Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '09

 
Kategori
Felsefe
 

Akıl, psişizm, bilim, etik

İnsanoğlu akıllı bir canlıdır da... hayatını ne kadar aklıyla yaşar acaba?

Aklıyla yaşasa bile, akletme dediğimiz nedir ki?

Akıl, içeriksiz, bir bilme gücü müdür?

Diyelim, 'içeriksiz' bir bilme gücüdür.. peki neyi bilebilir? Bir bilinecekler alemi vardır da, akıl, onları oradan teker teker açığa mı çıkartmaktadır?

Böyle bir şey olabilir mi? Doğa bilimleri için olabilir, ama insan bilimleri için olamaz demek ilk akla gelen cevaptır. Ancak, aslında bu da yanlıştır. Çünkü, insan bilimleri için olamaz dememizin nedeni doğa bilimleri için de geçerlidir.

İnsan bilimleri için mazeretimiz, insan olaylarının biricik olduğudur, deneye vurulamaz olduğudur ve sürekli değişim içinde olduğudur. Aslında, doğa bilimlerinin nesneleri de tam olarak böyledir. Biz sadece, bunu görmezden geliriz. Ancak, yukardaki gibi bir soruyu sorduğumuzda, bu görmezden gelinecek bir şey olmaktan çıkar.

Bir bilinecekler alemi yoktur.. doğa ve insan oluş halindedir, bu oluş halinde olmanın yarattığı bilinebilirlikler vardır, bunlar mutlak değildir, oluş sürdükçe eksilmekte, çoğalmakta, azalmaktadır. Oluşun kendisi yaratmaktadır. Bu şu demektir, bir yerde bekleyen hiçbir şey yoktur, oluş sürdükçe, onunla birlikte bilinebilirlikler de meydana gelmektedir. Birinci sonuç, biryerde bilindikçe sayısı azalan bir bilinebilirlikler alemi yoktur.

'Akıl, içeriksiz olsa bile' demiştik, bunu aklın içeriksiz olmadığını düşündüğümüz için söyledik.

Akıl içeriklidir. Akıl bir içerik üzerinde çalışır, akıl bir içerik üzerinde çalışmakla oluşmuştur. Bu nedenle, akıl o içeriğin sonucudur. Ancak biz aklı saf görüp, akılsal sonuçlar çıkarttığımızı düşündüğümüzde hata yapmış oluyoruz. Çünkü, aslında akıl, saf olmadığı için, çıkarttığımız akılsal sonuçlar, o aklı yaratan şeyin tutarlılığının sınanması, sağlaması ya da berkitilmesi olmaktadır. İkinci sonuç, akıl içeriksiz değildir.

Sorumuza tekrar dönelim, insan aklıyla yaşamını sürdürse bile akletmekle yarattığı şey nedir? Akıl bir belirlenmişlik ile nesnesine yöneliyorsa, baktığı nesneyi, sadece görebilmeye muktedir olduğu tarzda görebilecek ve anlayabilecektir. Biz, insanlar, aklımızla yaşasak bile, saf bir düşünsel eylemlilik içinde olmakta olmuyoruz. Bizim aklımızın çalışma tarzını belirleyen gelenekler, çevresel koşullar, hatta daha geniş çapta evrensel kabuller bulunmaktadır, biz hep bunları doğrulayacak şekilde eylemde bulunuruz. Üçüncü sonuç, akıl ile yaşamak, belirlenmişliklerin yeniden üretimi demektir.

Başta ifade etmemiş olsam bile, üstü kapalı olarak kullandığım bir kavram vardı. Akıl ile yaşamak dersek, bunun karşıtı psikoloji ile yaşamak konulabilir. Bu ikisi aynı şey değildir. Aklı kullanmak bahsettiğimiz özelliği nedeni ile saf olmasa bile, yine de, bir nedensel ilişkiler kurma, bağlantılar yapma, sonuç çıkarma, sonucu yanlışlama, doğrulama gibi bir düşünsel eylemlilik içerir. Oysa, psikolojik davranmada bu düşünsel eylemlilik yoktur. Bir tür refleksif bir davranış vardır. Kişi akletmeden bazı davranışları sergiler.

Yazının temel noktasına gelirsek.. insan yaşarken, çoğunlukla akletmez, psişik bir varlık olarak davranır. Yaşadığı her eylemi analiz etmez, incelemez, sorgulamaz, hesaba çekmez, doğruluk yanlışlık kaygısı yoktur, onu uygular. Bu tutum, her insan için geçerlidir. Mesela en sorgulayıcı kişiler olan Nietzsche için de geçerlidir, Sinoplu Diyojen için de geçerlidir. Çünkü bu insan doğasının bir özelliğidir. Bir insan, mutlaka belirlenmişlikle altındadır, bunun ötesi berisi yoktur. Fark sadece şudur, bazı insanlar bunun kaygısını çok derin yaşarlar, -belki de derin kaygı yaşamak üzere belirlenmiştir, her neyse- ve çok daha yoğun olarak sorgularlar. İşte bu kişile yukarda andığım kişilerdir örneğin.

Cahil insanlar -dikkat eğitimsiz demiyorum- sorgulamayan insanlardır; bildiğinin doğruluğundan şüphe etmeyen, oluşsal yapısından dolayı zaten, göreceli bir yapısı olduğunu göremeyen, bildikçe bilgisiz olduğunu anlıyacağını anlamayan, bildiğinin bilinebilir tek şey olduğunu sanan, bilmedekilerinin neler olduğunu bilmeyen kişilerdir. Bunlar ne kadar saf olmasa da, yine de üstün bir tutum olan, akletme eylemine başvurmayan, psikolojik saiklerle hareket eden kişilerdir.

Burada ortaya konulan düşünceye şu soru sorulmalıdır: İnsanlar çoğunlukla akıl içermeyen psikolojik davranışlar içindeyse, akletme bir belirlenmişliklerin yeniden üretimiyse, o zaman nasıl oluyor da toplum değişiyor/gelişiyor?

Değişiyor mu gelişiyor mu? Bu soruyu geçelim şimdi. Belirlenmişlikler mutlaka kırılır. Oluşun dinamiği bunları kıracak insanları üretir. Bu yapıların kıranların dehasından gelmez, örneğin Einstein, sıradan biriyle kıyaslanırsa, dehadır denilebilir, ancak deha değildir. Çünkü, o bir sonuçtur, bir sürecin, birikimin, ve rastlantılar toplamının kendisinde bir araya geldiği kişidir. İnsanlık için Einstein deha değildir, sıradan insanlar için dehadır. Pek çok şeyin kendisinde kesiştiği kişi olmak oluşun bir kaçınılmazıdır, özel bir önemi de yoktur, o özel önem, sadece Einstein'ın içindeki ben duygusunu ve onun karısının kocasının egosunu şişirten bir şeydir. Ki, Einstein, kendisine gerçekçi olmayan bir şekilde atfedilen değerle dalga da geçmiştir zaten.

Aklederek mi yaşamak daha iyidir, yoksa psikolojik olarak mı? Bu sorunun doğru bir cevabı yoktur. Eğer erdemli yaşamayı ilke edinmişseniz, her ikisi de bu sonucu veriyorsa, ikisi arasında fark yoktur. Ama erdemli yaşamayı seçmek için de bir zorunluluk yoktur, en fazla, mesela Kant gibi bir şey uydurulabilir: Yaptığın eylem, senin eylemini geçersiz kılacak bir sonuç doğuruyorsa, yanlıştır gibi. Ya da mesela Frankena diye bir etik düşünürü şöyle diyor..neden ermelli olmalıyız sorusu, akılsal bir sorudur, eğer akla uygun olarak cevap vereceksek, buna, erdemli ya da ahlaklı olmamız gerekmez denemeyeceğini söylüyor... oysa, tam da yukarıda dediğim gibi, bu akletme, belirlenmişlik taşıyan bir akletmedir.. zaten bir cevap olan şeyi, soru soruyor gibi yapıp, kendisini doğrulatmaktır...

Neden ahlaklı olmalıyız, bunun cevabı şudur aslında.. ben ahlaklı olmazsam, sen ahlaklı olmazsan, nasıl ben varlığımı sürdürebilirim? İnsan bir varolandır, kendi varlığını koruması, varolmanın temel dürtüsüdür.. insan varolmak için ne gerekiyorsa, yapar.. bir deney aklıma geldi.. bir maymun ile yavrusunu bir fırının üzerine koymuşlar... fırını ısıtınca maymun yayvrusunu kucağına alıp zıplamaya başlamış.. gittikçe, ısıtmışlar, o kadar ki, en sonunda, anne, ayaklarının altına yavrusunu almaya başlamış.. ahlaklı olmanın, ilahi veya erdemli bir gerekçesi yoktur.. salt varlığını koruma dürtüsü yatar.. bunun için, insan, gördüğümüz bildiğimiz gibi, her şeyi yapar.
 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..