu sanırım) yoktu. Hep bize pusu kuran kurnaz ve çorbacı tekfurlar vardı. “Kabadayı” (2007 yapımı) filminin finalinde bile “jön ikinci bir tabanca çıkardı.” Acaba diyorum pusu kurma, arkadan konuşma, yalan, çapulculuk bu tür filmlerin etkisiyle; devam edip gidiyoruz işte.

 Bizim filmlerimizde bolca “mafya” vardı. hem "racon kesenleri hem de adam kesenleri çok sevdik. Modelledik. Mafya lideri kendisine vermeyen(!) (yüz vermeyen) “starring bayanı” ülkemiz içinde hiçbir gazinoda çalıştırmazdı. Herhalde ilk fişlemeler bu özentiyle başlamış olmalı.Kendine yar olmayanı yok etme kalıplanmasını” saymıyorum bile. 2015 yılında dahi mafya liderlerinin prim yapması eğitimle açıklanabilir mi acaba?

Gecekondu yapanlar kahraman, gecekondu yapımını engelleyen güvenlik güçleri ise acımasız gaddardılar. Bu türler halk tarafından gariban, kendinden olarak değerlendirilirdi. Çünkü onlar evsiz barksız kişilerdi. Sokakta mı yatsalardı? Hep dayak yediler. Felek onlara sırtını dönmüştü. “Haklıyla haksızın yer değiştirmesi bu ülkede neredeyse 100 (yüz) yıl devam etti ve ediyor”.

Ediz Hun, bir filminde “bir deniz subayı asla yalan söylemez” diyerek “ Türk film tarihinin en büyük yalanlardan sadece birini söylemiş oldu.”  Hâlbuki “Müslümanlar da tecavüz eder,” pekâlâ soygun yapabilirlerdi. Gerçek Müslüman veya gerçek Deniz subayının olmadığı” hala daha anlaşılabilmiş değildir.  “ Paradigmaları yıkmak, Ergenekon’dan çıkmaktan çok daha zor.”

 Eski filmlerde saçma sapan aşklardan sonra yoğun olarak “Bir Türk cihana bedeldir” işlendi. “Kara Muratlar” çekildi. Starringler akıncı bir karakter olup hep “gâvur kadınlarla(!)” birlikte yatağa girdi. Yabancı bayan hayranlığımız herhalde doğuştan değildi.

Köylü kadını canlandıran karakterler, takma kirpikli ve makyajlıydı. Sahteydik baştan aşağı.

Türk sineması oldukça dar imkânlara sahip olduğu halde birçok başarıya da imza attı. “Sürü gibi, Duvar gibi” bir çok kaliteli filmlerde üretildi. Ama “siyah Beyaz yıllarda çekilen filmler doğrusu daha gerçekçiydi.

Eski filmlerde sahtecilik sonradan gelişti. Filmler hem de devlet destekliydi. Halk seyrediyordu. Halk yalanlarla, sahtekârlıklarla, ikiyüzlülüklerle yerellikle, din kullanılarak kalıplanıyordu. Devlet ve sorumlu olması gerekenler, halkı nasıl etkilediklerini, bu sahtekârlığın uzun vadede toplumda nasıl bir etki yaratacağını hiç hesaplamadılar. Aynı kişiler daha sonraları kalıpladıkları halkı “Bidon Kafalı, Öküz, Aptal vb.” olarak yaftalayacaklar, böylece ezik gururlarını tatmin yoluna gideceklerdi.

Filmlerin kalıpladığı insanlar “eğitimi öğretmenin işi,” olduğunu zannettiler. Yeni neslin “öğretmenlerin eseri olacağı” fikrinin korumacılığını üstlendiler. Asıl eğitim “istendik davranış değişikliğine” yol açan etkiler olduğunu evrensel sözlüğe bakmadan dahi reddettiler. Böylece her neslin eseri olan “aile ve kadın eğitimini” hepten pas geçtiler.

İşte bu bayramda da yine “Kurban rezaletlerini eleştiriyoruz”. Kamyonetin sürüklediği hayvanı herkes gördü. Çocuklar kurbanı kesilirken seyretti. Çocukların alınlarına yine  “kan” sürüldü. Hiçbir psikoloğumuzdan, toplum bilimcilerinden, pedagoglardan  ses çıkmıyor. Devletimiz yasaklamalarda etkisiz. Telefonla şikâyet etsen haksız çıkarsın. Hemen öğrenirler kimin şikâyet ettiğini. Sonra toplanıp seni bir güzel döverler. Canını zor kurtarırsın. Çünkü “Linç” kültürümüz de dimdik ayaktadır.

İnsanlar aldığı kalıplar etkisinde bir türlü çıkışı bulamıyorlar. Mesela  “İbadet için kurban kesilmez” diyorum, cevaben “yemek için kesiliyor ya, ikisi de aynı şey, ne fark eder ki” diye devam ediyor. Demek ki aradaki farkı anlayamıyor. İhtiyaçla ibadeti aynı tutuyor.

Bunca sahtekârlık arasında elbette konuşmalarımız da herkesin arkasından olacaktır.

Soygunlara, emperyalistlere, namussuzlara prim veriyoruz. Oy veriyoruz. Şike yapanların fanatikliğine devam ediyoruz. Birbirimizin gözüne baka baka yalan söylüyoruz. Hepimiz sahteyiz. Kıskancız. MB da dahi “bizden iyi olanların” üzerine saldırıyoruz. İyi olanları övemiyoruz. Yıldızlaştıramıyoruz. “Adam kayırma” her alanda tam gaz.

Modellerimiz bile mafya. Hâlbuki modellerimiz bilim insanları, yazarlar, sanatçılar vb olmalı. Bizim “Nobel ödüllümüz” “vatan haini damgalı.”  Nasıl olmasın eski filmlerde işlendi bunlar. Bilim insanlarına, sanatçılara değer veren kaç filmimiz var? Kaç tane otobiyografi eski filmlerde işlenmiş? Sınırlarımızın güvenliğinden, hamasetten bir türlü insana sıra gelemedi.

Filmlerin kalıplamasıyla, “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur” zannettik.  Aynen “bir Türk’ün cihana bedel olduğunu” sanmamız gibi. Yalnızca kendi Atalarımızı kahraman addettik.

 Düşmanlarımıza zerre kadar saygı göstermedik. Onlar eski filmlerde hep “Gâvurdular. Tekfurdular. Çorbacı ve mezar soyguncusuydular. ” Onlar namusuz, biz namusluyduk. Onlar kadınlarını kıskanmayan “pezevenk,” biz namusumuz için kadın kesen, adam öldüren onurlu şerefli yerlilerdik. Bol bol namus temizledik.

Burada “ya hoca, amma yaptın şimdi.” Yukarıda saydıkların “Türk Filmleri yüzünden mi oluyor? gibi bir soru anlamsızdır. Burada kast ettiğim “sigara içen bir modelin” çocukta bıraktığı etkilerin“ günümüze yansımasıdır.”

“Eski filmler aile olmayı öğretirlerdi. Şimdiki filmler nasıl ayrı yaşanır onu öğretiyor.”  Sözü “Neşeli Günler” adlı, turşu yüzünden birbirinden ayrılan ve daha sonra bir araya getirilmeye çalışılan çiftin hikâyesini işleyen bir filmin afişidir.

Bu afiş ve üzerindeki mesaj son günlerde “Facebook” da epey taraftarla paylaşıldı ve beğenildi.

“Neşeli Günler” bir komedi filmidir. Gerçeklik dışıdır. Elbette dram bölümünde “aile olmayı” işler. Fakat bu filmden yola çıkılarak “bu ana fikir insanlara verilemez.”

Türk sinemasının aile olmayı işleyen “etkili eski filmleri” neredeyse yok gibidir. Şimdiki film ve diziler ise başka bir tartışma konusu olabilirler.

Ben aile temalı film olarak “Küçük Ev” adlı diziyi bilirim. Doğruluk, dayanışma, dürüstlük, sevgi dolu. Sorunları birlikte çözme, güven, vicdan, hukuka uyma gibi değerler hepsi bu dizideydi. Ben bir “aile nasıl olunur” o dizide gördüm. Kıskandım.

Türkiye “siyah beyaz tek kanal televizyonlu yılları” sahte ve sorumsuz filmlere harcadı. Her meslekte olduğu gibi adam kayırma, beceriksiz ve sorumsuz yönetmenler, (o sıra yönetmen yerine reji..) yatak odalı torpilli rejisörler, sadece yakışıklı jönler,  rol yapma beceriksizi aktristiler, belgesiz, okulsuz ve sorumsuz çalışanlarıyla eski yerli filmler gerçekçi değillerdi.

Salı günleri tek kanallı televizyonda Türk sinemasının olumsuz kalıpladığı insanlarız” biz. Nasıl olduğumuza aynada bakabiliriz.

 
Toplam blog
: 144
: 899
Kayıt tarihi
: 06.02.07
 
 

Gazete ve kitaplara hep tersten göz atar, daha sonra okumaya başlarım. Bu özelliğim devrik cümlel..