Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '08

 
Kategori
Siyaset
 

Alevi ve Kürt sorunu Anayasayı değiştirmeden çözülemez!

Alevi ve Kürt sorunu Anayasayı değiştirmeden çözülemez!
 

Sorun Zihniyette...Sorun Zihniyetimizin Sisteminde...


Dünya değişiyor, Avrupa değişiyor, ABD değişiyor, Türkiye değişiyor, Türkiye Devleti değişmiyor, değişmemek için direniyor ve değişimi gerçekleştirecek tek zemini olan siyaseti de kendi statükocu kıskacına almaya çabalıyor…

Ülke gündemini işgal eden, önümüze sırayla ve bazen acılarıyla bazen gözyaşlarıyla gelen gelişmelere ve tartışmalara bakınca sorunlarımızın büyük ölçüde aynı ve gariptir çözümler, en somut ve ayrıntılı biçimde olmasa bile, doğrultuları itibârıyla belli.

Lâkin, alınabilmiş kayda değer bir mesafe ne yazık ki yok. Aynı yerde dönüp duruyoruz.

Türkiye devletinin Avrupa ve dünya standartlarında demokratik bir nitelik kazanarak, gerçekten tüm yurttaşların sâhipleneceği bir Cumhuriyet olması için yapılması gerekenlerin yapılmaması ve yapılamaması için direnç gösterilmesi sorunlarımızın çözümünü engellediği açık.

Kürt sorunundan lâiklik tanımı ve uygulamalarından kaynaklanan din özgürlüğü ve başörtüsü sorununa, artık "Alevî sorunu" diyebileceğimiz bir toplumsal-siyâsî talepler yumağına dek uzanan bir dizi çözüm bekleyen sorunumuz var..

Alevilerin sorununu da Kürt sorununda olduğu gibi siyasetçiler çözecektir. Sorunu çözmek isteyen bir siyasetçinin, “Alevilik nedir? Müstakil bir din midir yoksa İslam dininin bir mezhebi midir?” diye bir sorusu olamaz. Çünkü, Teolojik bir sorunun politik arenada yeri yoktur...

Bir toplumsal kesim kendini nasıl ifade ederse politikacılar o kesimi öyle kabul etmek ve o kesimin temel taleplerini ne olursa olsun karşılamak zorundadır. Siyaset kurumu bir toplumsal kesimin taleplerini demokratik yollardan karşılayamazsa o toplumsal kesimin sivil siyasetin dışında yollara başvurma potansiyeli artmaya başlar. Bu mesele etrafında da temel Alevi taleplerinin karşılanması geciktikçe Alevi kimliğinin radikalleşerek sivil siyaset dışı yollara yönelme ihtimali artar ve mütedeyyin Alevi vatandaşlar azalırken marjinal Alevi gruplar taban bulmaya başlar...

Bu süreç bütün kimlik meselelerinde böyledir. Aleviler konusunda araştırmalar yapan kimi sosyal bilimciler Alevi gençleri özelinde bu radikalizmin yükselişine dikkat çekiyorlar... Türkiye Devleti ve çözüm üretmesi gereken siyasetçilerimiz tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi ancak silahlı bir Alevi hareketi oluşunca mı acaba Alevi meselesini acil ve önemli sorun sayacak?

Türkiye Kürt sorununun seyrinden ders alarak Alevi vatandaşlarımızın taleplerini dikkate almalıdır. Silahlı aşamaya geldiği zaman bile uzun süre inkâr edilen Kürt sorunu, kangren olana kadar yara açık bırakılması sonucunda şimdi çok problemli bir noktadayız... Bu toprakların geçmişinde olmayan bir etnik nefret duygusu Kürt meselesi bağlamında uyanıyor. Devlet ile Kürt halkı arasında olan çatışma ortamı şimdi fiili toplumsal çatışma ihtimaline doğru seyrediyor ve bu süreç çok acil ve tehlikeli bir meselemiz haline geliyor...

Alevilik sorunu bağlamında ise bu toplumsal ayrışma potansiyeli bu topraklarda hep vardı. Bu bağlamda Türkiye’nin kadim köklere sahip, kuşakları aşan temel toplumsal fay hattının Alevilik meselesi etrafında düğümlenmektedir....

Elbette milletimiz barış ve kardeşlik duyguları içinde yüzyıllardır yaşayan bir toplumdur. Fakat bu toplum kışkırtılmaya hazır birçok zeminiyle birlikte bir saatli bomba gibi yaşıyor şu an.

Başka bir ülkeye nifak sokmak isteyen mihraklar hep var olacaktır. Düzgün bir devlet, nifak sokulabilecek toplumsal zemini kurutabilen bir devlettir. Ortada zemin yoksa hiç kimse hiçbir şeyi de kışkırtamaz...

Toplum olarak ise her şeyden evvel hepimiz kendimizi kandırıyoruz... Sanki toplumuzda hiçbir sorun yokmuş ama yabancı devletler olman sorunlarımızı oluşturup ortaya çıkardığı yalanını söylemekten vazgeçmeliyiz artık.

Toplumsal sorunlarımızı çözmek terine inkar edersek geleceğe huzurlu, beraberlik ve bütünlük içerisinde yürüyebilmemiz mümkün değil.

Artık hepimiz “evrensel ve temel insan hak ve özgürlükleri” alanında ve bu hak ve özgürlükleri ülke geneline uygulayarak sorunlarımızı çözebileceğimizi biliyoruz.

Mevcut Anayasal Rejimin kabulleri ve sınırları içerisinde Kürt Sorununu, Alevi Sorununu, Din Özgürlüğü Sorununu çözebilmemizin mümkün olmadığı iyi niyetli yöneticilerin sıkıntısından, karşılaştığı sorunlardan ve basit çözümleri eğip bükerek Anayasal rejime uydurmaya çalışırken karşılaştıkları çaresizlikten anlıyoruz ki çözümleyebilmemiz mümkün değil.

Son olarak AKP’nin başına gelenler ortada.

Din özgürlüğünü tesis edebilmek adına Türban Yasağını kaldırmak için adım atar atmaz kapatılmanın eşiğinden dönüp Anayasal Rejimin temel ilkesi olan Laikliğe karşı odak olduğunun Mahkeme Kararı ile tescil edilerek TBMM’nin Anayasa’yı Değiştirme Yetkisinin ortadan kaldırılması süreci aslında yapmamız gerekeni açıkça ortaya koymuştur.

Sorunun kaynağı ve çözüm yeri Anayasal Rejim. Ama devletçi seçkin ve egemen zümre sorunun adını kasıtlı olarak farklılaştırmaya çabalıyor ve Kürt-Türk karşıtlığı gibi Alevi-Sünni karşıtlığı ve çekişmesi olarak ortaya koyuyor.

Kürtlerin karşılaştığı kısıtlamalar ve hak ihlallerinin sebebi Türkler olmadığı gibi Alevilerin karşılaştığı kısıtlama ve hak ihlallerinin sebebi Sünniler değil.

İnsan Hakları ve Özgürlükleri, demokrasi ve Hukuk devleti ilkeleri alanlarında hak ihlallileri ve mağduriyetler konusunda Türkler de, Sünniler de mağdur oysa.

Bu yüzden Demokratikleşme, Temel İnsan Hak ve Özgürlüklerinin tanınması talepleri toplumun her kesiminde geliyor.Tabii ki bu kesimlere devletin egemenlik gücünü elinde bulunduran kesim dahil değil.

Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin, Sünnilerin, Ermenilerin ve sair toplumsal tabanın devletten “değişim” yani “kapsamlı bir demokratikleşme” talep etmesine karşılık ısrarla statükonun korunması için direnen devletin egemen güçleri vatandaşlarının ve Türkiye’nin onurunu ortadan kaldırdığını artık görmek zorunda.

Üstelik bu direnç toplumsal acıları çoğaltmaktan başka bir işe yaramıyor. Eninde sonunda nasıl olsa Türkiye Devleti de değişmek zorunda.

Anayasal Rejimin değiştirilmesi ve kapsamlı demokratikleşme deyince kastettiğimiz Anayasadaki değiştirilemez maddeler değil. Birinci madde devlet şeklinin cumhuriyet olduğunu, ikinci madde Cumhuriyet'in niteliklerini belirliyor. Üçüncü madde dil, bayrak, İstiklal Marşı ve başkente ilişkin; bu madde zaten üzerinde çok fazla tartışma açılan bir madde değil

İkinci maddede belirtilen demokrasi, laiklik ve sosyal hukuk devleti ilkeleri üzerinde de söylem olarak büyük bir mutabakat var çoğunluğun demokrasi, laiklik ve sosyal hukuk devleti ilkeleriyle söylem düzeyinde en küçük bir problemi dahi yok.

Ama, bu kavramlardan ne anlıyorsunuz diye bir adım daha ileri gidildiğinde kıyamet kopmaya başlıyor, zira ülkemizde insanların demokrasiye ve özellikle laiklik ve hukuk devleti kavramlarına yükledikleri anlamlar çok farklı.

Sorunların kaynağı bu kavramların yorumundan kaynaklanıyor; evrensel içerikleri olan bu dört kavramı, cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliği ve hukuk devletini ya evrensel tanımlarına uygun, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Sözleşmeleri'nin ruhuna uygun yorumlarsınız ya da bizde olduğu gibi ve Anayasa Mahkemesi'nin yaptığı gibi kendi yerel görüşünüze göre yorumlarsınız. Bunu yaptığınızda ise evrensel değerler bir anda iç politikada tartışma alanının tam da ortasına girer.

Cumhuriyet, demokrasi, laiklik, hukuk devleti kavramları evrensel içeriklerine ve gelişmelere uygun olarak anlaşıldığı sürece bu kavramların daha bağlayıcı, daha birleştirici olacağı muhakkaktır; aksi halde bu gün olduğu gibi Türkiye'nin toplumsal dinamikleri ile evrensel dinamikler uyumsuzluk içine girecek ve dişliler sürttüğü ölçüde de içeride siyasal kriz daha derinleşecektir.

Sonuç olarak Alevi sorunu da Kürt Sorununu da, Din Özgürlüğü/Türban sonunu da Anayasamıza kavram olarak yazdığımız ama kendi yerel yorumumuzla değiştirip sınırladığımız Anayasal rejimimizin kalıpları ve zemini içinde çözümleyebilmemiz mümkün olmamaktadır.Bu zemin içinde yapılacak her çözümün AKP kapatma davasında yaşandığı gibi çözümü söyleyenlerin ve çözüme teşebbüs edenlerin cezalandırılması açmazıyla karşı karşıya kalınmakta ve çözüm ile sağlanacak toplumsal barış imkansız hale gelmektedir.

Bunun için gecikmeksizin “Sivil, Özgürlükçü ve Demokratik bir Anayasa” yapmak zorundayız.

Zira Kürt sorununu ve Alevi sorunu bağlamında Din ve Vicdan Özgürlüğü sorununu çözmek için söz söyleyen ve çözüm için adım atarak yasal ve Anayasal değişiklik yapmaya teşebbüs eden partiler mevcut Anayasal Rejim bu haliyle durduğu sürece kapatılma davalarıyla baş başa kalacaktır.

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..