diye geçirirken... Kapıdan içeriye koşarak giren Ayşe hanım ve Ahmet beyin oğlu Mehmet, "Bakkal amca, gazoz, gofret, çabuk, çabuk..." diyerek, k..." />
Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '07

 
Kategori
Güncel
 

Bakkal amca "Kart" laştı...

Bakkal amca "Kart" laştı...
 

Güzel memleketimin, hepsinin kendine hâs hikâyeleri olan mahallelerinin, yerleşik düzende, günlük ihtiyaçları için, gün içinde muhakkak bir kere uğranılan ticârethânesi, bakkal...

Ya da en azından yakın döneme kadar öyleydi.

Bazen yukarıdan aşağıya sallandırılan bir sepet, sepetin içinde defter, sepetin sahibi belli, istediği rutinse pusulasız, bildik tâlep hârici ise ama not ama,

"bakkal efendi, pirinç, bir torba, Baldo olsun..." tarzı bir uyarı,

"tamam ablacım, yeni geldi zaten, margarin de lâzım mı..?" diye, hani olur ya, ilavesi var mı sorgusuna,

"şimdilik var, yarın bakarız..." tarzı cevaplar...

Sipariş sepete yerleşirken, sepetteki deftere <1kg pirinç="" ...tl="">> yazılmış, Baldo, pilâv olmak üzere, defter "hele maaş gelsin, bakarız" edâsıyla konacağı yere, geldiğinin ters yönündeki yolculuğuna çıkmış olurdu...

O sırada; bakkal amca, Ayşe hanımın veresiye defterindeki sayfasını açmış, daha iyi yazsın diye kalemin ucuna hafif bir "hoh" dedikten sonra, satışı aktarırken gözü tarihe takılır, aklından > diye geçirirken...

Kapıdan içeriye koşarak giren Ayşe hanım ve Ahmet beyin oğlu Mehmet,

"Bakkal amca, gazoz, gofret, çabuk, çabuk..." diyerek, kalemin kurumasına fırsat vermeyen yeni satışı da aktardığında,

"Ayşe hanıma bu notu ver de deftere yazsın, unutur, sonra Ahmet beyle papaz olmayalım..." uyarısıyla, Mehmet'i gazozu ve gofreti ile yolcu ederken, Mehmet eve varana kadar; bir gazoza, bir gofrete bakıp, âfiyetle yemeyi, pusulaya bakıp anlamını, yazılmadığında, babası ile bakkalın niçin "papaz" olacağını, ya da "papaz" ne ki?... diye uyarının mânâsını kavramakla meşgul hali ile merdivenin son basamağını da tamamlayıp evinin kapısına gelmişti...

Annesi de kapıda, okuldan gelen, gelirken de bakkala uğramadan gelmeyeceğini bildiği Mehmet'e, her dâim mevcut olan sıcak bir yüz ifâdesi, eksik etmediği tebessümle bekliyordu...

"Ohh, gazoz-gofret alınmış, pusulada yollanmış, seni hınzır seni..." dediğinde, Mehmet aklından > diye geçiriyordu.

Bu hareketliliğin yaşandığı saatlerde, Ahmet bey, mesâisini tamamlamakla meşgul, bir saate bir önündeki işe bakarak vaktini tamamlarken, maaşından eksilenlerin hesabından çok uzak bir ruh halindeydi.

Akşam, günün yorgunluğunu sırtında hissettirdiğinde, "İyi akşamlar Ahmet bey" diyerek bir bir evine ya da ve saire ayrılan mesâi arkadaşlarına "size de efendim, iyi akşamlar" cevabını verirken; askılıkta asılı duran paltosunu çoktan sırtına geçirmiş, kaşkolunu düzeltip, şapkasına da bir şekil verdikten sonra, yıllardır, hani bir nevi onla beraber yaşlanan çantası elinde, tedbiren, yağmur yağabilir diyerek, hem şemsiye hem baston olarak kullandığı yol arkadaşını da alarak, işyerinin merdivenlerinden ağır ağır inişini tamamlamış, koşuşturan hayatın içerisine, sabah ki terkten sonraki ilk adımını atmış bulunuyordu...

Sokağın telaşlı hâli, hayatın farklılıklarını üzerinde taşıyan yüzler, alışık olduğu sokak satıcıları derken eve yaklaştığında, maaş gününe yakın-uzak fark etmez, evdekilerden önce hatırladığı, bakkal efendi...

-İyi akşamlar, Ahmet bey

-İyi akşamlar, bakkal efendi

-Ahmet bey, hazır sizi görmüşken, malum, şu pusulayı takdim edeyim, gereğini yaparsınız artık...

-Merak etmeyin bakkal efendi, 3 gün sonra maaş günü, pusulaya bakar, Ayşe hanıma bırakırım, size takdim eder...

-Eksik olmayın Ahmet Bey...

-Ne demek efendim, sağlıcakla kalın...

-Siz de Ahmet bey, iyi akşamlar...

-İyi akşamlar...

Ahmet bey bu konuşmayı, hem de tıpa tıp benzeyen bu sohbetleri, kaçıncı keredir bakkal efendiyle yaptığını düşünmeden, tamamı ile kanıksadığı bir rutin olduğundan, tebessümle ayrılarak evinin yolunu tuttuğunda; bakkal efendi, Ahmet beyle yaptığı konuşmanın benzerlerini, içerik farklılığı olsa da yapacağı diğerlerine, hazırlıklarını tamamlamak üzere, içeriye, veresiye defterinin yanına doğru hareketlenmişti...

Ayşe hanımla oğulları Mehmet, Ahmet beyi kapıda sıcak bir hoş geldin ile karşılayıp, şapka, çanta, şemsiye, kaşkol, palto derken ondan dökülenleri topladıklarında, Ahmet beyde ayakkabısının bağcıklarını çözmüş, portmantoda, her zamanki yerlerine koyuyordu; kendi kadar yorgun, ayak dostlarını...

Ayşe hanım masayı hazırlamaya yöneldiğinde, Mehmet türlü haytalıklarla Ahmet beyi güldürüyor, gazozla gofreti affettirecek şirinlikler yapıyordu...

Ahmet bey, banyoya yöneldi, bir duş, bir ev içi giyim, hep beraber masaya...

Güzel keyifli bir akşam yemeği sonrası, Mehmet dersini çalışmak üzere odasına çekildiğinde, Ahmet bey televizyonun karşısındaki yerini almıştı; arkası yüksek, yanında ayaklı bir abajur, abajurun hemen önünde bir sehpa bulunan koltuğuna kurulduğunda; Ayşe hanım masayı toplamış, mutfağı kolaylamış, Ahmet beyle beraber her akşam yemek sonrası içtikleri, köpüklü, telveli, orta şekerli Türk kahvesini yapmakla meşguldü...

Haber saati başlamak üzere iken, Ayşe hanım kahveleri yapmış, yanına da birer bardak su ilâve ederek, Ahmet beyin yanındaki koltuğa oturmuş, dikkatle televizyonda başlayan haberleri izlemeye koyulmuştu...

Birbirlerini takip eder aralıklarda kahvelerini yudumluyorlar, verilen haberleri yorumluyorlardı...

-Sayın seyirciler; son yıllarda toplumumuzda gelişen ve farklılaşan tüketim alışkanlıkları sebebiyle, bildiğimiz bakkal alış-veriş hali, yerini markete doğru terk etmekte...

Buna ilâve olarak, bunlardan daha büyük, daha kapsamlı, süper marketler ise yakın zamanda faaliyete geçecek gibi görünüyor...

Hedefte "Hiper market" oluşumu var!..

İşte hiper market tanımına uyan bazı örnekleri, yurtdışından, sizin için görüntüledik...

Diğer haberler, spor haberleri derken, Ahmet beyin merakla beklediği hava durumu da yayınlanınca, Ayşe hanıma; hanım, şu bakkal efendinin defterini bir getiriver, pusulayı verdi, bir karşılaştıralım, maaşın ne kadarı onun bir görelim...

-Olur, sen bakarken ben de mutfağı halledeyim, bir şey olursa seslenirsin...

-Olur hanım, sana zahmet, bir de güzel çayından demlersen karşılıklı içeriz, olur mu..?

-olur, olur...

Ahmet beye defteri verip mutfağa yönelen Ayşe hanım, defterin stresini bulaşıklarda atma gayretinde iken; Ahmet bey < eee,="" yiyoruz="" da="" böyle...="" bak="" kerataya,="" gene="" gazoz="" gofreti="" abartmış...="">> deftere, pusuladaki hesap tutarına, falan derken geçen vaktin farkına varmamış, Ayşe hanımın önüne koyduğu, dumanı üstünde tüten taze çayla adeta kabustan uyanmıştır...

-Hanım, bakkal efendi maaşın yarısını aldı. Kasap, manav, v.s., bir de televizyonun iki taksiti var. Eksiğimiz var ama iki taksiti ödünç olarak çözersem, ondan sonra rahatlarız. Sen yine de şu bakkal işinde biraz tasarruf yoluna gitsen iyi olacak...

-Merak etme, Mehmet ile de konuşur, önümüzdeki iki ay dişimizi sıkarız.

-Ya hanım, bizim bakkal efendi, market açarsa, ne diyeceğiz..? Market efendi mi?

-İlâhi bey, süper market açarsa, süper efendi, hatta televizyonun dediğine göre, hiper efendi diyecek değiliz ya..?

-Ömürsün hanım! Market ne ise de, süperi-hiperi oldu mu, defter tutacak efendi mi kalır? Peşin peşin veya efendi efendi ödersin, adı da, ..... Heh işte bir o kalır...

-Onu bilmem de bey, beş on sene sonra bize ne diyecekler?

-Ne diyecekler hanım?

-Kocamış ya da kartlaşmış!

-Hih hih hih, bin yaşa emi hanım, bakkal kocamış, kartlaşmış olacak he? Hih Hih Hih...

İçeriden annesi ile babasının sohbetinin yarısından sonrasına kulak misafiri olan Mehmet de katılır...

-Baba, bak gazete de ne yazıyor! Kredi kartı diye bir kart veriyormuş bankalar, alış-veriş için, baaaak...

-Ver bakayım oğlum!

Ahmet bey, eşiyle beraber haberi okuyup, üstünde epey bir sohbet ettikten sonra;

-Hanım, ne dersin? Alsam mı ben de?

-Bilmiyorum, bir araştır istersen? Sonuçta bedava değil ya, onunla da alsak ödeyeceğiz, öyle değil mi?

-Doğru hanım, bir araştırayım bakalım...

Bu sohbet den, Mehmet’in aklında , alış-veriş, banka, kredi kartı, market ve bakkal ile, annesinin bakkal için "Kocamış kartlaşmış" dediği kelimelerin anlamının ne olabileceği sorgusu kalmıştı...

Gel zaman, git zaman, Ahmet bey emekli olmuş, Ayşe hanım ile köşelerine çekilmişlerdir...Oğulları Mehmet mezun olmuş, askerliğini tamamlamış, iş hayatına atılmıştır...Söylenen süper-hiper marketler vardır artık...Mehmet, bunlardan alış-veriş yapmak da, babasına gösterdiği gazete haberindeki kart ve hatta kartları kullanmaktadır...

Bir gün, 2007 yılının Ekim ayında bir gün, Mehmet, annesi ve babasını ziyarete gitmişti...Sıcak bir karşılama ile eve buyur edilmişti... Mehmet tedirgindir, mahcup bir ifadesi vardır, görüntüsü hiç de sağlıklı değildir, anne-baba anlamıştır ama sebebini bilememektedirler...

Ayşe hanım her zamanki dumanı üstünde tüten taze çayını demlemiş ve salona getirmiştir ki; Mehmet, hani ağzını bıçak açmaz bir hal içinde, babasının meraklı sorularını geçiştirir bir tavır sergiliyor, tedirginlikte git gide artar bir hal alıyordu...

Ahmet bey, Ayşe hanıma baktı; dudaklarını birleştirip, gölüklerinin üstünden, bir gözünü kırparak, kafasını bir sağa bir sola sallayarak > yardım istiyordu...

Ayşe hanım; Oğlum nedir bu halin, anlat hele, meraktan çatlatacak mısın bizi...?

Mehmet, hani yıllar önce annesi ile babasının sohbetine, elinde bir gazete ile katıldığı günkü gibi, yine bir gazeteyi, elinde sıkmaktan buruşmuş halde olan gazeteyi annesine uzattı ve;...şurayı okur musun anne... diyerek, âdeta koltuğun içerisine gömülmüş bir halde, hani, kaybolmak ister gibi bir hareket yapsa da, annesinin getirdiği çayı içmeden edemedi...

Ayşe hanım, gazeteyle beraber Ahmet beyin yanına geçti, Ahmet bey gazeteyi okumak üzere hazırlandığında, okuması için gereken yakın gözlüğünün burnunun üstünde olmadığını fark ederek, her zaman durduğu yerde, sehpanın üzerindeki telli ikiz camı aldı ve burnuna yerleştirdi...Karı koca beraber haberi okumaya başladılar...

Mehmet, annesi ile babası gazete haberini okurken, çayından aldığı her yudum, ama hayatının büyük bir kısmının geçtiği bu sıcak mekânda yaşananlar ama sonrasına ait hayatının her parçasını hatırlamasına sebep oluyordu...Çocukluğu, okuduğu yıllar, bir yudum, üniversiteden mezuniyet, bir yudum, yedek subaylık, işe başlaması bir yudum, delice seviyorum dediği eşiyle tanışması, evliliği bir yudum, şu an beş yaşında olan, şirin mi şirin kızları, bir yudum...

Aynı zaman diliminde, karı kocanın okuduğu gazete haberi ise...

Bireysel kredi borçları % 100 arttı..!

...

2007'nin dokuzuncu ayındaki rakam, 2006 yılını şimdiden geçmiş durumda. Ocak-Eylül döneminde 40.957 kişi borcunu ödeyemezken, bu rakam 2006'da 20.753 idi...Bireysel kredi ve kredi kartları borcunu ödemeyenlerin toplam sayısı da 2006 yılını geçti. 2006 toplam borçlu 199.000 iken, 2007 Ocak-Eylül 209.000'e ulaştı. Yıl sonu beklenen 300.000... Bir borçlunun etki sahasını asgaride kendi ailesi ile çarptığınızda ki ortalaması beş kişi; etkilenmesi söz konusu olan kitle, minimum, "1.500.000" kişi oluyor...

...

Ayşe hanım, Ahmet bey aynı anda;

-Mehmet, oğlum, haberi okuduk, durum son derece üzücü...Bizle yada senle âlakası nedir, onu anlayamadık evladım...

Mehmet, annesi ve babasının bu sözleri söylediği esnada, çayının son yudumunu da yuvarlamış, bardağı altlığının üstüne yerleştirdikten sonra, annesi ve babasına;

-Anne, baba, "Onlardan" biri de benim!

dediğinde, karşıdan kendisine bakan gözlerin kendisini tanımakta zorlanan ifadelerini görmüş, annesinin getirdiği çayın üstünde tüten duman, farklı bir yerde, gözlerinde belirmiş, derin sessizlik, bir ailede daha kendini göstermişti...

Mehmet'in buğulu gözleri, çayından aldığı yudumlar misali, gözlerinden aşağıya damlar haldeydi...

Karı koca birbirlerine bakıp, sonra oğulları Mehmet'e baktılar...Sözleşmişler gibi, beraberce; " Bakkal efendi gitti, Kart efendi geldi..." dediler.

Mehmet, o gün, annesinin bakkal efendi için, "Kocamış, kartlaşmış" dediğini hatırladı; ...Evet, Bakkal Efendi Kartlaştı, anlamı farklılaştı, "Kart" laştı, bakkal kalmadı, efendisi kaldı, evet, Kart Efendi... diyen kelimeler ağzından döküldüğünde, annesiyle babasının bakışları donuklaşmış, cevabını bilmedikleri ağır bir soru ve sorunla karşı karşıya olduklarını anlamışlardı...

Ring ring!

Zamanın geçici bir sürede olsa durduğu hissini veren bu anı, Mehmet’in cep telefonundan gelen ses bozmuştu...Arayan eşiydi, telefonun ekranında “bir tanem” ismi her ring ring sesinde yanıp sönüyordu, ama bir türlü açmak için düğmesine basamıyordu...Babasının; Mehmet, oğlum, baksana telefonun çalıyor, önemlidir belki oğlum, dediğinde...Mehmet, refleks olarak tuşuna basmış, cevap vermeden söylenenleri dinliyor, arayanın kim olduğunu merak eden anne babasına, eşinin söylediklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapamıyordu...

“Mehmet, evdeki eşyaları almışlar, burada bir kağıt var, yani soyulmadık ama haciz yapılmış, bütün eşya kaldırılmış, Mehmet, neler oluyor, Mehmet...Mehmet...”

Ahmet bey, Ayşe hanıma; Hanım, anlaşılan çocuklar bizde kalacak, sen en iyisi misafir odasını hazırla, ben de Mehmet’le gidip gelin kızımızla, torunumuzu alıp geleyim...

............?

Saygılarımla
 
Toplam blog
: 72
: 1708
Kayıt tarihi
: 09.08.07
 
 

"Beklentiler denizinde boğulmaktansa, gerçekler ve gerçekleşenler nehrinde yıkanarak arınmayı tercih..