Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ocak '09

 
Kategori
Deneme
 

Bilgi-Bilinç-Bilim

Bilgi-Bilinç-Bilim
 

benden


Herkesin dört odalı bir yüreği vardır; bilge adamınsa dört yüreği vardır: biri sever, biri hoş görür, biri bir daha sever, ve biri de bıkmadan hayatın bilincini damıtır...

Bilge adam her şeyi bilemez ama bilincini her şeyi öğrenmeye açık tutar; sadece ahmaklar her şeyi bilirler ve öğrenecek bir şey kalmadığına hükmederler.

Bilgi açığını korkutma veya süslemeyle, düşünce tembelliğini hile ile kapatmayı becerenlerin işine ortak olmuşsan, ne kadar akıllı ve çalışkan olsan da maddi kazanım pastasından umduğun parçayı yiyemezsin...

Bilginin Bedeli.......
Bir fabrikada imalat hattında çok önemli olan ana makinelerden biri arızalanınca tüm üretim durmuştu. Mevcut teknisyenler makineyi çalıştırmak için çok uğraştılar, ancak ne yaptılarsa boşuna, bir türlü başaramadılar. Sonunda dışarıdan uzman çağırdılar. Uzman gelip makineyi inceledi. Durumuna baktı. Sonra çantasından bir çekiç çıkardı. Elinde çekiçle makineye yaklaştı. Makinenin belli bir noktasına elindeki çekiçle dikkatlice sert bir vuruş yaptı. Makine hemen çalışmaya başladı ve hiçbir arıza olmamış gibi devam etti. Fabrika tekrar harekete geçti. Uzman fabrikadan ayrıldıktan iki gün sonra faturasını gönderdi : "Hizmet bedeli karşılığı 1.000 USD (bin dolar)"…

Fabrika müdürü bu faturaya çok bozuldu. Bir çekiç darbesi için bin dolara tepesi attı. Uzmandan ayrıntılı fatura göndermesini istedi. Uzmandan bir gün sonra aşağıdaki ayrıntılı fatura geldi :
Makineye cekiçle vurma bedeli…………………….1 $
Nereye vuracağını bilme bedeli………….….999 $
Toplam ……………………………………………………..1.000 $
***
Hayatın aslında bizim ne bilgimize ne bilincimize ihtiyacı vardır. Ölüm bunun en büyük kanıtıdır. Ölürüz ve hayat kendinden bir eksilme hissetmez. Hatta tüm insanlar bir anda ölseler bile hayat bunu hiç umursamaz. Biz hayatın vazgeçilemez biriciği değiliz; ancak bizi canlılar içinde biricik yapan bir özelliğimiz vardır; bu çok özel özelliğimiz, hayatın tüm element ve sistemleri arasındaki ilişki kurallarını çözümleme merakımızdan, tarihin bilgeliği ve geleceğin hayalleriyle birlikte kendimizi ve başkalarını biçimlendirme ilişkilerimizden elde edilerek biriktirilmiş bilgilerden bir bilinç sistemi oluşturabilmemizdir. Bu tür bilgi bağlarımız olmadan, yeteri kadar bilginin farkında olamadan, zamanı yürütecek bilinçli bir yaşam sürdürmemiz de olası değildir.

Bilgisiz bilinç olmaz. Bilinçsiz bilgi de hiçbir işe yaramaz. Bilinç, bilginin düşünce süzgecinde çözümlenmesidir. Zihnimiz ne kadar çok bilgiye ulaşabiliyorsa, bilincimiz de o kadar düşünsel bir verimlilikle çözümlemesini yapar. Bu çözümleme sonucu bazen yeni bir bilgi elde edilir, bazen bilgi somutlaştırılır, bazen de eldeki bilgiler somut bir sisteme dönüşürken yeni bilgiler elde edilir. İşte bu bilgi-bilinç-düşünce-bilgi geçişlerinin sonunda tüm bildiklerini bile inkar edebilir özgürlükte bir bilinç işletmesi sağlayabilirsek, hayatın hiç önemsemediği varlığımız, hayatın kendisi kadar geniş bir öneme gelebilir.

Öncesizlik ve sonrasızlık içinde var olan bilginin bilincine varılması sadece insana özel bir durum olarak ortaya çıkar. İlk evrede bu, başsız ve sonsuz olanın insan maddesince sezilmesidir. Başka bir deyişle, bu hikâye kendini sezen maddenin hikayesidir. Ve daha sonra bilincinin bilincine varan insan evrensel eytişimin (diyalektiğin) bilgilerini kavramak ve ifade edebilmek için kendi bilgi sistematiğini ve onun yazılım dili olan matematiği üretmeye geçmiştir. Biz insanlar henüz bu büyük hikâyenin giriş sözündeyiz.

Kişilerin bilincini tanımlayan, eğitim düzeyi, üretim ilişkileri ve tükettikleri ürünler gibi toplumsal varoluş ortamlarıdır. Ancak, bu toplumsal varoluşun belirlediği bilinç kendi varoluşunun niteliğini yükseltmek isteyeceğinden, insanın yaşamsal ortam ilişkileri de oluşmuş olan bilincinden etkilenecektir. Yükselen bilinç düzeyi daha iyi eğitim, daha verimli ve kaliteli üretim ve tüketim talep edecektir. Toplumsal varoluş her an bilinci sarmalamış olsa bile, aynı anda veya daha sonra bilinç de toplumsal varoluşu sorgulamaya başlar. Biri diğerinden bağımsız olamayacağı gibi, biri diğerini tamamen etkisiz kılamaz. Ancak bilinçleri ne kadar yükselmiş olsa da, toplum üyeleri toplumsal ilişkilerin TÜMÜNÜ birden iyice belirgin bir şey olarak algılayıp kavrayamazlar.

Toplumsal varoluş ortamı yüksek nitelikli olsa bile, bireysel varoluşun genetik farklılığından dolayı bu ortamda büyüyen herkesin bilinci aynı oranda gelişmez. Yani genetik varoluş aynı ortamda ve zamanda farklı bilinç düzeyleri oluşmasına neden olabilmektedir. Ancak her şeye rağmen ortamın eğitim ve insan ilişkilerindeki kalitesi bilinç düzeylerinde iyileşmeye neden olan bir özelliktir. İleri demokrasilerde bilgi ve eğitim desteği ile bilinç seviyesini yükseltebilen birey, içinde yaşadığı toplumsal ortamı değiştirebilir yetkinlik de kazanır. Ya da, sadece kendi bireysel varlığını sergilemekle yetindiği yalnızlığıyla yaşamayı seçebilir.

Marx’a göre, insanların doğa üzerinde uyguladıkları üretim eylemleri, ve bunun için aralarındaki işbirliği veya çatışmalar sosyal varoluşun temeli ve nesnel şartıdır. Marks'ın diyalektik materyalizm felsefesine göre bilinç de, insanın doğal ve toplumsal varlığının yansısı olarak, yani duyularından yaptığı algılamaların bilgiye ve düşünceye soyutlanan karmaşık yansısı, ve son olarak yansının kendisinin faal olması şekliyle tanımlanmaktadır. Aslında insan bilinçleşmiş ve bilinçleşen bir sistematik madde biçimidir. Maddenin özündeki çelişkilerin eytişimsel (diyalektik) ilişkileriyle bilinçleşmesinden insan çıkmıştır bile diyebiliriz.

Toplum ile insan bilinci arasında eytişimsel (diyalektik) bir çakışım oluşmuştur. İnsan bilinci, birlikte var olunan toplumun tarihi seyri içinde elde edilmiş bilgi ve kültürden yararlanma düzeyinde üretim, tüketim ve aşk gibi başka tür yaşam ilişkileriyle oluşurken, oluşan insan bilinci de toplumsal ve bireysel ortam ilişkilerindeki kaliteyi yükseltmek için kendisini harekete geçirir.

Toplumsal yaşam, insanların üretim ve tüketim ilişkileriyle yapılanan zorunlu bir birlikte yaşamadır. Zorunludur, çünkü doğada kendiliğinden hazır bulunan tüketim maddeleri, ve de birkaç insanın becerebileceği üretim sonuçları, insan bilincinin yükselmiş olduğu düzeydeki tüketim ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Hayatın başında maddenin akıllanmış biçimi olan insan, artık maddenin toplumsallaşmış bilinçli biçimine dönüşmüştür. Ve insan bilinci ilerleyen toplumsal yaşam içinde olgunlaşarak kendini fark etmesiyle, az ya da çok toplumsal yaşam ortamını da değiştirici, düzenleyici ve denetleyici bir etken olabilmektedir.

İNANÇ TUTUĞU BİLİNCİN KIVRANIMLARI

İnanç sistemleri aslında insanın kendi bilincine bir efendi tayin etmesinden başka bir şey değildir. Ve din bu bağlamda insanın kendini bulamadığı ya da kendini yitirdiğindeki bilincidir. Aristoteles diyor ki... İnsan düşünebilmek, kendisini özgürce zihinsel gelişim çabasına verebilmek, bilincinin farkına varmış bilge insan olabilmek için, günlük yaşamın maddi endişelerinden kurtulmalıdır. Aynı biçimde insan, bilincini sadece inanç kalıplarına göre biçimlendirmeyi reddetmelidir. Kendini sorgulayabilecek ve yeniden yapılandırabilecek özgürlüğe geçmek isteyen bilincin en büyük düşmanı dünyada ve ahrette en başköşeyi kapma hırsıdır.

Bugün birileri kalkıp da Ağlama Duvarı'na, Hz. İsa'nın çarmıhtaki heykeline, Kabe'ye tükürse, Tanrı her şey olma özelliği gereği bundan zerre zarar görmez. Ama gene de bunu yapan kişi suç üstü yakalanmışsa inananlar tarafından "Tanrı'yı koruma" adına linç edilecektir. Oysa böyle davranmakla farkında bile olmadan Tanrı'nın kendi onurunu koruyabilecek güçte olmadığı şeytani bilgisi onaylanmaktadır. Bu terbiyesizi özgürlük sınırları içinde kalan inancı aşağılamak suçundan yargılayıp cezalandırmak insan olmaya daha bir yakışır. Ama tüm bu doğrulara rağmen yakalanan tükürükçü linç edilecektir, çünkü bu hakarete tanık olan bilinçleri bağlayan inanç bilgilerinin putperest kalıntıları ayaklanmıştır bir kere.

İlkel bir kabilede toteme tapınmanın ne kadar aptalca olduğunu göstermek için toteme tükürüp, "Bakın, gördünüz mü? Bu sahte tanrı bana gıkını çıkaramaz" deme cüretini gösteren bir Allah kulu da aynı biçimde linç edilir; ve biz hiç düşünmeyiz Allah sevgili kulunu niye korumadı diye. Sakın, bizim de o putperestlerden aşağı kalır yanımız olmadığı için olmasın? Biz inançlarımızı kutsamak adına birbirimizi ve hayvanları boğazlarken, bitkileri ve toprağı talan ederken, türbeleri tanrı huzuruna çıkış vizesi kesen makamlar olarak görürken hangi gizli putumuza hizmet etmekteyiz? Tek tanrıya adanan görkemli tapınakların ve gösterişli ayinlerin gizli putları nelerdir? Servet ve iktidar hırsına secde etmiş siyaset bu gizli putların en babalarından olabilir mi? Eğer bilinç putlaşmış bilgileri sorgulayıp yeniden düzenleyemiyorsa, henüz kendini fark etmiş değildir. Kendini fark edemeyen bilincin de özgür inancından söz edilemez.

Dünyanın sonu geldiğinde uzay gemilerine Kabe’nin bir maketi konarak hac ibadetinin yerine getirilmesi sağlanmış olur mu? Uzay kolonileri halinde yaşamaya başlayan insan, güneşinin ve ayının yok olduğu evrensel yalnızlığında hangi takvimi kullanacak? Noel ruhu o zaman neyi ifade edecek? Uzaylı Müslümanlar kurban kesmek için sığır, deve ve koyun sürülerini hangi uzay otlağında yayacaklar? Kudüs’ün kutsallığı üzerine dökülen kanlar ne olacak? Tüm bunları sormayı bile günah sayan bir inanç sistemi elbette ki bilincin özgürleşmesine yardımcı olmayacaktır?

İslamiyet’in Doğuşu filminde duydum, Tanrı der ki, (ayet olarak) "Siz kendinizi değiştirmezseniz, biz sizi değiştirmeyiz". Sanki Tanrı bizi kendi bilincine yaklaştırmak istiyor. Çünkü Tanrı aslında evrensel bilincin özel adıdır...


Muharrem Soyek

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..