Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mart '11

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Basının Özgürlüğü Akıllarına Yeni Geldi!!!

Basının Özgürlüğü Akıllarına Yeni Geldi!!!
 

“Vicdan”, içeriği gereği, beni en çok etkileyen kelimelerden birisi…

Kelimenin anlamına dair çok fazla kafa yormadım. Ortaya çıkışı, nereden geldiği, nereye gittiği değil tabii ki meselem. Takınmış olduğum bir tavır sonrasında başkasına değil de, kendime vereceğim hesap beni daha çok ilgilendiriyor. Sadece bu güne özel bir düşünce değil bu durum. Yıllardan beri böyle… Önce kendimle barışık olmam gerektiğini, önce kendimi ikna etmem gerektiğini küçük yaşlardan beri zihnime kazımışım. Bu durumun nasıl geliştiğine dair bir fikrim de yok…

Vicdan’a dair bir şeyler yazma ihtiyacı duymamdaki nedenim, geçtiğimiz günlerde Beyoğlu İstiklâl Caddesinde, gazetecilerin yapmış oldukları yürüyüşe dair bir şeyler söylemek için…

Kendi siyasal kimliğim üzerine bir şeyler söylemem gerekirse, kendimi rahatlıkla sosyalist olarak tarif ederim. Tabii ki özgürlükler adına sınırların genişletilmesi, demokrasi gibi kavramlar beni fazlasıyla ilgilendiriyor. Sosyalist bir kimliğin içsel bir özellik kazanması içinde otoriteye karşı net bir tavrın ortaya konması gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki yaşamış olduğumuz devlet rejiminin en ayırt edici özelliği, otoriter bir rejim olması ve doğrusunu isterseniz ben de bu rejimin otoriter yanına dair fazlası ile alerji duyuyorum. Askeri darbelerden nefret ederken, asker ve yargı vesayetine de aynı gözle bakarak bu yaşıma kadar geldim. Geldiğimiz bu noktada bir başka otoriter yapının ülke genel siyasetine egemenliğine tanık oluyoruz. Kendilerinden hiç de hazetmediğim bir çevre bu gün iktidarın tam da göbeğinde… Bu çevrede otoriteden beslenen bir çevre… Biat kültürü hakim…

Bu çevrenin ülke genel siyasetinde etkili olmaları şahsımı rahatsız ediyor olsa da, şu gerçeği asla gözden kaçırmıyorum, bu çevreler sıkı bir çalışma süreci içerisine girdiler. Daha biz dünya da yokken, bu günün siyasal İslam’ı temsil eden çevreleri, 1960’lı yıllardan beri, siyaset arenasında var olmak adına, ülke genel siyasetine egemen olmak adına sıkı bir mücadelenin içerisine girdiler. Adeta ilmek ilmek dokuyarak bu günlere geldiler. Bence verilen mücadele ile gelinen nokta arasında doğru bir orantı yok. Verilen mücadele, örgütlenme çabaları had safhadayken, geldikleri noktanın ben halen çok geri olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bu çevrelerin örgütlenmesine mevcut rejim de fazlasıyla göz yumdu. Sol, sosyalist çevreler her türlü baskıya maruz kalırken, İslami çevrelerin kılına dokunan olmuyordu. Askeri darbeler solu ezip geçerken, bu çevreler olanı biteni kenardan izleyip, suya sabuna dokunmadan 28 Şubatlara kadar geldiler. Yaşamım içerisinde siyasal İslam’a yönelik, asker tarafından yapılan en net baskı 28 Şubat oldu. Oysa rejim içerisinde mutlak güç olmuş çevrelerin, zamanında siyasal İslam’ı nasıl koruma altına aldıklarını biliyoruz.

Bu gün siyasal İslam’ın parçaları olarak tarif etmeye çalıştığımız çevre ve çevrelerin, bariz bir şekilde iktidarın tek varisi olduğuna tanık oluyoruz.

28 Şubat sürecinde siyasal İslam’a karşı duruş sergileyen basın çevrelerinin, sipariş usulü nasıl manşetler döşendiklerine de tanık olduk. Bu günün medya patronlarının askerle olan ilişkileri de bilinen bir gerçek. Toplumu manipüle etmeleri, kamuoyunu yanlış yönlendirmeleri, hepsi bilinen gerçekler. O yıllarda çok da net bir şekilde fark edemediğimiz bu durumu, yıllar sonra daha net bir şekilde yorumlayabiliyoruz.

Konuyu buralara taşımamdaki sebep, geçtiğimiz hafta tutuklanan Nedim Şener ve Ahmet Şık ile ilintili. Ergenekon Davası kapsamında bir süreden beri gazetecilere yönelik bir operasyona tanık oluyoruz. Bu davanın başından beri bir kısım gazeteci gözaltına alındı, tutuklandı veya iddianame dahi olmadan gözaltı süreleri uzatıldıkça uzatıldı. Bu davada en uzun hapis hayatı yaşayan kişiler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan… Geçtiğimiz hafta tutuklanma istemiyle gözaltına alınan Nedim Şener ve Ahmet Şık, öncesinde Oda Tv çalışanları ve Soner Yalçın… Ergenekon Dava süreci, bu hali ile ilk bakışta basına dair sıkı bir baskının olduğu izlenimi yaratıyor. Bu hususlardaki detaylar hakkında çok net bilgilerimiz yok. Kaldı ki ilişkiler ağı o denli karmaşık ki, üzerinde sıkı bir şekilde, özenle çalışma yapmak gerekiyor bu ilişkiler ağını kavrayabilmek için.

Dün Taraf Gazetesinde Mehmet Baransu’nun köşe yazısında, Hanifi Avcı’nın “Haliçte Yaşayan Simonlar” kitabına ilişkin ilginç bir tespitine şahit olduk. Kitap daha yayınlanmadan önce, Nedim Şener kendi köşesinde, bu kitaptaki birçok pasajı yayınlamış. Mehmet Baransu bu durumu örneklerle, net bir şekilde açıklıyor.

Peki söylenen neydi?

“Hanifi Avcı’nın kitabının cemaatle ilgili olan son bölümlerinin yazarı Nedim Şener’dir”.

Söylenti böyleydi ve Mehmet Baransu bu durumu dünkü yazısında ispat ediyor. Gerek Nedim Şener’in köşe yazıları olsun ve gerekse de kitapta yazılanlar olsun birbirinin tıpkısının, aynısı. Köşe yazılarındaki cümleler aynen kitaba taşınmış. Peki bu durumu bir suç unsuru olarak niteleyebilir miyiz? Bence hayır. Bu durum bir suç değildir. Şayet bu gibi şeyler, yani bir anlamda sipariş usulü kitap yazmayı veya manşet çakmayı suç kapsamı içerisinde değerlendirirsek durum pek tabii ki içinden çıkılmaz bir hâl alır.

Tabii benim gelmek istediğim nokta başka…

Ergenekon Davası kapsamında içeri alınan gazeteciler üzerinden basının susturulduğu yönünde ileri sürülen görüşler inandırıcı olmaktan öteye bir durum. Evet… Gerek Nedim Şener olsun ve gerekse de Ahmet Şık olsun hak etmedikleri bir muamele ile karşı karşıyalar. Her ikisinin de haklarını savunmak, özgürlüklerine kavuşmaları yönünde çaba göstermek tuhaf bir durum değil. Fakat bu kişiler üzerinden basının susturulduğunu iddia eden kimi medyanın önemli isimlerine hayret etmekteyim. Meğerse bu çevreler nasıl da bir anda özgürlük savunucusu kesildiler başımıza. Caddelerde yürüyüş yapmaya kadar götürdüler işi… Bu kişilerin serencamlarını bilmesek, bu adamların demokrat olduklarına inanacağız. Hepi topu birkaç ulusalcı gazetecinin içeri alınmasını, basının susturulmaya çalışıldığına dair delil sayıyor olmaları bana o denli komik geliyor ki, aşağıda vereceğim örneklerle bu duruma biraz osun ışık tutmaya çalışacağım.

Bilmem bilir misiniz?

Bir platform var ve adına “Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu” diyorlar. Platform sözcüsünün adı Necati Abay.

Necati Abay yıllardan beri Kürt ve sosyalist basından tutuklu olan gazetecilerin durumunu kamuoyuna anlatmaya çalışıyor. Birileri gerçek anlam da muhalif bir basın görmek istiyorlarsa, gözünü, kulağını Necati Abay’a çevirsinler ve baskının, sindirmenin ne demek olduğunu bir bir öğrensinler. Önceleri ne basının diğer meslek kuruluşları, ne Basın Konseyi denen kurum bu gibi hususlarla ilgilenmedi. Hatta ve hatta bizzat AKP tarafından 2006 yılında Terörle Mücadele Yasasında değişiklik yaparak, ilgili yasada basına yönelik baskıları daha pervasız hale getirdiğinde, bu gün feryad eden şimdinin iki yüzlü çevreleri, o zaman sus pus olmuştu. Hiç aldırmadılar… Oralı dahi olmadılar. En nihayetinde baskıyı yiyen çevreler Kürtlerdi, sosyalistlerdi.

Yasa daha meclisten geçmeden kimi akil çevreler bu duruma eleştiri getirmiş ve yasanın sakıncalarından bahsetmişlerdi. Yasa uygulanmaya başlanınca hem sosyalist basın, hem Kürt basını alabildiğine baskı ile karşı karşıya kaldı. Gazeteler kapatıldı, toplu tutuklamalar yapıldı, sanıklar bin bir türlü baskı ile karşı karşıya kalırken, avukatlarıyla dahi görüştürülmediler. Şimdilerde Özel Yetkili Savcılara feryad ediliyor ya, o Özel Yetkili Savcılar ilk güç denemelerini sosyalist basın ve Kürt basını üzerinde denemeye başlamıştı bile… Bilmem yine bilir misiniz? 1980 darbesinin bu ülkeye bıraktığı en yegâne uygulamalardan biriside 120 günlük gözaltı süresini şeklen ne hallere düşürdüğüydü. Gözaltında bulunan kişiyi 120 günü doldurduğunda serbest bırakıyor ve hemen ardından tekrar gözaltına alıyordu. Bu şekilde içeride insanlar ne kadar süre yatıyordu?

Tutuklu gazetecilere ilişkin “Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu” sözcüsü Necati Abay bakın nasıl bir tablo önümüze seriyor.

7 Mart 2011 tarihi itibari ile on ikisi imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü olmak üzere elli sekiz gazeteci ve yazar tutuklu. Bu gazeteciler arasında beş yıldır tutuklu olan Atılım Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanıyor. Ulusalcı basında birkaç tutuklama sonrasında feryad edenlere şu tablo çok şey anlatacaktır.

Aram Yayınları 1, Azadiya Welat 9, Atılım 8, Baran 1, Bilim ve Gelecek 1, Devrimci Hareket 1 Diha 7, Ekmek ve Adalet Dergisi 1, Enternasyonal 1, Eylül 1, Gün Tv 1, Gündem 1, Halkın Günlüğü 1, İşçi Köylü 2, Kamu Emekçileri Cephesi Dergisi 1, Nokta 1, Odak 1, Özgür Halk 1, Özgür Radyo 1, Proleter Devrimci Duruş 1, Radyon Dünya 1, Red 1, Sosyalist Demokrasi 1, Toplumsal Özgürlük Gazetesi 1, Yürüyüş 3.

Ortaya serilen bu tablo, sosyalist ve Kürt basın çevrelerinin nasıl bir baskıyla karşı karşıya olduğunun somut göstergesidir. Peki, bu çok özgürlük sevdalısı merkez medyanın baronlarının akılları neredeydi bu insanlar içerlerde çürürken. Şu aralar birkaç tane ulusalcı basından isim içeri alındı diye ortalığı ayağa kaldıranların basın özgürlüğü gibi ulvi bir kavramın arkasına gizleniyor olmaları emin olun insanın gözlerini yaşartıyor.

Evet… Nedim Şener’e, Ahmet Şık’a özgürlük… İnsanlar yazdıklarından ve düşüncelerinden dolayı baskıya maruz kalmasın. Ama Nedim Şener’e ve Ahmet Şık’a sahip çıkarken, onca basın emekçisini görmezden gelen bu iki yüzlü yapıya küçücükte olssa bir sitemimiz olsun değil mi? Zira dürüstlük erdemini çiğnedikleri o denli çok hadise var ki…

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..