Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Aydıncık' ta bir rum

Aydıncık' ta bir rum
 

Birkaç yıl önce, ikindi üzeri Pêcheur Motelin terasında tavşankanı çayımı yudumlarken, bisikletle yolculuğa çıkan iki turist geldi. Erkek yaşlıca, kadınsa orta yaşlıydı. Yorgunlulukları yüzlerinden okunuyordu. Kolay değildi o yokuşları pedal çevirerek çıkmak hem de öylesine bir güz sıcağında.

Fransızca olarak oda olup olmadığını sordular. Sorularını moteli işleten yeğenime çevirdim. Aydıncık gibi küçük bir kasabada kendi dillerini konuşan biriyle karşılaşmış olmanın şaşkınlığı içindeydiler. Gözlerine yansımıştı heyecan ve mutlulukları. Odalarını görmeye çıktılar. Bir süre sonra indiklerinde yüzlerinden belli oluyordu beğendikleri; fiyat konusunda da anlaştılar ve iki oda istediler. Çantalarını alıp “ Birazdan görüşürüz, ” diyerek odalarına çekildiler.

Gazetemin okunacak sayfası kalmamıştı. Kalkmak üzereyken turistlerden erkek olanı yanıma geldi. Duş almış, üstünü değişmişti. Bir bira istedi. Bana da ikram etmek istedi ama ben gündüz alkol almadığımı söyledim. Tanışma cümlelerinden sonra sohbet başladı. İlginç konulara girmiştik, ben de kalkmaktan vazgeçtim. Konuşmamız sürerken, kadın turist de geldi. İnce uzun boyluydu. Çok hoş bir parfüm sürmüştü. O da bira istedi. “ Bayan benim komşum. Bisikletle seyahat etmeyi seviyor. Ben kıştan beri Türkiye’ye gelmek ve özelikle de Akdeniz kıyısını dolaşmak istediğimi söyleyip duruyordum. Kocası gelemeyince, o da benimle gelmek istedi, ” dedikten sonra bana Aydıncık tarihi ile gezilip görülecek yerlerle ilgili sorular sordu.

Biraları bitmiş, hava serinlemiş, dağın gölgesi de lokantanın üstüne düşmüştü. Garson, elinde hortum, lokantanın önünde dolaşırken yeni sulanmış toprak kokusu geliyordu burnumuza. Kalktık. Önce Dörtayak Anıtmezarı’nı görmeye gittik. Verdiğim bilgiler ışığında gezdiler tarihi gömütü. Rum evi olup olmadığını sordu erkek olanı. Kaderine terkedilmiş, insan ve doğaya karşın ayakta durabilmek için son çırpınışlar içinde olan bir evi gösterdim. Müslüman evleriyle Rum evleri arasındaki benzerlik ve farklardan da söz ettim. Rumların oturdukları yerleri, bazı binaları ve kiliselerini gösterdim. Rumlarla Türklerin yaşamından örnekler vererek, o günkü kentin yani Gilindire’nin bir birlik örneği sergilediğini anlatmaya çalıştım.

Tanıtım gezisini tamamlayıp lokantaya döndük. Güneş yatmaya çekilmişti, içeriden kızartılmış balık kokusu yayılıyordu etrafa. Terastaki masaya oturacakları sırada, Fransız rehberlerin gezi sonrası söyledikleri son cümleyi anımsadım ve “ Rehberi unutmayın, ” dedim. Bunun üzerine bana bir ön içki önerdiler. Kabul ettim. Kumar yirmi beşten başlar derler ya onlar bana, ben onlara. Neredeyse bir küçük rakı bitti. Yemek saati gelmişti. Eşimi ve beni akşam yemeğine davet ettiler. Kabul ettim. Mezeler bitmek üzereydi ki eşim de geldi. Sarımsaklı, limonlu roka ile üzerine kayakoruğu ve kapari turşusu serpiştirilmiş çoban salatası eşliğinde balık servisi yapıldı. Yemek uzamış, sohbet koyulaşmış, saat ilerlemişti. Hanımlar ayrıldı masadan. Turist de bana yürüyüş önerdi. Kabul ettim. “Masamız kaldırılmasın, gelince devam ederiz, ” dedi. Söyledim yeğenime. Turist sallanıyordu. Koluma girdi. Siz demekten vazgeçerek sen demeye başladı. Bu, benim için hiç de sorun değildi. Limana doğru yürüdük. Rumlardan kalma dediğim bir binanın önüne vardığımızda, yere çömeldi ve başladı ağlamaya. Hiçbir anlam veremiyordum. “ Sarhoş oldu, galiba” diye düşünerek koluna girdim ve kaldırdım. Liman içerisinde yürüdük. Mendireğin yanına varınca, bir sokak lambasının altındaki banka oturduk.

Hâlâ gözlerinden yaşlar süzülüyordu ağarmış sakalına doğru. Duyguları sesinin tınısına yansımış, konuşuyordu: “ Mustafa, ‘arkadaşlarım bana sakın Türkiye’ye gitme. Eğer gidersen de kendinden hiç söz etme’ demişlerdi ama ben seni tanıyınca, şimdi onların fikrine katılmıyorum.” Biraz daha açıklama yapmasını istedim. O da bana “Seni tanıdığım için çok mutluyum. Senin olaylara ırkçı bir yaklaşımla değil, hümanistçe yaklaştığını gördüm. Şimdi çok daha rahat konuşabilirim. Ben İsviçre pasaportu taşıyorum ama aslında Rumum, ” dedi ve ekledi “ Atalarım bu taraflardan göç etmiş. Ata yurdumu görmeye geldim. Bugünkü gezi sırasında gösterdiğin o yıkılmak üzere olan ev, belki de anneannemin eviydi diye düşündüm. Tarihi ve duygusal bir yolculuğa çıktım bugün. Lütfen bağışla beni.”

“ Seni çok iyi anlıyorum, ” diyebildim sadece. Bana güvenmesi ve açılması ayrıca hoşuma da gitmişti. Bir anda, büyüklerimden duymuş olduğum Yörük gencinin Rum kızına olan aşkını, mübadele sırasında yaşadıklarını anımsadım. Takım taklavatı ve eşeğini Müslüman komşusuna bırakan Rum demirciyi, yelkenli kalkarken sallanan el ve mendilleri düşledim bu arada.

Saat ilerlemişti. Lokantada masamız bizi bekliyordu. Dönerken “ Halkları kendi başlarına bıraksalar, onlar çok daha iyi anlaşır ama hükümetlerdir bizi birbirimize düşüren” dedim. O da başını sallayarak onayladı düşüncemi. Geldiğimizde, masamız bıraktığımız gibiydi. Rakı, kavun ve beyaz peynir söyledim. “ Dostluğa! ” diyerek kaldırdık yeni doldurduğumuz bardakları…

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..