Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '16

 
Kategori
Deneme
 

Barışı gerçekten istiyor muyuz?

Barışı gerçekten istiyor muyuz?
 

Bir sabah vakti. Suriye’nin Halep kenti. Henüz beş yıllık ömrünün tamamını savaşın korkunç sesleri arasında geçiren bir çocuk. Bu dünyaya kendi isteği ile gelmedi, ama yetişkinlerin başlattığı bir savaşta kendi payına düşeni de diğer emsalleri gibi elbette fazlasıyla aldı… Bombalar ardı sıra patlıyor. O taraf ya da bu taraf, fark etmez. Birileri fena bir şeyler yapıyor ve bu fena şeyler, yapıları yıkmakla kalmayıp, yıkıntınlar altında güzelim umutların ve yaşamların da solmasına sebep oluyor.
Bir sabah vakti. Henüz beş yaşında bir çocuk kuşların, çiçeklerin, rüzgârın ve toprağın sesleri ile değil, silahların ve ölümlerin korkunç ağıtları ile güne uyanıyor. Etrafını moloz yığınları sarıyor. Göz gözü görmez. Şimdilik soluk alıp verebiliyor. Demek ki henüz ölüm vakti zamanından önce gelip çatmadı. Demek ki bir süre daha yaşayacak… Küçük bedenini alıp, bir ambulansın koltuğuna oturtuyorlar. Şaşkın ve de sessiz. Olup biteni anlamaya çalışıyor. Yüzü toza dumana karışmış. Saçları da öyle. Elini, başında koyulaşan sıvı bir lekeye götürüyor, sonra ise parmaklarına yapışan bu lekeye bakıp, onu koltuğa siliyor. Yaralandığını henüz fark etmedi bile. Gözlerinde binlerce sözcüğe bedel sorular beliriyor. Anlaşılan o ki bize, herkese, dünyaya küskün ve öfkeli. Ağlamıyor, sadece insanı yerin yedi kat dibine sokacak o sorgulayıcı bakışlarını bize yöneltiyor. Ne diyebiliriz ki? ‘Sana böyle bir dünya hazırladık Ümran bebek, işte yaşa yaşayabildiğin kadar. Ama yaşayabilirsen…’
Çok değil, aylar önce bir bebeğin sahile vurmuş cansız bedeni ile ağlamış, ruhumuz acımıştı, öyle değil mi? Küçük, ufacık bedeni ile nasıl da masumdu, nasıl da çaresiz… Peki, o günden bugüne değişen ne, hiç bir şey. Yine savaşların ve ölümlerin cenderesinde çocuklarımızı sonsuzluğa kurban etmeye devam ediyoruz. Aylan bebeklerin cansız bedenleri ve Ümran bebeklerin öfkeli bakışları ne yazık ki bu korkunç savaşı bitirmeye yetmiyor. Savaş, tüm azgınlığı ile toprağın ve hayatın değil, tüm canlıların kanlarını çekip, almaya devam ediyor.
Stefan Zweig’in bir sözünü hatırlıyorum. Şöyle diyordu büyük üstad; ‘Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi.’
Evet, birisi savaşı başlattığı gibi, bu savaşa son verecek o barışı da başlatmalı. Ve buna ilk önce kendi doğup büyüdüğü ülkesinden başlamalı. Toplum artık bunu sıradan karşılar oldu(!) Çatışmaların devam ettiği ülkemizin Kürt şehirlerinden neredeyse her gün insanların yaşamlarını yitirdikleri haberini alıyoruz. Kim olursa olsun bu ülkede her gün insanlar ölüyor. Suriye’de barış olmasını ne kadar çok istiyorsak, aynı samimiyetle bu ülkenin topraklarında da aynı barışın gerçekleşmesini sağlamalı ve bunun için mücadele etmeliyiz. Benim nazarımda bu barışı sağlayacak olan ne devlettir, ne de onun karşısında duran örgütlerdir. Barışı sağlayacak ve onu güvence altına alacak tek unsur, toplumun bizatihi kendisidir. Halkların kendi aralarında kurdukları sarsılmaz köprüdür. Ve fakat bu barış antlaşmasının, bir tarafın diğer taraf üzerindeki üstünlüğüne değil, her iki tarafın da eşit, adil ve özgürce yaşamalarını garanti altına alacak güven verici bir sözleşmeye dayalı olması gerekir.
Politikacılar ne yaptıklarını bilmiyor, onları dinlemek anlamsız. Neden diyecek olursanız, yüz yıl önce bu ülkede yapılmak istenmiş, ama sonrasında derin bir hezeyan ile sonuçlanmış yolların bugün de aynı mantık içinde denenip, bundan farklı bir sonuç umulması, doğrusu neresinden bakarsanız bakın ahmaklıktır, cahilliktir, boşa kürek sallamaktır. Eğer barış istiyorsanız, öncelikle farklılıklara saygı duymalı, kimlikleri ve düşünceleri özgür bırakmalı, adaleti ve eşitliği kusursuzca sağlamaya olanak verecek iyi işleyen bir sistem kurmalısınız. Bu, barışın olmazsa olmaz teminatıdır. Aksi halde vurmak, kırmak ve yok etmek düsturu üzerine yükselen gerici bir kafa ile olup biteni düzeltmeye yeltenirseniz, eşyanın doğası gereği dönüp dolaşıp yine aynı yere gelirsiniz. Tabi bu gidiş gelişler sırasında yüzlerce hatta binlerce inanın canını da heba etmiş olursunuz.
Aslında anlatılacak çok şey var, fakat sözün kısasını yazıp, bu deneme yazımızı ünlü fizikçi ve barış aktivisti Albert Einstein’in bir sözü ile bitirelim;
‘ İnsan, savaş gibi inanmadığı bir şey için acı çekeceğine, barış gibi inandığı bir dava uğruna ölse daha iyi değil midir? Savaş için hiç direnmeden verdiğimiz kurbanları, barış için de vermeye hazır olmalıyız.’


19 Ağustos 2016


İstanbul

 
Toplam blog
: 27
: 732
Kayıt tarihi
: 21.06.10
 
 

Edebiyat, edebiyat, edebiyat....  ..