Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '09

 
Kategori
Beslenme / Diyet
 

Bir Farklı Yolculuk

Bir Farklı Yolculuk
 

Evrim böyle geçirilir.


Tüm gençliğimi 65-70 kilo civarında geçirdim. 1.87 boyumla orantılandığında az bir kiloydu bu. Annem, koca adam olmama rağmen bayılırdı ağzıma tıkıştırmaya. O güzelim mantıları, börekleri keyifle indirirdim mideye. Yine de kilo almazdım. Basketbol da hayatımın vazgeçilmeziydi. Boyum o yıllar için pivot olmaya bile uygundu. Günümüz gençleri gibi hormonlu bir boyum yoktu, tamamen katkısızdı. Sanırım 1975 ya da 1976’ydı. Ankara Şekerspor’a misafir olmuş ve Aydın Örs’le antremana çıkmıştım. Takımın kaptanıydı. Elim ayağıma dolanmıştı. Takımın en uzunu Doğan Hakyemez de gelip sırtımı sıvazlamıştı, "Biraz kilo al dostum." demişti. Ne güzel ne saf heyecanlar yaşadığımız günlerdi.

1980’di terazinin ibresi yükselmeye başladığında. Yaşımla beraber kilom da artıyordu. Annem mutlu oluyordu; ama çok sevdiğim basketbol, hayatımdaki yerinden uzaklaşıyordu. Kısa yürüyüşler yapabiliyordum sadece. Bıyık da bırakmıştım. Hızla klasik Türk erkeği görünümüne bürünüyordum. Ne iştahlı olduğumu da fark etmiştim. İple çekiyordum yemek saatlerini. Yemekler bir şölen havasında geçiyordu. Doksanlı yıllarda 100 kiloyla tanışmak üzereydim. Boylu poslu, bıyıklı, aslan gibi bir Türk erkeğiydim. O günlerin meşhur jönleri de bıyıklı, kara yağız adamlardı. “Ne kadar da Kadir İnanır’a benziyor.” gazlarıyla yürüyüşüm bile değişmişti. O gazla yedikçe yiyordum. Artık 60 beden ceketlere, XL gömleklere sığmıyordum. Birkaç X’li gömleklere geçmiştim. 47 numara ayakkabı giyiyordum.

- Hiç bıyıksız Türk erkeği olur mu!

- Göbeksiz erkek balkonsuz eve benzer!

- Kapı gibi maşallah!

- Kapılardan sığmıyor!

- Bodyguard mıymış?

- Erkek dediğin de böyle olmalı iltifatlarıyla epey idare ettim. Trafikte diklenen olduğunda arabadan çıkıp endamımı göstermem yeterli oluyordu. Neyse, yıl 2002 olduğunda tam 117 kiloydum! Ama göbeği sarkan bir adam da değildim. Bir devdim adeta. Sevgili annem bile, “N’olur yeme artık oğlum.” diyordu. Tek sevincim, sigara ve içki içmiyor olmamdı. O yılın yarısında iş değişikliğim oldu ve bir Avrupa firmasına transfer oldum. Firmanın Finlandiya’daki merkezine Osmanlı’nın ihtişamlı torunu olarak adım attım. Ayak seslerim uzaktan duyuluyordu. “Keskin Baba, Keskin Dedee...” der gibiydim! Benden irisi yoktu şirkette. Genel Müdürümüz benden 7 yaş büyük, kayak yapan, koşan, yemesine, içmesine dikkat eden biriydi. Diğer personele baktığımda da gördüğüm, incecik ve sportmen görünümlü insanlardı. Farklıydı yemek alışkanlıkları. Etobur değil, otoburdular. Tabaklar yemyeşildi. Aylar boyu içsel hesaplaşmalarımın içinde yuvarlandım. İlk radikal kararım 23 yıllık bıyıklarımı kesmemdi. Resimdeki ben oldum ve ben o ben’i hiç sevmedim. Yusyuvarlak bir yüz ve kocaman yanaklar vardı karşımda. İlk bir iki ay tekrar bıyık bırakmayı düşündüm. Hatta kocaman yanaklarımı örtmek için sakal bile bırakabilirdim.

Bir gün farenjitimi göstermek için gittiğim doktorumun, “Bir de tansiyonunu ölçelim.” demesiyle korku dolu bir döneme girdim. Tansiyonum 26/14’tü! “Sakın kıpırdama!” deyip, bir sürü hap yutturdular. Bu yüksek tansiyonun hiçbir belirti vermemesini, beyin kanaması geçirmememi de mucizeye bağladılar. Doktorum, “Etleri, börekleri unut. Derhal perhize başlıyorsun. Yarın itibariyla da komple check-up’a giriyorsun. Bakalım bu tansiyon neleri harap etti ya da bu tansiyona ne neden oldu.” dedi. Kuşku, endişe ve ölüm korkusuyla geçen tahliller, röntgenler, testler dönemi iştahımı oldukça kesmişti. 10 gün sonra doktorumun karşısına oturduğumda duyacaklarımdan korkuyordum.

“Tahlillerin karışmış olmasından şüphe etmedim desem yalan olur; ama bizzat kendim kontrol ettim. Sana şu kadarını söyleyebilirim ki bir insan ancak bu kadar sağlıklı olabilir. Anormal tek bir değer bile yok. Sigara ve içki içmemenle ilişkilendirilebilecek normalliklerin bile ötesinde bu sonuçlar. Sana ne diyeceğimi ne önereceğimi bile bilemiyorum. Ama yine de aşırı kilolarından kurtulsan iyi olur.” dedi.

Rüya mıydı bu! Demek ki tanrı beni çok seviyordu; ama hep sevmeye devam etmeyebilirdi.

“Doktor Hn, siz bana bunları söylemediniz. Dediniz ki, durumun çok kötü ve zayıflamazsan da öleceksin. Ben böyle anladım.” Gülümsedi ve "Peki, sen öyle anla bakalım." dedi.

Tarih 31 Mart 2003. Banyoda teraziye çıktım. 118’e merhaba demek üzereydim. Bel çevrem 146 cm’di. Aynada kendime baktım. Sağlıklı; ama tam bir görsel çirkinlikteydim! O an kararımı verdim. Ertesi gün Nisan 1 şakası yapacaktım kendime. Kağıdı kalemi elime aldım ve katillerimi belirledim o akşam.

1.) Günde 3 beyaz ekmek. Taş fırın francala olacak.

2.) Her akşam iki tabak tereyağlı pilav. Rengi yağdan sarıya dönerdi.

3.) Her akşam mutlaka et yemeği. Sebze olması halinde kavga çıkardı. Taze fasulye en sevilmeyendi.

4.) Her akşam mutlaka tulumba, kadayıf, baklava gibi tatlılardan biri ekmekle yeniliyordu, hatta üzerine de kaymak konuyordu.

5.) Hafta sonları piknik, ızgara ve bol et tüketimi.

6.) Tabak tabak bol yağlı mantı ve üzerine yağ dökülmüş sarımsaklı yoğurtlu patates kızartması.

7.) Özenle fırınlanmış fındık ve tuzlu fıstık.

8.) Tek spor, arabaya kadar olan yürüyüştü.

Bu katiller derhal hapsedilecekti. Yeni müttefikler belirlendi.

1.) Sadece çavdar, yulaf, tam buğday ya da kepek ekmeği. Günlük toplam 5 dilim.

2.) Pilav sonsuza dek iptal. Az yağlı makarna hoş geldi. Sebzelisi müthişti.

3.) Haftada 1 gün dana eti. Diğer günler balık ya da tavuk.

4.) Her gün sebze ve salata. Özellikle brokoli.

5.) Tatlı tamamen iptal.

6.) Pikniklere devam; ama abartılmamak kaydıyla et-tavuk.

7.) Bol spor.

Yeni bir güne uyandım 1 Nisan sabahı. Yataktan kalkmadan önce yeni miladımı kucakladım. Evin alışveriş düzeni de değişecekti. Bu dediklerimi bir diyetisyen nezaretinde mi yapacaktım, yoksa kendi diyetisyenim mi olacaktım! Oldum olası "Kibrit kutusu büyüklüğünde yağsız peynir." gibi tanımlardan nefret etmişimdir. Peki, hedefim kaç kiloya inmek olacaktı? İnternet’te gördüğüm ideal rakamlar beni korkuttu. İmkansıza yolculukmuş gibi görünüyordu; ama başaracaktım. Sonuçta kendi riskimi taşıdım. Bir yıl boyunca uyguladığım reçete şuydu;

1.) Her sabah 5 km yürüyüş. Hafta sonları maraton yürüyüşü. İstanbul’u bilenler anlayabilir. Göztepe’den Tuzla’ya (sahilden gidiş-dönüş 70 km kadar) yürüyordum. Sabah yola çıkıyor, öğlen Tuzla'da köfte yiyerek kendimi ödüllendiriyor ve sonra aynı yolla akşam geri dönüyordum. Kas kaybını önlemenin başka yolu yoktu. Kalp kasları da buna dahildi. Evde de dumbell çalışıyordum.

2.) Sabahları 5 ceviz ya da 10 fındık, 2 kayısı, dut kurusu sonra da portakal suyuyla müsli yiyordum. Ertesi gün ise müsli yerine üzerinde yağsız kaşar eritilmiş bir dilim kahverengi ekmek ve 3 zeytin yiyordum.

3.) Öğle yemeğinde tavuk ya da balık, haşlanmış karnabahar, brokoli, pırasa ya da taze fasülye. Bazen de sadece yoğurt; ama üzerinde keten tohumu, yulaf ve çekirdek içi olurdu.

4.) Akşamüstü, açık ve şekersiz çayla muhtelif diyet bisküvi, üzerine de meyve. Genellikle elma, armut, şeftali.

5.) Akşam yemeğinde yine tavuk ya da balık ve bol salata.

6.) Cumartesi öğle yemeğinde bir parça yağsız dana eti.

7.) Günde 1 multivitamin tableti.

Haftada 3 kez sadece banyoda tartılıyordum ve verdiğim kilolar beni çok mutlu ediyordu. Sanki beynime reset atmıştım ve hiçbir yemeğe karşı özlem duymuyordum. İnsanlar bendeki değişikliğe bir anlam veremiyordu. Metabolizmam da bana olanları anlayamıyordu. Acaba çölde aç-susuz mahsur mu kalmıştım yoksa bilerek mi yemek yemiyordum! Arkadaşlarım diyet yaptığıma inanmıyor ve kötü bir hastalığın pençesinde çırpındığımı ve iştahımın da bu nedenle kesildiğini düşünüyorlardı. Acıyan gözler beni süzüyordu, fark ediyordum. Beni aylarca görmeyen arkadaşlarım da olurdu. Çoğu beni tanımıyordu. Yanımdan geçip gidiyorlardı. Arkalarından bağırdığımda da şaşırıp kalıyorlardı ve ilk soruları, “Hayrola ne oldu sana, hasta mısın?” oluyordu. Yanaklarım çökmüş ve gerçekten çok sağlıksız görünüyordum. Oysa sağlıklıydım. Bir zamanlar o besili görünümümden rahatsız olmayanlar, yeni görüntümden korkuyorlardı. Sağlıklı insan, etli butlu ve yanakları kırmızı olan insandı onlara göre!

Bir yıl sonra, 1 Nisan 2004’te terazi 81 kiloyu gösteriyordu! Tam 36 kilo vermiştim. Dizlerimdeki yük azalmıştı. Markette 7 tane 5 kiloluk zeytinyağı tenekesini kaldırmayı deneyerek yarattığım mucizeyi anlayabiliyordum. Terziler epey para kazandı pantolon küçültmekten. Diğer tüm gömlekler ve ceketler hibe edildi, gardırop yeniden düzenlendi. Medium gömlek, 33 beden kot, 50 beden ceket ve 44.5 ayakkabı giyiyordum artık. En şaşırdığım da ayakkabı numaramın küçülmesiydi. Herhalde ayaklarım da etlendiği için büyük numara giyiyordum ve onlar da zayıflamıştı. Artık küçücük bir yüzüm vardı. Tombul yanaklarım yok olmuştu. Ellisine merdiven dayamış bir adam olarak oldukça formda görünüyordum. Alışveriş yapmak da bir zevk haline gelmişti. İstediğim her giysiyi alabiliyordum. Arkadaşlarım bendeki değişime inanamıyorlardı. Sanki evrim geçirmiştim. Gerçek duygularını artık rahatça ifade ediyorlardı. Bu arada, tansiyonum da normale dönmüştü.

Yıl 2009 ve yakışıklı bir dede olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum. Son derece aktif yaşamım da aynen devam ediyor. Kilomu koruyorum. İçimde rahatlıkla bir tavuk ya da balık çiftliği kurulabilir. Artık Tuzla’ya kadar yürüyecek vakti pek bulamıyorum pek; ama seyahatlerim dışında her akşam Göztepe’den Suadiye’ye kadar gidip geliyorum. Yolumun üzerindeki 3 D&R Mağazasında kitap satışlarımı kontrol etmeyi de unutmuyorum.

Dediğim gibi, bu benim hikayem ve örnek alınması gereken de sadece irade gücüm olmalı. Böyle yüksek kilolardan kurtulmayı hedefleyenler mutlaka doktor ya da diyetisyen desteği almalıdırlar.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..