Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '14

 
Kategori
Yolculuk
 

Bir Trakya Hikayesi...

Bir Trakya Hikayesi...
 

O gün Alman Tankının önünde poz vermişim...


İstanbul. Aralık ayının ilk günleri. Hava nedense sonbahardan kalma, soğuk değil. Gün ortası yaklaşıyorken Erdemle buluşuyoruz.

Erdem'in beyaz Golf arabasına biniyoruz. Erdem'e göre Golf değil bu Alman tankı!  Araba bizimle yaşıt, 80 model...

Trakya'ya gideceğiz. Asker arkadaşı Lalapaşa'daymış. Bir gidelim görelim diyor. Eh bize de zaten böyle vesileler lazım!

Alman tankı yaşını başını almış, homurdana homurdana ilerliyor, baba yorgun:) Daha Kemerburgaz'a gelmeden bizim tankın hararet göstergesi yükseliyor. "Erdem, diyorum daha 20 km geldik senin Tank hararet yaptı, dünya kadar yolumuz var bizi yolda bırakmasın bu?" "Yok birader, diyor yağ ekleriz problem olmaz"

İlk istasyonda duruyoruz. Yağ ve mazot takviyesi yapıp orman yolu üzerinden Saray-Vize ve Poyralı Köyü'ne varıyoruz. Poyralı'dan Demirköy istikametine sapıp anayolu terkediyoruz. İçeride İslambeyli Köyü'ne uğrayıp yönümüzü Üsküp Kasabası'na doğru çeviriyoruz. Çayırdere Köyünde bir bakkal görünce bira almak için duruyoruz. Yaşlı bir teyze, tozlanmış rafların arasında elişi dokuyor. 4 tane bira alıyoruz ve bakkal teyzeye; "Teyze, Üsküp'e nasıl gideceğiz?" diye soruyoruz. "Acıfaklı Küyünden dosdoğru gidin be kızanım" diyor. Arabaya biniyoruz, az ileride sağda Hacıfaklı tabelasını görünce sapıyoruz. Hacıfaklı'dan sonra Üsküp Kasabası. Buradan transit geçip tekrar terkettiğimiz Kırklareli yoluna bağlanıp Kırklareli merkeze sorunsuz varıyoruz. Hava kararmak üzere. Birer köfte yiyoruz ve hangi yolu kullanacağımıza karar vermeye çalışıyoruz. Süloğlu üzerinden mi gitsek yoksa Kofçaz köylerinden hudut boyundan mı? Kararımız Kofçaz istikameti oluyor...

Kofçaz yoluna vuruyoruz kendimizi. Sık ormanların içinden döne kıvrıla ilerliyoruz. Her yer zifiri karanlık! Yol sakin, tek tük karşı yönden araba geçiyor. Normalde bu mevsimde buralara kar düşmesi gerekir ama hava sadece serin. Biraz ilerledikten sonra Kofçaz'ın ışıkları görünüyor. Erdem ilk defa geliyor buraya. Kasabanın içinde açık bir meyhane görüyoruz ve önüne Alman tankını park ediyoruz. Meyhaneye giriyoruz. 4 tane masa var ama sadece bir masada tek kişi var, o da rakı içiyor. İçerisi sıcacık, odun sobası gürül gürül yanıyor. Meşe odunları sobanın yanında dizili. Masalar sandalyeler salaş biçimde dizilmiş. Mekancı geliyor "ojgeldiniz, ne içersiniz?" diyor. "Aç bakalım iki bira"  Biralar geliyor, soğuk. Yan masadaki üstü pejmürde adam, mekancı ve biz başlıyoruz muhabbete:

Mekancı; -nereye böyle?"

-Topçular Köyüne

-Napçanız orda be?

-Bi Mahmut Aga var, O'nu görmeye.

-Koyuncu Mahmut'u tanırım. Gelir buraya.

Telefonumu çıkarıp Mahmut Aga'yı arıyorum, Yarım saat sonra oradayım diyorum. Biraları içip yola çıkıyoruz Bulgar sınırına doğru. Topçular Köyüne vardığımızda kahvenin önünde Mahmut Aga elinden düşürmediği sigarasıyla bizi karşılıyor. Her zamanki gibi kesik kesik gülüyor, gülerken de olmayan dişleriyle değişik bir imaj sergiliyor. Bizi görür görmez;

-Bu araba neye böyle traktör gibi gürültülü çalışıyor be? Bozuk bu be! diyor ve kahveciye çay söylüyor. Kahvenin yanındaki küçük bir bölmede çaylarımızı içerken,

-Lalapaşa'ya gideceğiz, Çömlekakpınar Köyüne, diyorum.

-Delirdiniz mi be akşam akşam? Bu arabayla, karanlıkta o yollarda kaybolursunuz. Ben kendi köyümün yolunu doğrultamıyorum da! Siz nası bulçanız te urları be? Hem askerler çevirir sizi hudut boylarında. Gitmeyiverin.

-E, ne yapçaz peki?

-Dönün kasabaya, düzgün yollardan gidin. Burlardan gidemezsiniz be!

-O kadar yolu nasıl geri dönelim Mahmut Abi? Harita var köy köy gideriz sora sora.

-İyi siz bilirsiniz?

Kalktık vedalaştık, yola koyulduk. Tankın gürültüsü belliki Mahmet Aga'yı bile etkilemiş. Gecenin o sessizliğini Tankın gürültüsü yararak ilerliyoruz. Köyün ışıkları artık gerilerde kaldı. Toprak şose yol zifiri karanlık. Gözgözü görmüyor. Belli belirsiz köy tabelasından birinin istikametine yöneliyoruz. 2-3 dakika sonra Kanara Köyü'ne geliyoruz. Kahvenin bahçesinde 3-4 kişi sigara içiyor. Haritaya bakıp ilk köy olan Devletliağacı soruyorum. Sağolsunlar tarif ediyorlar. Yola devam ediyoruz. Epey gittikten sonra bir yolçatına varıyoruz. Karanlıkta iki tabela beliriyor. Malkoçlar 8 km ve Hudut Karakolu yazıyor! Haritaya bakıyorum gideceğimiz yönün tam tersindeyiz ve neredeyse sınır boyundayız. Onca yolu ters gelmişiz, olacak iş değil. Üstelik asker de çıkabilir her an karşımıza. Gecenin karanlığı ve ıssızlıkla beraber tedirginlik çöküyor içimize...Gece karanlığında bizim Tankın farlarından başka ışık yok. "Allah allah! Nasıl olur? Tersimiz döndü yolu sapıttık! Dön" diyorum Erdem'e. Erdem Tankın yönünü ters istikamete çeviriyor biraz gittikten sonra Erikler Köyü sapağını görüyorum, "sap buradan" diyorum. Erikler Köyü'ne varıyoruz. Yol kıyısında bir arabada adamın biri bira içiyor. Yolu soruyoruz, tarif ediyor. Bundan sonrası Kırklareli merkez 15 km kadar. Anayola çıkınca rahatlıyoruz. "Ya arkadaş ilk defa böyle karıştırıyorum" diyorum. Neyse ki 15-20 dakika sonra Kırklareli'ne varıyoruz.

Erdem Lalapaşa'ya gitmekten vazgeçiyor. TEM otoyolu Babaeski istikametine dönüp İstanbul'a doğru yol almaya başlıyoruz. Biraz ileride Kavaklı Kasabası'nda trafik ekipleri çeviriyor bizi. Erdem'de alkol var, "üfle" diyor polis, üflüyor Erdem. 17 promil alkol çıkıyor. Bir oh çekiyoruz! Polis bir tutanak imzalatıp bizi salıyor. Ulan ne şans be..!üfle""b"Biraderb 

TEM Babaeski sapağını dönüp İstanbul istikametinde bizim Alman tankının gücü ortaya çıkıyor. Bastıkça basıyor Erdem. 165 km hıza ulaşıyor bir ara. Yolda Mahmut Aga'nın söyledikleri aklımıza geliyor. Kaybolursunuz demişti, asker çevirir demişti, araba bozuk demişti. Arabanın bozulması hariç adam hepsini bildi. Arabanın bozulmaması için dua ediyoruz, bir yandan da gülüyoruz.

Alman tankı, yüksek devirde son hızla ilerleyerek bizi 2 saatte İstanbul'a ulaştırıyor. Saat gece 12'ye yaklaşıyor. Mahmutbey Gişeleri geçer geçmez ise önünden dumanlar yükseliyor. Hararet göstergesi zirve yapmış! Hoppala..! Kaputu açıp, bakıyoruz. Radyatör fokur fokur kaynıyor. Yağ çubuğuna bakıyoruz yağı da eksilmiş. Hemen biraz yağ ekliyoruz motora. Hararet biraz düşüyor. Sarıyer'e daha 35-40 km var. Biraz durup rölantide motorun soğumasını bekliyoruz. 15 dakika sonra yola devam etmeye başlıyoruz. Maslak ışıklarda bizim Alman tankı, "tamam, buraya kadar" diyor. Su ekliyoruz radyatöre ama nafile. Suyu dışarı boşaltıyor. Çalışmıyor araba. Sonra bir araba duruyor yanımızda, adam tamirciymiş. Bakıyor ve "conta yakmış araba" diyor. "Böyle kalsın, çalıştırmayın. Çekiciye yükleyin, bu benim kartım, yarın sabah dükkana getirin..."

Dediği gibi yapıyoruz. Çekici çağırıp Sarıyer'e kadar götürüyoruz Tankı!!! Sarıyer'de Erdem'in ustasının dükkanının önüne indirtiyoruz. Saate bakıyorum gece 2 olmuş. İstanbul'a varabildiğimize dua edip, bir taksi çağırıp eve varıyorum.

Eh be Mahmut Aga..! İnsan bu kadar şeyi nasıl bilir tek seferde? Ne dediysen, o çıktı. Kaybolursunuz gitmeyin dedin kaybolduk, asker çevirir gitmeyin dedin polis çevirdi, bu araba bozulur gitmeyin dedin araba bozuldu... Ne ağız varmış sende be Agam?

Hamiş; Alman Tankı ilk fırsatta müşterisi bulunup satıldı.

 

 
Toplam blog
: 34
: 10895
Kayıt tarihi
: 14.05.14
 
 

Kamu yönetimi ve sosyoloji öğrenimi... Tarih bölümüyle devam eden öğrencilik... Siyasetbilim, top..