Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Biblo kadınlar (Salon kadınları)

Biblo kadınlar (Salon kadınları)
 

Oldum olası, bi yerleri eksik gelmiştir bana; biblo kadınların...


Dün Atilla İlhan'dan aldığım: " yamyam kadınlar " deyimini konu etmiştim yazıma. Bugün de, onun biblo kadınlarını; benimse, salon kadınlarımı anlatacağım; izninizle sizlere...

Görgü kurallarını da, nasıl oturup, kalkacağını da, çatalıyla bıçağını dans ettirirken; gözlerini baygın baygın süzmesini de, herkeslerden iyi bilir; malum salon kadınları... Konken, briç klasik olanlarının, adı bilinmedik şans oyunlarıyla, kumarın envai çeşidiyse; yeni yetmelerinin tercihidir. Hemen söyleyeyim...

Entellektüel olanları, salon kadınlarının; kimi gün, kitap imzasına katılır, kimi gün, en yeni, en bilinmedik şair ve yazarların okuma salonlarına, tanışma toplantılarına...

İstanbul'un kalbi, Beyoğlu'nda arz- ı endam edip, piyasa yaparken eskiden; sosyete dünyasına... Geçmiş zamanlarda takıldığı Kanlıca - Salacak - Kız Kulesi -  Kuzguncuk - Nakkaştepe hattından; şimdilerde, Bebek civarına, İstinyepark'a kaydırmıştır; narin bedeniyle, güneş yağıyla parlatılmış, ikoncan imajını!... 

Eskilerde, Belgrad Ormanı'yla, Polonezköy - Şile güzergahında alırken soluğu; şimdilerde, pek afilli fitness  clublarda eritiverirler göbeciklerini!...  Kimi plates yaparken, kimi squash oynayaraktan; hemi de!... Bodrum'larda, Alaçatı'larda geçirirken; long weekendlerini!...

Pek bi narin, fazlasıyla çıtkırıldımdır hanfendi!... Öyle, küfür, argo, kavga, gürültü neyin bilmez kendileri!... " Çok pardon! " la başlayıp konuşmaları; " Bana sen diyemezsin! " le sürüp gider azarlamaları!...

Centriumları herkeslerden iyi bilip!, kenar mahallelerden hiç yoktur haberleri!... " Parası olmayan yemesin arkadaşım! " la, tanesi 50 liradan hüpletirken en kral lahmacunları; hiç dert edinmez kendine; işçisinin sigorta parasıyla, evinde boğaz tokluğuna esir ettiği hizmetçisinin; izin, tatil ve dahi bayram günlerini, yılbaşı ikramiyelerini...

Sokakta, tinerci, evsiz, barksız, kimsesiz çocuklardan fellik fellik kaçarken kendileri; elin Miami'lerinde, Boston'larında okur binlerce dolara; onların çocukları!... Ama doğru ya!... Onlar sokağın değil, kendilerinin evlatlarıdır ne de olsa!... " Evlat! " dedi mi bi ana... Dünyaları önüne sermeli değil mi; kuzucuğuna?!! Çünkü onlar, başkalarının değil, sosyetenin, salon kadınlarının çocuklarıdır; ne de olsa!...

Her eşinin, dostunun düğün, derneğine koşa koşa giderken; nedense! kendi nikahına koşmak bi türlü aklına gelivermez; salon kadınının!... Herkese : " Bir yastıkta kocayın inşallah! " temennisi dağıtırken; en bol kesesinden; kendisi, her çiçekten bal, her baldan petek yapma derdine düşmüştür; her daim... Düşününce... Ne de garip bir durumdur bu? Değil mi?

Hayvan koruma derneklerinin her aktivitisine, balosuyla, kermesine koşa koşa giderken, sosyetik bir hanfendi; gardrobunun en dip köşelerine saklanmıştır; tavşan tüyüyle, samur derisinden biçilmiş kürkleri!...

Hayatı, salonunun en afilli köşesindeki, kristal bir pencereden izlerken; kadının biblo cinsinden olanı; ne elini sıcak sudan soğuğa vurur; ne de sokağının çamur ve çirkefiyle muhattap olur; işini bilen nitelikli bir salon kadını!...

Ee! Ne de olsa, salon kadınıdır o artık!... Yediği önünde, yemediği arkasında!... Bindiği jeep kapıda, uçağıyla, helikopteri fabrika çatısında bekler güzel yavrucağımızı!; di mi ama?!! Eskiden, yorulmak istemediğinde, karada taksiye binerdi... Şimdilerde, deniz taksisiyle, uçağına bile binebiliyor; hem de kıyıp birkaç yüz liracığana!...

" Parasıyla değil mi kardeşim?!! İster ata binerim, ister uçağa! Ne yani! Paramında mı hesabını sana vereyim?!! "

Keyif senin keyif ne de olsa abla!... Ben ne diyebilirim ki sana? Devran senin devran... Yat, kalk, keyfine davran!... Gününü gün et, eğlenmenin, gezip tozmanın, şımarıklıkla, görgüsüzlüğün kitabını yeniden yaz!... Güç senin, saltanat, babanla, kocanın ne de olsa!... Ama sana diyecek iki çift sözüm var; iyi dinle diyeceğimi; olur mu biblodan abla?!!:

Her tatlı tatlı yemenin, acı acı geğirmesi olur; untma!... Salon gidip, şatafatla, tantanası uçunca elinden... Verilecek bir hesabın kalır geriye... Aman diyim!... Hesabını şaşırma! Pusulanı yitirme! Hesap günün geldiğinde: " Ama ben salon kadınıydım!... N'oldu şimdi bana böyle? " diye; alemi birbirine düşürme. Tamam mı; iyi günün ve tatlı rüyaların taçsız kraliçesi?!! Dara gelip, zora düşünce: " Yandım Allah! Yetiş! " diye, tepinme boş yere kendi kendine... Çünkü canım:

İyi günün dostu, kötü günün düşmanı çok olur. Çekilmez dert geldimi başa; bir kadının ne bibloluğu, ne salon hanfendiliği kalır.

Kadın dediğin, senin gibi çıtkırıldım değil, şöyle vurdu mu ses getirendir. Kadın dediğin, hükümet gibi olmalıdır. Hükümet yıkılsa, dünya yerin dibine geçse, yılmamalı, yıkılmamalı kadınım dediğin...

Bence sen, kaşını, gözünü oynatıp, kalçalarını kıvırtıp duracağına karşımda; bir sağa, bir sola!... Git de, " Nasıl makbul bir kadın olunurmuş? " dersine çalış! Çalış da gel karşıma ki; oldun mu, olmadın mı? seni şöyle bi güzel imtihan edeyim! E mi canım! Anlaştık değil mi; güzelim benim?!!

Not: Yazıda kullanılan görsel internetten alınmıştır.

 
Toplam blog
: 1349
: 1777
Kayıt tarihi
: 30.01.11
 
 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler veTanıtım, A.Ö.F. Adalet Yüksek Meslek ..