Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Haziran '14

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bir UMAG (Yazma Semineri) Serüveni

Bir UMAG (Yazma Semineri) Serüveni
 

Değerli eğitmenlerimizle birlikte sertifika töreninde...


Bu seminerleri yıllardır duyardım ve hep bir gün koşulları olgunlaştırarak devam edebilmeyi düşünürdüm. “Hani kısmet bu güneymiş derler” ya, öyle oldu… Bu yılaymış kısmet (8 Nisan – 13 Haziran 2014). Aslında bir acının hem de çok önemli ve özel bir acımın ertesine kısmet oldu… Acıma tütün ekercesine…

Çaresizlik ya da mecburiyetten değil de gönüllü olarak herhangi yeni bir şeye, yeni bir duruma, olaya başlarken genel olarak iki temel etken söz konusudur. Birincisi: O yeni şeyin cazibesi, çekiciliği. İkincisi: O başlangıcı yapmadan önceki durum ve koşulların iticiliği… Bu etkenlerin hem bireysel hem de toplumsal anlam boyutu vardır.  Bireysel durumu(mu) giriş cümlelerimde ifade etmeye çalıştım. Toplumsal boyutta ise hem ulusal hem de uluslararası arenada belirsizliklerin sürdüğü, sürekli ve ani gelişen olayların an be an (tv., pc. ve cep tlf. ekranlarından 7/24) üzerimize dijital bir kıvamda yağdığı, hedefsiz ve umutsuz bırakılmaya çalışıldığımız, hem maddi hem de manevi yönlerden soyulduğumuz, adaletsizlik ve haksızlıkların egemen olduğu süreğen bir kargaşa ortamına karşı edebiyat, sanat ve yazı yoluyla estetik bir direniş ihtiyacı…

Söz konusu bu toplumsal ortamın dürüst, onurlu, çağdaş, aydınlık ve yurtsever yüreklerde yarattığı adeta dev yengeçlerin kıskaçları arasında sıkışmışlık durumuna benzer bir daralma duygusu… Ve tüm bunlara karşı geçmişte bilge kişiliği, cesur yüreği ve usta kalemiyle ak sayfalar boyunca onurlu bir isyan bayrağı açan (bedelini ise canıyla ödeyen) Uğur Mumcu’nun yaşayan idealleri… Ve onun bugünkü evi: UMAG (Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı).  Yüreğinizin boyutlarına göre, kimi için ‘sığınma evi’, kimi içinse bir ‘kale’… Dürüst, onurlu, üretken ve yurtsever yüreklere mahsus!

Bu güzel evde 1996 yılından bu yana özveri ve başarıyla yürütülen birçok seminer alanı var: ‘Yazma Semineri’, ‘Roman İnceleme’, ‘Uygulamalı Öykü’, ‘Duygu Felsefesi’, ‘Felsefeye Giriş/ Felsefe Yazın İlişkisi’ bunların başlıca olanları… Ayrıca, ‘Film Atölyeleri’ ve ‘Siyasal Düşünceler Tarihi’ seminerleri de var.

Seminer sürecinde dikkatimi çeken temel huşulardan biri, değerli eğitmenlerin hemen hemen tamamı akademisyen özelliklerine de haiz, deneyimli profesyoneller olsalar da seminerlerin veriliş tarzının içimize, ruhumuza nüfuz edercesine ince, içten(likli), zarif ve doyurucu bir amatörlük çerçevesinde olmasıydı.

Haftada üç iş günü, iş çıkışları, ikişer saati aşkın (18.30-20.45 arası, toplam 52 saatlik) devamla katıldığım ‘Yazma Semineri’nde yazmaya yeni başlayan ya da bu yolda ilerlediğini düşünenlerin katılabileceği bir içerik planlanmış. Bu içerik bağlamında; küreselleşmeye, insanı dışlayan edebiyat anlayışına, ‘Yeni Dünya Düzeni’nin dayattığı yabancılaşmaya karşı duran bir bakış açısı hakim. Bu izlek üzerinden katılımcıların yaratma cesareti edinmelerini sağlamak ve yaratma sürecini irdelemek, yazma serüvenini içerik/biçim, dil, felsefe, psikoloji boyutlarıyla incelemek ve uygulama çalışmaları yapmak, yazılı anlatımı geliştirmek, edebiyatseverlere edebi metinler üzerinde tartışma olanağı sunmak esas alınmış. (*)

Önce önümüze sunduğu Dino Buzatti’nin ünlü ‘Tatar Çölü’ ile başlayıp Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun 'Yaban'ına oradan V. Hugo'nun 'Sefiller'ine kadar uzanan 30 temel yazar/kitaplık okuma listesi ile aslında “kitap değil yazar okunmalı” diyen Mehmet EROĞLU… “Öykü olsun, roman olsun önce önermenizi oluşturun sonra da yazıp karşınıza koyun” derken de içindeki sıcaklık ve insan sevgisini zorla bastıran bir soğukkanlılık içinde ve mesafeliydi. Öykü yazmanın ince noktalarını, olmazsa olmazı ‘düğüm noktalarını’, karakterlerin temel özellikleri ile nerede ve nasıl (metne yer yer yedirerek) verilmesi gerektiğini bol örneklerle sıralarken de, verdiği ödevleri kılı kırk yararak incelerken de hiç yorulmadı. Onuncu ve son dersinde "Vücutlarımız gibi ruhumuzun da bir iskeleti vardır. Buradan çıkış ise ancak özgürlük yoluyla olur. Onu hiç kimse 'buyurun, işte özgürlüğünüz' diyerek bizlere vermez! O savaşarak kazanılır!". Büyük bir yaşam muharebesi sonucu elde edilir. Bu da yetmez, ayrıca -yaşamın tüm kısıtlayıcı ve tutsaklığa davet eden kaosu içerisinde- verilmesi gereken cephe çatışmalarıyla da her gün yeniden kazanılmalıdır”. “… Ve özgürlük deniz gibidir. Bir parçası bile bölünemez! Bu olduğunda anlamını yitirir… Birey yaşamında özgürlük olmadan da tutsak bir sıradanlık dışında hiç bir şey olmaz! Oysa hayat, uğruna mücadele edilerek edinilen bir şeydir” derken ise o ünlü yazar karizmasına sıcak bir içtenlik eşlik etmekteydi.

Prof. Ahmet İNAM, bu sempatik, bilge ve nüktedan derviş filozof “Yazmak bir göze alma işidir”, “Yazar olmak bir dünyası olmakla ilgilidir”, "Hayat, hep bolluk, gürlük, (öz)gürlük isteyen müthiş bir olanaklar sürecidir!" derken ya da o ünlü "Hey başka (öteki) var mısın aşka" sloganını seslendirirken adeta dışarıda soğuk bir kış günü sıcak bir kâse  çorba içmişçesine iyi geliyordu ruhumuza ve yüreklerimize... Hem de çok iyi…

Değerli şairlerimizden Ahmet ÖZER, engin deneyimiyle ve yazılış öyküleriyle birlikte enfes şiir sunumları yanı sıra özel arşivinden parçalar da getirerek (Örn. Orhan Veli’nin orijinal mektupları vb.) bizleri edebiyat dünyamızın tozlu ve gizemli geçmiş zaman sırları ile de yüzleştiriyordu. Ya Sn. Özer'in 6.000'i aşkın kitap ve orijinal belgeler içeren arşiv- kütüphanesi için bizleri evine davet etmesi, kitaplarını imzalayarak armağan etmesi ise olağanüstü bir heyecan ve onur kaynağı oldu! Evde yaşanan sıcak edebi diyaloglarımız ise her daim özlemle anımsanacak türdendi. Sn. Özer, kesinlikle aldıkça değil verdikçe zenginleşen güzel bir insan ve öylesi bir şair!

Değerli öykücü akademisyenimiz Çiğdem ÜLKER hanımefendi; “Sanat, dönüştürmenin ta kendisi… Dikkatle ayrıntılara bakma alışkanlığıdır” derken de, “Bilme arzusu, kısacık bir insan ömrüne asla sığmayacak olan çok şey…” derken de hep -sanata ve edebiyata ait- gizemli sır perdelerini aralayan bir zarafet elçisi görünümündeydi.

1960 doğumlu, yıldızı yeni parlayan, özde muhalif, dinamik, sempatik ve özverili öykücümüz Gürsel KORAT ise toplam 10 saat boyunca Öyküde Zaman ve Mekân / Öykü Dilinin Oluşması / Öyküde Ayrıntı Seçimi / Kurgu / Öykü Çözümlemeleri /Yaratma Süreçleri ve Uygulamalar konusunda bizleri teorik olarak en güçlü projektörlere nazire yaparcasına aydınlattı.

Bu değerli birikimlerle karşılaşmanın, zamanla iç içe olmanın ruhsal zenginliği, 19-69 yaş aralığında hepsi de birbirinden değerli tam 19 katılımcı arkadaşın yanı sıra, nazik ve özveriyle çalışan eğitim koordinatörü Ümit hanım ile görevli diğer personeli de tanıma mutluluğuyla birleşince daha da katmerlendi. Tek kusur, çoğu zaman kendimi tutamayarak soru-yorumlarımla hem arkadaşların hem de hocalarımızın vakitlerinden biraz çalmamdı! Bir de kantinci arkadaşın her zaman yerinde olmayışı...

Bilirsiniz, Nobelli tek yazarımız Orhan PAMUK, ‘Yeni Hayat’ romanının başlarında kült bir cümle ile “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” demişti... O kadar iddialı olmasa da ben de “ Nitelikli bir seminere katıldım, edebiyattan, yazma-çizmekten aldığım tat çok büyük ölçüde değişti ve arttı!” demekle yetineceğim. Hele sertifikalarımızı elimize aldığımız kapanış kokteylinde bu ortak tat tüm yüzleri gülümsetmekteydi. Bu tadı daha da artırmak üzere yeni seminerlere doğru yelken açarak…

İ. Ersin KABAOĞLU,

18 Haziran 2014, Ankara 

(*)  Ayrıntılı bilgi için bkz.: http://www.umag.org.tr/  

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..