Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Nisan '09

 
Kategori
Deneme
 

Bir kadını ve bir kenti tanımak!

Bir kadını ve bir kenti tanımak!
 

Fotoğraf:www.spaces.live.com


"Bir şehri tanımak bir insanı tanımak gibidir" demiş ya şair... Hani, birine aşık olur da onu tanımak, keşfetmek, -biraz da elde etmek- için nasıl da çabalar durur insan... Aşklarda, sevgilerde ölesiye bir heyecanla çıkılan o keşiflerin tadı ve esrarı, kanımca yaşamda çok az şeyde var! Bir insanı, bir sevgiliyi, bir kadını tanımak... Bir şehri tanır gibi!

"Bir kenti gerçekten ve tüm yönleriyle tanımak için ne gerekir?" sorusuna karşı; popüler mekânları, müzeleri, tarihi yapıları yanısıra arka sokaklarını da gezmek, gözlemlemek, her yaştan insanlarıyla tanışıp konuşmak, tarihini araştırmak gibi eylemler bütünü akla gelirse de, bunun yine de yeterli bir yanıt olmadığını düşünüyorum. Bir sevgiliyi ya da sevilen bir kadını tanırken de öyle... Ama şu söylenebilir ki; eğer o şehrin en güzel mevsimiyle, kadının ve sizin, en iyi 'ruh mevsimleriniz' kesişmişse bu tanıma eyleminde bir kaç adım öndesiniz demektir!

Aksine... İçinde yaşadığımız kentle, birlikte olduğumuz kadınla ruh mevsimleriniz, eşref saatleriniz artık uyuşmuyorsa, her geçen gün ruhen sizden uzaklaşır. Artık onunla (ve orada) mutlu olmayı ummak da boşunadır. Bu durumda ondan hoş bir sözcük ya da görüntü, yani ruhumuza bir işaret almayı beklemek de gereksiz hale gelebilir. Hatta sorumsuzluk ve değer bilmezliklerimiz karşısında şehir de bazen kadın gibi kalbini gizler? Bu durumu, altıncı sezi fakiri biz erkeklerin sezinlemesi dahi mümkün olmayabilir!

Kente ve kadına yakınlaşmak, onun kalbini bulmak, aralamak, sırlarına vakıf olabilmek için öncelikle onun gözleriyle buluşmak gerekir. Bunun için de insan gözlerini kullanmayı; bir insana veya nesneye bakıp geçmek yerine onu görüp tanımayı, anlamayı ve anlatmayı öğrenmeli! Ayrıca şehrin ve kadının bizden sakladığı yüzüne, kalbine, sırlarına yaklaşmak ve çözebilmek için de bir tür bilgi şöleni içinde olmak gerek! B-ilgi, ilgiyi'de içinde barındıran bir sözcük. Nerelerden, kimlerden gelir, ne(relerde) ye(ni)r, ne (erelerde) içe(ili)r, içinde ne gibi güzellikler taşır, ona ne uyar, ne uymaz vb.? Bunları - ve daha birçok şeyi- bilmek ve anlayabilmek gerek!

Bir kentin tarihi dokusu onun siluetinin de teminatıdır aynı zamanda. Kadının da genleri, geçmişi, deneyimleri, oralardan taşıyıp bugünlere getirdikleri de aynen öyle...Kaleleri, surları, köprüleri, kubbeleri, çeşmeleri, kemerleri, hamamları ve tarihi çarşıları yok edip gölgelemedikten sonra gelişen sanayi ve teknolojinin o şehri teslim almaya çoğu kez gücü yetmez. Son moda araç, gereç ve giysilerin, fikir ve tavırların da kişilikli bir kadını teslim almaya güçlerinin yetmeyeceği gibi!

Bir kent de bir kadın gibi sizden aldıklarını size fazlasıyla geri verir. Ona okul veririsiniz iş, zanaat, kültür ve sanat olarak geri döner. Ona bomboş caddeler, bulvarlar, parklar veririsiniz cıvıl cıvıl kalabalıklarla size döner. Kadına da öyle... Ona sevgi verirsiniz hem sevgi hem şevkat hem de sadakat alırsınız. Sebze, et veririsiniz leziz yemekler, ev verirsiniz sımsıcak bir yuva alırsınız. Olumsuz şeyler verirseniz, tersi de öyle...Misliyledir.

Bazı sahil yerleşimlerinde kıyılara dolgu yapılır ve denizden yer kazanılmaya çalışılır. Oralara parklar, bahçeler, mesirelikler yapılır. Bir kadını tanırken ve bir aşkı yaşarkenki yapmacık tavır ve eylemler de böyledir. Ne kadar hoş görünse de bilirsiniz ki, hep kayma ya da çökme tehlikesi taşır!

Şehir önce gözlenir, sonra hissedilir, şehre layık olmak için çaba sarfedilir, emek harcanır, ona özen ve saygı gösterilir...İşte bir şehirde de, bir kadınla da güzelce ancak bu şekilde yaşanır... Eğer bu eylemler içten, özlemli ve gerçekse, şehir gibi kadın da seni sever, aynısını bir ayna gibi, hatta daha fazlasıyla yansıtır.

Cahit Külebi’nin İzmir’i örneğin bu bağlamda daha bir başkadır. Ona göre; "İzmir'in denizi kız, kızı deniz/ Sokakları hem kız hem deniz kokar” ('Atatürk'e Ağıt'). İşte o türden hoş bir koku sizi alır ve sarhoş edercesine her şeyiyle sarar sarmalar...

"...Dolaşarak bir şehri - Ve severek bir kadını - Onu adım adım - Sokak sokak tanımak - Tanrım, ne çok merdiven, ne çok basamak - Amaç estetiğe, erdeme ve huzura ulaşmak - Adım üstüne adım atarak - Kendinden çok daha yükseklere çıkarak - Mutlu ve u-mutlu yaşamak - Tanrım, ne güzel!.." (İ.E.K.)

Ya kendini tanımak,

Ne demiş büyük söz ustası J. W. Goethe (1749-1832) "İnsan kendini yalnızca insanda tanır.". Bu hele de sevilen bir insansa...

Merhum şair Edip Cansever (1928-1986) ise; “İnsan yaşadığı yere benzer.” der.(1)

Şehri tanımak için öncelikle insanın kendini de önemli bir ölçüde tanıması gereklidir. Şehri kurabilmek için öncelikle içimizdeki insani değerleri ortaya koymamız gerek. Şehirlere ruh veren, o bölgede yaşayan insanların oraya kattığı değer, kültür, sanat ve mimari estetiktir. İnsanın kendine ve sevdiğine, sevilenin de kendisine ve karşısındakine kattıkları gibi! Sevilen bir kadına, bir şehrin silueti gibi gizemli bir hava veren tutku, estetik ve zerafet unsurlarını da benzer şekilde iyi bilmek, tanımak ve saygı duymak gerekir.(C.Dündar, 2)

Kanımca bir şehir en güzel sevilen bir kadınla tanınır. Şehir, buluşma yerleri, gidilen sinemalar, lokantalar, nezih kapalı mekânları, mesire yerleri, sokak ve cadde isimleriyle insanın zihnine iyice, hiç çıkmamacasına kazınır. Orada kaç yıldır yaşıyorsan yaşa...Sevdiğin kadınla değilsen nafile, bil ki, unutursun çoğunu...

Birde "...Şehre vandal vandal gireceğiz. Taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacak. Bir şehri tanımak istiyorsan onu baştan kur. Bir şehri baştan kurmak istiyorsan onu baştan aşağı dümdüz et. Elini korkak alıştırma, sağlam vur, inlesin, bütün İtalya dinlesin..." diyenler de var! (3) Ben onlardan yana hiç olmadım. Ama böyleleri maalesef - özellikle de ülkemizde - çok var! Bu durumda o şehri ve kadını değil, narsist ve sert bir tavırla kendi yarattığını, kendini seviyorsun demektir. Zaten karşı tarafca da buna izin veriliyorsa ortada ciddi bir sorun da var demektir.!

Son söz yerine,

Kendinizi, kentinizi ve kadınınızı (3 K'yı da) sevin! İyi tanıyın ve hissederek yaşayın.

Arzuladığı şey için emek vermeyen, hakkını vermeyen, sevmeyen ve özlemeyen, özen göstermeyen ona gerçekte sahip olamaz!

Bunu deneyin dostlarım! Bu işin bazen bir ömür alma ihtimali olsa da...

Bunca sözün ardından ben ise Ankara gibi bir kadın düşünürüm nedense: Yazın sıcak, kışın soğuk, yani tepkileri olabildiğince net olmalı. Herkesin fethetmeye gözünü diktiği bir şehir gibi değil de, herkesin -sınırlı gelirlerin ve zamanların hamağında salınan- memur şehri dediği gibi, sade ve sessiz olmalı ve içinde bol ışıklı köprülerle süslü denizi olduğu için değil de , boş sokaklarında bile gezerken mutlu olduğu için sevilmeli…

İ.Ersin KABOĞLU,
3 Nisan 2009, Ankara

Kaynakça ve Blognotlar:

(1) A.H.Tanpınar'ın beş şehrimizi tanıttığı denemelerini içeren " Beş Şehir"klasiği dışında, Murathan Mungan'ın "Kadından Kentler", Tarık Dursun K.’nın “Kokulu Kentler”, Enis Batur’un “ŞehrEn'is” , Cengiz Çandar’ın “Benim Şehirlerim”, Aslı Erdoğan'ın "Kırmızı Pelerinli Kentler", E.Fuat Keyman'ın "Kentler" adlı eserlerini şehir ve insan konusunda önde gelen eserler olarak not düşmeliyiz.

(2) 'Şehir ve Kadın', Can Dündar, http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=2113)

(3) Cem Akaş, 'Gitmeyecekler İçin Urbino', Everest Yayınları. İst., 1992. http://www.novalibra.net/?p=51

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..